Bu Blogda Ara

31 Ocak 2017 Salı

Curved Air -Air Cut 1973



Bugün John Wetton'un ölüm haberiyle uyandım. Ölümünün verdiği üzüntü neredeyse bütün günümü kapsadı. En sevdiğim rock müzisyenleri son bir kaç yıldır ayrılmaya başladı hayattan. Rock müziğin yaratıcıları, tanrıları yavaş yavaş gidiyor artık. Bir çok progresif rock hayranı gibi yanlış zamanda yaşıyoruz duygusu bende de fazlasıyla var.

John Wetton hakkında bir kaç gün içinde bir yazı yazarım sanırım. Bugün ki yazım ise bir kaç gündür tekrardan dinlediğim Curved Air'in 'Air Cut' albümü. Hem grup hem de albüm aslında John Wetton'a çok da uzak değil. Darryl Way'in ayrılmasıyla Curved Air grubuna katılan Eddie Jobson, 1973 yılında ki bu albümden bir kaç yıl sonra John Wetton ile U.K. grubunda  birlikte çalışacaklardır. Albümde dinlediğiniz yada dinleyeceğiniz piyano, org ve keman; Eddie Jobson tarafından çalınıyor. Aynı dediğim bir kaç yıl sonra ki U.K. albümlerinde olduğu gibi. Eddie Jobson daha sonra King Crimson konserlerinde de çalacaktır.

Gruptan ayrılan kemancı Darryl Way ise aynı yıl, 1973'de caz-rock albümü çıkarmıştır. Curved Air'in albümünü dinledikten sonra bir de ona göz atın derim.

Curved Air, tam anlamıyla klasik progresif rock gruplarından biri değildir. En azından günümüzde temel alınan gruplardan biri değil. Yine de kendi bildikleri müziği neredeyse 50 yıldır yaparlar. Birkaç ay önce Curved Air'in yeni albümü çıktı. 2014 yılında çıkardıkları kadar albüm kadar kendi müzikal anlayışlarını tekrar yansıttıklarından eminim.

Curved Air, müziğe başladıkları andan itibaren hard rock, folk rock, senfonik rock, caz rock ve tabii progresif rock'a bir çok örnek vermiştir. 'Air Cut' albümünde bu birden çok rock müzik türünü bir arada bulabilirsiniz.

Albüm 'The Purple Speed Queen' adlı hard rock benzer parça ile başlar. Gitar ve davul temelli olan parça Deep Purple parçalarını aratmayacak türden. Elektrik gitar solosu Ritchi'nin gitar sololarını da hafiften anımsattırıyor.

Devam parçası folk temelli, caz etkileri de gösteren 'Elfin Boy'. Sonja Kristina'nın vokali bir çok Curved Air parçasında olduğu gibi bütün enstrümanların önünde.

'Metamorphosis', beni Curved Air'e aşık ettiren parça. Onca yıl progresif rock dinlerim, her dinleyişimde tüylerimi ürperten nadir parçalardandır. Eddie Jobson'ın mükemmel piyanosu ile başlar. Eddie Jobson daha 17 yaşındadır ve Bach'ın barok tarzı piyanolarını aratmayacak duygu yoğunluğundadır. Jobson'ın piyano ve org'u sizi öyle alır bir yerlere götürür ki Sonja Kristina'nın şarkı şöyleyişi şiir dinletisi gibi gelir. Sonlarında çalmaya başlayan gitar ile YES'in evrenine girer gibi olursunuz. Sonuç; parça başladığı gibi biter ama hüzünlü değil, eğlencelidir. Jobson'ın bu parçadaki org kullanımı daha sonrasında bir çok progresif rock grubuna ilham olacaktır. Örneğin, Camel. (Not olarak; Eddie Jobson daha sonra ülkemizde kendisi değilde, 'Theme of Secrets' parçasıyla, müziği tanınacaktır)

Çok kısa olan 'World', biraz folk, biraz beat, biraz da avant-garde havasıyla aklıma Gentle Giant'ı (özellikle Jobson'ın kemanı) getiriyor. Çok kısa evet ama eğlenceli.

'Armin', 17 yaşında ki bir başka Eddie Jobson şaheseri. Tamamen enstrümental olan parça, keman ile nasıl rock yapılacağını gösteriyor. Eddie Jobson'ın çaldığı hemen hemen bütün bilinen grupları dinlemişimdir. Kendi albümlerinin tamamı olmasa da, bazılarını dinledim. Ancak ayağımı yerden kesen tek parçası, 'Armin' diyebilirim. Tabii sadece Jobson'ı övmekle bu parçayı anlatamayız. Davul, gitar ve bas'ın keman'a verdiği destek olağanüstü. Kanınıza öyle işliyor ki müzik, damarınızı kesseler rock müzik fışkırır.

