Bu Blogda Ara

25 Şubat 2019 Pazartesi

Deluge Grander - Ocenanarium 2017



2017'nin en güzel albümlerinden birisine Deluge Grander grubuna ait. 10 yıldan uzun süre önce 70'lerin mantığıyla müziğe başlayan Dan Britton öncülüğündeki grup, her albümüyle geçmişi unutmamayı, günümüzde ve gelecekte de bu müziğin devam edilebileceğini bir nevi ispat ediyor.

2001 yılında kurulan bir caz rock grubunda gitarist olarak başlayan Dan Britton, bu grupla ilk albümünü 2005 yılında çıkartır. Aynı gruptan davulcu ile birlikte Deluge Grander adlı grubu kurar ve bir yıl sonra kendi grubunun ilk albümünü çıkartır. 2 yıl sonra ise ikinci proje grubu Birds and Buildings adlı grup ile bir albüm daha çıkartır. İçinde bulunduğumuz yıla kadar da toplamda 6 albüme imza atar.

Deluge Grander, Dan Britton'un klavyler üzerindeki hakimiyeti üzerinde ortaya çıkan albümlere sahip(idi). Diğer grubunda(Birds and Buildings), enstrümanlar eşit bir şekilde paylaşılarak caz'dan folk'a, klasik müzikden avantgard'a kadar bir çok müziğin görüntüsü altında daha enerjik ve koatik müzik ortaya koyarlar.

Büyük sel anlamına gelen Deluge Grander, ilk albümüyle grup adının hakkını vermişti. Çok yoğun klavye çalışmalarına hakim olan, kullanılan klavyeler sel baskını efekti gibiydi, ilk albümdeki atmosfer 2. ve 3. albümlerinde de devam etti. Ancak benim için 2. ve 3. albümlerinde var olan yoğun klavye atmosferi ilk albümü kadar başarılı değildir. Bu albüm ise ilk 3 albümün hiçbirisine benzememektedir.

'Oceanarium' albümü, Deluge Grander projesinin devam albümü olsa da, ortaya çıkan atmosfer Birds and Buildings projesindeki atmosferle içiçe geçmiş gibidir. Albümde Birds and Buildings albümlerinde ortaya çıkardıkları atmosfer ve müziğin içine yerleştirdikleri avantgard hava, folklorik sesler ve serbest caz gibi bir şablona oturtulamayan yapılar fazlasıyla mevcuttur. O yüzden bu albüm için iki proje grubunun ortak çalışması diyebilirim.

'Oceanarium' Deluge Grander'in 2 ve 3. albümleri kadar kısa değil, tam tersine iki katı uzunluğunda. Ve albümde bulunan parçaların her biri birbirinden bağımsız ve herhangi bir şablon üzerine oturtulmamıştır. Deluge Grander projesinde kullandıkları senfonik yapı yoğun olarak varken ilaveten Birds and Buildings'de kullandıkları caz, avantgard ile müzik bambaşka yerlere gidebilmektedir.

Albüm içinde 70'lerin ağır etkisinin yanında King Crimson, Genesis, YES gibi dönemin bilinen ve müziğe yön vermiş gruplarını hissettiğiniz kadar, bilinmeyen ama yön veren grupları da görebilirsiniz. Birds and Buildings albümlerinde Magma, Soft Machine ve Univers Zero etkisi bu albümde de yer bulmuş.

'Oceanarium' klavyeler öncülüğünde senfonik bir atmoferin içine yerleştirilmiş caz, avantgard öğelerle orkestral bir atmosfere bürünüyor. 2017'nin en iyi albümü olmasa bile, Wobbler'in albümü gerçekten taklit edilemez bir düzeyde, en kaliteli albümlerinin başında geliyor.

Albümdeki favori parçalarımdan ilki; uzak doğu ezgileri, folklorik sesler, avantgard atmosferi ve Steve Howe benzeri elektrik gitarıyla 'Finding a Shipwreck in a Valley in an Ocean'. Bir diğeri; Tangerine Dream'in senfonik yapıyı kullandıkları albümlerindeki atmosfere, caz ve klasik müziğin koyulmuş haliyle 'Marooned