'U.H.F.', güzel bir hard rock, canterbury ekolü karışımı ile başlıyor. Sonra, Eddie Jobson bunu kesiyor kemanıyla. Gürültü kesilince Jobson piyanoya geçiyor ve vokalde benim için Joan Baez'den daha yaratıcı ve güzel sese sahip Sonja mırıldanıyor biraz. Sonrası melodik senfonik yapısıyla kısa ama dinlemesi çok hoş bir müzik çalmaya başlıyor. Parça başladığı gibi hard rock, canterbury ekolü karışımı ile sona eriyor. Sadece parçanın orta kısmını kesip bambaşka bir parça yapabilirsiniz.

'Two-Three-Two', parçada Sonja Kristina yok. Curved Air'den ayrılıp Canterbury ekolünün Camel ile en önemli temsilcilerinden olan Caravan'a geçen Mike Wedgwood söylüyor parçayı. Hafif hard rock, hafif canterbury sesleri duyabilirsiniz. Bolca da rock'n roll sesleri. Benim için albüme gitmeyen tek parça. Kötü bir parça değil ama rock'n roll da dinlemeyi sevmiyorum.

'Easy', nasıl güzel bir parçadır, anlatılmaz sanırım. 2008'de işten ayrılmıştım. Yeni iş ararken can sıkıntısına rock bar'a gider içerdim(çalışırken de can sıkıntısı sebebiyle yine gidip içerdim). Gece 1 olup, bar kapanınca eve giderken 'Easy' parçasını ne kadar çok dinledim, hatırlamıyorum. 'Easy', benim kategorilendiremediğim parçalardan birisi. Bu durumu bir çok progresif rock parçasında yaşamışımdır. Hiçbir müziğe benzetemediğim parçalar o kadar çoktur ki, 'Easy' de onlardan birisi. Sanırım progresif rock (ilerici rock) tanımının en çok yakıştığı parçalardan birisi 'Easy'. Tam anlamıyla Rock parçası. Zaten progresif rock'ı rock'ın bir parçası olarak görmemişimdir. Progresif rock benim için rock müziğin temelidir.

Curved Air, kesinlikle pas geçilmeyecek gruplardan biri. Hatta dinlemeye başlayınca unutmayacağınız gruplardan birisi. Curved Air günümüzde de yeni albümler üretmeye devam ediyorlar. Tabii ki Sonja Kristina önderliğinde. Eski facebook hesabımda Sonja Kristina'da ekliydi. Kendisi, yaptığı ve önderlik ettiği müzik kadar güzel bir insan.

1. The Purple Speed Queen (1.32)
2. Elfin Boy (4.13)
3. Metamorphosis (10.38)
4. World (3.43)
5. Armin (3.42)
6. U.H.F. (5.07)
7. Two-Three-Two (4.10)
8. Easy (6.40)

Süre : 39.45

Sonja Kristina / Vokal, Akustik Gitar
Kirby Gregory /  Elektrik Gitar, Vokal
Eddie Jobson / Klavye, Keman, Vokal
Jim Russell / Davul, Perküsyon
Mike Wedgwood / Bas Gitar, Akustik Gitar, Geri Vokal(Two-Three-Two'de vokal)

27 Ocak 2017 Cuma

Rush - A Farewell to Kings 1977



Rush, 1973'den 1976'ya kadar olan ilk dört albümünde hard rock ve blues rock etkilerini yoğun olarak gösterdi. 1976'da çıkardıkları '2112' albümüyle müziklerinde değişme olmaya başladı ancak ilk 3 albümde ki hard rock ve blues rock etkileri hissediliyordu. '2112' albümü her ne kadar ilk 3 albümden kopuş gibi gözükse de, tam koğuş 'A Farewell To Kings' albümü oldu. Saykodeliğin, caz rock'ın, elektronik seslerin (ve hatta avant-garde'ın) kullanılmaya başlaması 'A Farewell To Kings' albümünde oldu. Sonrasındaki albümlerle birlikte 'A Farewell To Kings', progresif rock'a geç katılan Rush'ın progresif rock efsanelerinden biri olmasını sağladı.

Progresif metal hayranlarının Rush'ı progresif metal'in temel gruplarından birisi olduğunu görmelerini ve iddia etmelerini anlayabilmiş değilim. Rush dinlerken yada müziği bitirdikten sonra aklıma hiç progresif metal dinleyeyim şimdi de düşüncesi oluşmaz. Progresif Metal'i dinlemeyen, dinlemeyi bile tercih etmeyen biri olarak, bu duruma yıllardır bir anlam verememişimdir. Belki de sert gitar rifflerinden (sürekli tekrarlayan nota dizilimleri) kaynaklıdır iddia ettikleri.

Rush benim için Pink Floyd gibi kendi bildiği müziği yapmaya çalışan bir grup ve en az Pink Floyd kadar kaliteli. Dinlediğiniz zamanda müziğin akılda kalıcı olacak kadar oijinal. Heavy progressive rock diye geçiyor belki ama ben Art Rock yahutta Rush müziği olarak değerlendirmeyi seçerdim. Müziğe başladıkları andan itibaren geçirdikleri değişimlere bakarsanız bana hak verirsiniz.

Albüm kendi adını taşıyan 'A Farewelll to Kings' ile başlıyor. İlk dört albüme göre Rush müziğinin geçirdiği dönüşüm. Parça klasik gitar ile başlıyor. YES'den Steve Howe'a mı yoksa Genesis'den Steve Hackkett'a mı öykünüldü, bilemedim ancak senfonik gitar konçertosu geliyor kulağıma. Sonrası sürekli ritim değişiklikleriyle bir çok rock grubuna ilham olan klasik Rush parçalarından biri başlıyor.

'Xanadu', Kubilay han ile ilgili bir şiirden esinlenilmiş sözleri olan parça. Saykodelik, elektronik sesler ile başlayan parçada bir süre sonra blues rock, caz rock, senfonik rock esintileri duyulmaya başlıyor. Rush'ın '2112' sonrasında yaptığı en progresif (ilerici) parça. 'Xanadu', Rush'ın en klasik parçalarından birisi. Bunu da fazlasıyla hakediyor.

'Closer To The Heart' parçasının girişi bana italyan progresif rock devlerinden Le Orme'yi hatırlatıyor. Akdeniz, latin esintisi Geddy Lee şarkıyı söylemeye başlayana kadar kendisini hissettiriyor. Parça 3 dakika gibi uzunluğa sahip olmasına rağmen, içinden 3-4 parça çıkaracak bir parça. Aynı zamanda güzel bir yol parçası.

'Cindirella Man', Rush tarihinin en güzel sololarından birisine sahip. Sırf o, Alex Lifeson gitar solosu için bile üstüste sıkılmadan dinlenebilir.

'Madrigal', dramatik bir havası var. 1975 öncesi bir çok progresif rock grubunun kısa parçalarına benziyor. Saykodelik sesler(mini moog), gitarlarla ritim tutma ve melankolik bir vokal. İki bucuk dakikalık parça ile 1975 öncesi progresif rock'ını hatırlatıyor. 1970-73 yılları arasında olsaydı sanırım hippilerinde yada çiçek çocuklarının diline pelesenk olurdu. (belirtmek gerek, hippiler ve çiçek çocukları 70'lerin ortalarında hayatın içinden çekilip diskolar da yaşamaya başladılar)

'Cygnus X-1', albümdeki 'Xanadu' ile birlikte üzerinde en çok çalışılmış parça. Tangerine Dream benzeri kozmik, elektronik sesler ve albümün prodüktörlüğünü yapan kişinin konuşması her dinleyişimde beni büyülüyor. Tangerine Dream gibi her dinleyişimde beni uzayın uçsuz bucaksız yerlerine götürüyor. Parçanın müzikal yapısı gibi sözleri de uzay (kozmos) ile ilgili. 'Cygnus X-1', Rush'ın rock operalarından biri olduğu gibi kategorilendirmesinde ki heavy prog tanımına en uygun parça. Keşke diyorum, bir kaç albümünü bu müzikal anlayışda yapsalardı, Rush'ı hep o şekilde hatırlasaydım.

Son olarak; tekrar tekrar hatırlatmakta bir sakınca yok. Gelmiş geçmiş bütün rock tarihinin en iyi davulcusu Neil Peart, bas gitarıyla hala örnek alınan 3-5 kişiden biri olan Geddy Lee ve virtiöz  olarak efsaneler arasında yer almamasına rağmen Rush gibi rock müziği için klasikleşmiş grubun gitarlarıyla lider müzisyenliğini yapan Alex Lifeson. 3 dev müziyeniyle Rush grubu, bir çok progresif rock grubu gibi rock müziğin öncülerindendir.

Progresif rock bir rock türü değildir. Progresif rock, günümüz rock müziğin temelidir. Rush grubu da 'A Farewell To Kings' albümüyle buna bir örnektir.

1. A Farewelll to Kings (5.49)
2. Xanadu (11.04)
3. Closer To The Heart (2.51)
4. Cindirella Man (4.19)
5. Madrigal (2.33)
6. Cygnus X-1 (10.21)

Süre : 36.57

Alex Lifeson / 6 & 12 Telli Akustik, Klasik, Elektrik Gitar, Bas Pedalı
Geddy Lee / Bas Gitar, Bas Pedalı, Mini Moog, 12 Telli Gitar, Vokal
Neil Peart / Davul, Orkestral Çanlar, Perküsyon

Konuk;
Terry Brown / Prodüktör, Konuşmacı (6)

Kapak Resmi / Hugh Syme, Yosh Inouye (fotoğraf)

25 Ocak 2017 Çarşamba

Diagonal - The Second Mechanism 2012



Geçen gün Jaki Liebezeit'in ölüm haberini alınca Can dinlemeye başladım. 3-4 albümünü dinledikten sonra sonraki yazı için ne dinlemeliyim, ne hatırlamalıyım derken aklıma Diagonal'ın ikinci albümü geldi. İlk albümünü geçen yıl yazmıştım. İlk albümdeki mükemmelliğine yakın bir albümdü ikinci albüm. Hemen bulup dinlemeye başladım. Can kalitesinden sonra en azından bir süreliğine bunu devam ettirmeliyim düşüncesi hakimdi. Gün içinde de albümü 3-4 kez ardarda dinledim. Her dinleyişimde progresif rock'a olan sevgim daha da çok arttı.

Diagonal, 2008 yılında bir 45'lik çıkardı. Yine aynı yıl, 2008'de da ilk albümlerini. 2012 yılında da 'The Second Mechanism' albümlerini çıkardılar.

Albümün ilk çıktığı zamanı hatırlıyorum. Hemen bulup, ilk günden dinlemeye başladım. 2012 yılı, İstanbul'dayım. İşyeri(kitapçı) Cağaloğlu'nda. Akşam işçıkışı otobüsle Mecidiyeköy'e gidiyorum, trafik berbat durumda. Otobüs santim santim ilerliyor. Eve varana kadar albümü hiç değilse 3 kez üstüste dinlemişimdir, tabii ki ayaklar yerden kesilerek.

Diagonal, benim 2000 sonrası en çok sevdiğim bir kaç gruptan birisi. 2000 sonrası progresif rock'a çok iyi albümler gösterebilirim ama başyapıtlık yada en iyi ilk 3-5 albüm diye sorulsa, cevabımın içinde kesinlikle Diagonal grubu yer alır. Diagonal 70'lerin havasını öyle güzel bir şekilde önünüze getirir ki albümlerini ve konserlerini çok daha fazla yapsa 70'lerin progresif'ini dinlemeyi bırakır, Diagonal dinlemeye başlarsınız.

İlk albüme göre biraz daha farklı bir albüm, 'The Second Mechanism'. Alex Crispin'in kendi grubu Baron'un müziğine yoğunlaşması, ikinci albümde piyano ve synth farkettiriyor. Gerçeği bu albümde konuk olarak yer almış ama parça yazımlarında da olsaydı keşke dedirtiyor. Luke Foster, Hugh Evans (VDGG) tarzı davulunu daha da üst düzeye çıkarmış bu albümde. Zaten Diagonal deyince aklıma ilk Alex Crispin, sonra da Luke Foster geliyor. Bu, grubun diğer elemanlarının kötü olduğu anlamına da gelmiyor. Grup üyelerinin tamamı, günümüz progresif rock'ı için fazlaca yenetekliler. Hepsi biraraya gelince de böyle mükemmel bir albüm ortaya çıkıyor. Progresif rock hayranlarının son yıllar için umutlarından. Progresif rock'ın mükemmelliği bir yerlerden fırlayıp çıkar önünüze Diagonal gibi; gözleriniz dolar, progresif rock'a daha çok bağlanırsınız.

İlk albümde ki Luke Foster ve Alex Crispin'i özellikle üzerine yoğunlaşarak dinlemiştim. İkinci albümde Alex Crispin sadece konuk olarak albüme yardımı dokunmuş olsa da, ilk albümde ki piyano'yu arıyorum.

Diagonal ilk albümde ki avant-garde öncülüğünde saykodelik, caz (serbest caz(free jazz)) ve elektronik (ve kozmik) müziği 'The Second Mechanism' albümünde de devam ettiriyor. 'Voyage/Paralysis' parçası, saykodelik, elektronik müziğin mükemmel bir uyumu. 'These Yellow Sands' ise, saykodelik ve caz'ın (serbest caz) birlikte ne kadar güzel bir şekilde çalınabileceği gösteren bir parça. Albümdeki favori parçamdır, üstüste 10 kez dinlesem bile sıkılmayacağım tek parça. 'Mitochondria', bas ile başlıyor. Piyano ve saksafon bas gitara eşlik ediyor. Ağır aksak, karamsar bir şekilde ilerleyen piyano, bas, saksafon ve perküsyon, bas gitarın öncülüğünde saykodelik bir yapıya yönelmeye başlıyor. Bu hengame sonunda VDGG müziğini duyuyorsunuz. Müziğin verdiği karamsarlığın yerine Diagonal müzisyenlerinin yeteneklerinin ne derece üst düzey olduğunu kavramaya başlıyorsunuz. İnsan dinlerken kendinden geçebiliyor.

'Hulks' parçası albümde vokal olan, daha doğrusu söz olan, tek parça. Dinlemeye başlayınca progresif rock'ın ilk çıktığı yıllara, 60'ların sonları, 70'lerin başlarına gidiyorsunuz. Saykodelik müziğin ve serbest caz'ın, progresif rock'da ki etkisini bu parçada daha çok anlıyorsunuz.

Kapanış parçası 'Capsizing', albümün başlangıcındaki kozmik, elektronik sesler ile bitiyor. 9 dakikalık parça, kozmik, elektronik, saykodelik ve özellikle serbest caz'ın birarada kullanıldığı parça. Saksafon'u takip ediniz ve saksafon'un rock müziğe verdiği güzelliği görün.

Giriş kısmını ilk albümdeki 'Pact' parçasına benzetiyorum her dinlediğimde. Sanırım Alex Crispin bu parçada daha fazla synth üzerinde durmuş. Mükemmel bir albümün mükemmel bir kapanış parçası.

Sanırım bir kaç gün boyunca herhangi bir grup dinleyip, yazı yazmayacağım. Diagonal'ın müziği bir kaç gün boyunca beynimi esir alacak. Siz de 70'lerden kopamıyorsanız, Diagonal'ın bu ikinci albümünü dinlemekten alıkoyamayacaksınız kendinizi. Karşınızda son yılların en iyi albümlerinden biri var.

Son olarak 2012'den beri 3. albümlerini bekliyorum. 5 yıl bitecek yakında. Alex Crispin kendi grubu Baron'un müziğinden biraz ayrılıp, Diagonal'a yoğunlaşsa şu garibi ne kadar mutlu edecek, haberi yok.

1. Voyage/Paralysis (6.12)
2. These Yellow Sands (7.59)
3. Mitochondria (9.41)
4. Hulks (10.46)
5. Capsizing (9.10)

Süre : 43.38

Luke Foster / Davul, Perküsyon, Piyano, Geri Vokal
Ross Hossack / Synth (ses düzenleyicisi), Geri Vokal
Nicholas Richards / Elektrik Bas, Mellotron, Synth, Geri Vokal
Nicholas Whittaker / Alto Saksafon, Klarnet, Vokal, Geri Vokal
David Wileman / Elektrik Gitar, Geri Vokal

Konuklar
Alex Crispin / Synth, Geri Vokal
Robbie Wilson / Trompet, Flugelhorn, Geri Vokal


24 Ocak 2017 Salı

Jaki Liebezeit



Dün Jaki Liebezeit öldü. Tabi internetteki sosyal ağlarda onu hatırlayanlar yok denecek kadar azdı. Avrupa'da ki bir çok rock müzik siteleri hatırlamıştı. Bizde ise bir kaç plakçı ve bir kaç grup haricinde hatırlayan yoktu. Bir de tabi Can hayranları var. Halbuki günümüzün bir çok rock müzik türünün temellerini atan bir grup, Can. Yazık!

Can grubunun isminin açılımı, Cannibalism, Anarchism, Nihilism. 1968 yılında başladıkları rock müzik krautrock (lahana rock) olarak tanımlandı. Aslında ana akım krautrock gruplarından biraz farklıydı ortaya çıkan müzik. Krautrock daha çok enstrüman doğaçlamalarına sahip iken, Can'ın müziklerin bu doğaçlamalardan biraz uzakta. Minimalist, saykodelik, caz ve elektronik yapısıyla Can grubu benim için avant-garde türüne daha yakın. Yani öncü müzik.

Can grubunu ilk kez 2001 yapımı 'Baader' filminde duymuştum. Can grubu olduğunu bilmeyerek o filmi kaç kez izlediğimi hatırlamıyorum. İnternet üzerinden bulunması da bir hayli zordur o filmi. 'Ege Bamyası' albümünün yazısında da belirtmiştim. Filmin sonunu açıp, Can'ın olduğunu çok daha sonra öğrendiğim 'Sing Swang Song' parçasını içtiğim içkiyle az dinlememişimdir. 'Ege Bamyası' albümünü ilk dinlediğimde de hazine bulmuş gibi sevinmiştim, 2006 yılında. 'Sing Swan Song' parçası hala Can'ın en sevdiğim parçalarından birisidir.

Can grubu için günümüz rock müziğinin temellerinden birisidir, dedim. Post rock ve Math rock gibi türlerinin temel aldığı gruplardan birisidir. Döneminin bir çok grubu Can'ın yaptığı müzikten  esinlenmeler yaşamıştır. Bunlardan birisi geçen yıl ölen, (pek sevmem) David Bowie'dir. Yine 2000'lerin başında Radiohead, verdikleri konserlerde kullandıkları enstrümanlar üzerinde doğaçlama yaparken öykündüğü, örnek aldığı gruplardandır, Can. 'Tago Mago' ve 'Ege Bamyası' albümlerinin konserlerinde bunu rahatlıkla görebilirsiniz.


Jaki Liebezeit, grupta Irmin Schmidt ve Holger Czukay kadar ön planda olmasa da, çalmış olduğu davul stiliyle Can'ın müziğinde çok önemlidir. Ortadoğu vurmalı çalgı (türk, iran, arap) ritimlerini deneysel tarzda çalarak gruptaki herkes kadar katkı sağlamıştır. Bazı parçalar ise tamamen davul'un öncülüğündedir.

Hem Can grubu hem de Jaki Liebezeit'ın rock müziğine katkılarını asla unutamam. Benim için Can, Rock sözcüğündeki C gibidir. Jaki Liebezeit, 1938'de doğdu, 2017'de öldü. Yaşamının 50 yılı rock müzik için geçti. Düne kadar yaşayan birkaç efsane davulcudan birisiydi.

Kendisi dün bedenen ölmüştür belki ama Rock müziğe verdiği ruhu ile yaşamaya devam edecektir.




21 Ocak 2017 Cumartesi

Edgar Froese - Epsilon in Malaysia Pale 1975



Dün Edgar Froese'nin ölüm yıldönümüydü. 20 Ocak 2015

Müzik dünyası yada müzikseverler şimdiden Edgar Froese'yi çoktan unutmuşlara benziyorlar. Sosyal paylaşım sitelerinde doğru dürüst hatırlayan bile yok. Müzisyen yetenekleriyle, yaratıcılığıyla, kalitesiyle değil de götüyle hatırlananlar her zaman mevcut. Bu tarz haberleri görünce ciddi anlamda sinirleniyordum eskiden. Artık pek umursadığım söylenemez. Kendi bildiğim, tanıdığım müzisyenleri takip etmek daha güzel.

'Epsilon In Malaysian Pale' albümü Edgar Froese'nin ikinci solo albümü. Albüme geçmeden Edgar Froese'yi biraz anımsamakta fayda var.

Edgar Froese ve arkadaşları 1966-7 yılında kurarlar, Tangerine Dream grubunu.  En büyük hayranı oldukları Salvador Dali ile fotoğrafları da mevcuttur. İlk albümlerini 1969-70 yılında çıkartırlar. Büyük pahalı müzik aletleri ile günümüze kadar 100'ün üzerinde albüm yaparlar. Tangerine Dream'i 70'li yıllardan Türk dinleyicisi çok iyi hatırlar. Soccorer filmi müziklerini yapmışlardır. Bu film müzikleri o dönemin Türk filmlerinde bolca kullanılmıştır.  Soccorer filmi yönetmeni, sinemanın efsanelerinden olan 'The Exorcist', bizde ki adıyla 'Şeytan' filminin de yönetmenidir.

Tangerine Dream günümüze kadar bir çok filmin ve belgeselin müziklerini yapmışlardır. Özellikle 1980'li yıllarda yaptıkları film müziklerinin adetini ben bile bilmiyorum. Liste yapmış olsam bile bir yerlerden muhakkak ki yeni müzikleri çıkacaktır. Örneğin, yine sinemanın efsane bilim kurgu yönetmenlerinden Ridley Scott'un 1985'de ki 'Legend' filminin bütün müziklerini yapmamışlardır ama film için parçaları vardır. Aynı filmde David Gilmour da vardır. Birkaç yıl öncesinde Türkiye'de iken bir arkadaşım Tangerine Dream için 'Onları burada kimse tanımıyor, öyleyse o kadar da güzel müzik yapmıyorlarmış' sözüne Ridley Scott'un bu filmini söylemiştim. O'da 'Olabilir ama o film de o kadar meşhur değil' demişti. Cevabım filmin müziklerinden birisini de David Gilmour'un yaptığıydı. Aynı filmin müziklerinde YES grubundan Jon Anderson'da vokaliyle katılmıştı, film müziklerine. Demek istediğim, yukarıda söylediğim gibi popüler yada bilindik olmayınca müziğin yada müzisyenin kalitesini yargılamamak.

Tangerine Dream'in müzik tarihi boyunca kadrosu sürekli değişmiştir. Tek değişmeyen üyesi Edgar Froese'dir. Bütün bu kadro değişikliklerine rağmen Tangerine Dream müziği mantığında çok büyük değişimler olmamıştır. Edgar Froese'li Tangerine Dream son olarak bundan bir kaç yıl önce herkesin bildiği bilgisayar oyunu 'GTA-6'nın müziklerini yapmıştır.

Bu kadar gereksiz bilgiden sonra 'Epsilon In Malaysian Pale' albümüne dönelim. 1975 yılında ki ikinci albümü, Edgar Froese'nin. Malezya ve Avusturalya'ya yaptığı seyahet sonrası bu albüm ortaya çıkmıştır. Albüm kapağı da Edgar Froese'nin fotoğraf sanatçısı olan eşi, Monuqie Froese'dir.

'Epsilon In Malaysian Pale' albümü iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm, albüme ismini veren 'Epsilon In Malaysian Pale' idir. İkinci bölüm ise, Maroubra Bay(Avustralya'da bir körfez). İlk bölüm ikinci bölüme göre folkik, senfonik sesler daha çoktur. İkinci bölüm de ise kozmik sesler ve synth'in ağırlığı daha çok hissedilir.

Albüm, 70'li yıllarda ki herhangi bir Tangerine Dream eseri kadar kaliteli ve yaratıcılık barındırır. O yüzden bu albümü dinlerken Tangerine Dream dinlemeliyim gibi bir düşünce aklıma hiç gelmiyor.

Bir çok Tangerine Dream albümünde olduğu gibi bu albümü de dinlerken müzik hayal dünyama eşlik ediyor.

Uzak bir gelecekte, insanların dünyayı terketmelerinden binlerce yıl sonra dünya'ya tekrar geri gelen bir insanın (yada insanların) karşılaşabilecekleri şeyleri düşlüyorum. Dünyayı son terkeden insanların eserleri bile kalmamıştır, yeryüzünde. Doğa, insanoğlunun yapay olarak ürettiklerinin üzerini örtmüştür. İnsanoğlundan eser kalmamıştır ve dünya'ya geri gelen kişi doğa mı güçlüdür yoksa insanoğlu mu güçlüdür çelişkisini düşünür.

Tangerine Dream müziğe bakışımı değiştiren bir kaç gruptan birisidir. Grubun değişmeyen tek üyesi Edgar Froese'nin bunda katkısı ölçülemeyecek düzeydedir. Tangerine Dream'in yaptığı müzikleri eğer siz de seviyorsanız, Edgar Froese'nin solo albümlerini de eksik etmeyin dinlediklerinizden. Özellikle de 'Epsilon In Malaysian Pale' albümünü.

1. Epsilon In Malaysian Pale (17.00)
2. Maroubra Bay (17.15)

Süre : 34.15

Edgar Froese / Synth(ses düzenleyicisi), Melletron ve albümde varolan bütün enstrümanlar, Prodüktör

Albüm Kapağı / Monique Froese (fotoğraf)



19 Ocak 2017 Perşembe

The Who - Quadrophenia 1973



Rock grupları genelde en iyi albümlerinden sonra düşüşe geçerler. Tahminimce bu durum, artık müzik üretmede doyuma ulaştıkları içindir. Çok nadir olarak rock grupları bunu en iyi albümlerinin devamını getirebilirler. Burada sadece parçalardan bahsetmiyorum, albümün bütününden bahsediyorum.

The Who grubu da 'Who Next' gibi efsane bir albümden sonra çıtayı daha da yükseltmeyi bildi. O da nadir gruplardan birisidir bu konuda ancak iki efsane albümden sonra The Who grubu da bu mükemmellik seviyesine tekrar ulaşamadı.

'Quadrophenia' albümü rock opera'nın, konsept albümlerin en iyilerinden birisidir. Pink Floyd için 'The Wall' albümü ne ise, 'The Who' grubu içinde 'Quadrophenia' albümü de öyledir. Her insanın bir ergenlik dönemi vardır. Bu ergenlik döneminde yaşadığı psikolijik durumlar, dünyayı kendi etrafında dönüyor sanmalar yada dünyanın merkezi sanmaları gibi her insanın yaşadığı şeylerdir. Farklı olmaya çalışmak yada kendisini çevresine kişilikler beğenip; kanıtlama, tanıtma, ispat etme, ergenlik dönemine başka örneklerdir. (Kendimden biliyorum)

The Who'nun 'Quadrophenia' albümü de Pete Townshend'in mükemmel şarkı yazarlığıyla birlikte bu ergenlik döneminde ki duygu değişimlerini en iyi anlatan konsept bir albümdür. Bir bucuk saate yakın kayıtlarıyla sözün tek anlamıyla rock opera'dır. Hem de bir önceki albüm olan 'Who Next' e göre çok daha progresif öğeler içererek.

İlk 10 parçanın bulunduğu ilk CD, daha çok 60'lar ve 70'lerde ki rock müzik türlerinin bir arada gösterilişi. Beat'den, acid rock'a; saykodelik'ten hard rock'a; rock'n roll'dan; progresif rock'ın ilk dönemine, ne ararsanız var. Synth yardımıyla senfonik hale getirilmesi de dinlerken büyük keyif veriyor. Parça isimleri de ergenlik döneminde bir gencin başına gelebilecek sorun yada durumlardan oluşuyor. 'The Punk And The Godfather', 'Cut My Hair', 'I Am One' gibi. Bu ilk bölümde favori parçam 'I Am One'. Çok kısa olmasına rağmen dinlerken bana büyük bir haz veriyor. Özellikle synth'in müziğin altına yerleştirilip, akustik gitarla yavaş yavaş başlayıp, sonrasında Roger Daltrey'in harika hard rock vokalini dinlerken; eşlik ettiriyor.

İkinci bölüm; progresif öğelerin daha fazla bulunduğu bölüm. Yine ilk bölümde ki gibi beat, acid rock, rock'n roll, saykodelik rock'ın izlerini rahatlıkla görebilirsiniz. Daha fazla deneyselliğin, gitar ve davul soloları var. Melodik kısımları da çabası. Bu bölümde favorimlerim 'The Rock' ve 'Doctor Jimmy'. Her ikisinde de Keith Moon davullarının zevkini fazlasıyla çıkarıyorsunuz. 'Doctor Jimmy' de synth kullanımı çok daha fazla. 'The Rock' da ise davul, gitar ve piyano'nun tadını çıkarıyorsunuz.

Böyle bir albüm günümüzde yapılsaydı, kesinlikle rock müzik tarihi için örnek gösterilirdi. 'Bu albümü dinleyin, rock tarihinin özeti' gibi sözler söylenir, yazılırdı. 1973 yılı ve öncesi için (hatta sonra ki bir kaç yılı da kapsayarak) rock müziğin özeti denebilir. Albümün içinde o dönem dinlenen hemen hemen bütün rock türlerini bulabilirsiniz.

Pink Floyd'un 'The Wall' albümü kadar popüler yada bilindik değil ama kesinlikle dinlenildikten sonra asla unutulmaması gereken bir albüm. En az 'The Wall' albümü kadar kaliteli. Hatta daha da kalitelisi.

1. I Am The Sea (2.09)
2. The Real Me (3.21)
3. Quadrophenia (6.13)
4. Cut My Hair (3.44)
5. The Punk And The Godfather (5.11)
6. I Am One (2.38)
7. The Dirty Jobs (4.29)
8. Helpless Dancer (2.34)
9. Is It In My Head (3.43)
10. I Have Had Enough (6.14)
11. 5.15 (4.59)
12. Sea And Sand (5.01)
13. Drowned (5.27)
14. Bell Boy (4.55)
15. Doctor Jimmy (8.36)
16. The Rock (6.37)
17. Love, Reign O'er Me (5.48)

Süre : 86.54

Roger Daltrey / Vokal
Pete Townshend / Gitar, Klavye, Synth (ses düzenleyicisi), Banjo, Çello, Efektler, Vokal (4-6, 10-12)
John Entwistle / Bas Gitar, Boynuz, Vokal (9)
Keith Moon / Davul, Perküsyon, Çanlar, Vokal (14)

Konuklar;
Chris Stainton / Piyano (7,11,13)
John Curle / Sesler
Rod Houison / Efektler
Ron Nevison / Efektler


16 Ocak 2017 Pazartesi

Tangerine Dream - Ricochet 1975



Hani bir grup söyleyince hemen aklımıza bir kaç parça geliyor ya, bana da aynısı oluyor. Pink Floyd diyelim örneğin; hemen 'Wish you were here' parçası aklımıza gelir. King Crimson deyince, 'Starless', 'Epitaph', ELP deyince 'Tarkus gibi. Bu durum, ileri çıkmış (popüler, bilindik olmuş da diyebilirsiniz) bir kaç parçayla grubu hatırlama herkesde var, ben de olduğu gibi. İşte Tangerine Dream deyince aklıma gelen ilk parçalar ve albüm, Ricochet.

14 Ocak 2017 Cumartesi

Curved Air - Air Conditioning 1970



Sonja Kristina, sesini bir enstrüman gibi kullanabilen ender müzisyenlerden birisi. Sesiyle Curved Air grubunun bütün albümlerinde değişmeyen enstrüman oldu, 46 yıl boyunca. İlk albümü  'Airconditioning' ile birlikte başlayan Sonja Kristina'nın müzik hayatı, bir kaç ay önce çıkan son Curved Air'in son albümüyle devam ediyor.

6 Ocak 2017 Cuma

Banco Del Mutuo Soccorso - Io Sono Nato Libero 1973



'Io sono nato libero', özgür doğdum, Banco del Mutuo Soccorso'nun üçüncü albümü. 'Darwin' albümü gibi bir efsane albümün sonrasında yine başka bir efsane albüm.

4 Ocak 2017 Çarşamba

La Maschera di Cera - La Maschera di Cera 2002



İtalyanların günümüzde çıkardığı en iyi müzisyenlerden biri olan Fabio Zuffanti'nin bir başka proje grubu, La Maschera di Cera'nın ilk albümü. Hem grubun hem de albümün ismi açılış parçasından geliyor. La Maschera di Cera, Mum Maskesi. 2000 yıl öncesinin Latinlerinin sevdiklerinin yüzlerini mumdan yaparak saklarlarmış. Parça, bu yok olmuş geleneğin hikaye olarak anlatımı.

2 Ocak 2017 Pazartesi

Biglietto Per L'Inferno - Biglietto Per L'Inferno 1974




Yıl 1974 ve İtalyan progresif rock'ın altın çağlarını yaşadığı dönemler. PFM, Banco, Le Orme, Osanna, New Trolls gibi efsane grupların İtalyan Progresif rock'ın efsane albümlerinin çıktığı yıllar.   Saydığım italyan gruplar müziklerinin devamını getirirlerken bazı gruplarda bir  iki albüm yaparak rock dünyasından çekildiler. Tek yada iki albümlük yaptıkları müzikle unutulmayacak olan Quella Vecchia Locanda, Alusa Fallax, Alphataurus, L'Uovo di Colombo gibi gruplara Biglietto Per L'Inferno'yu da eklemek gerekiyor.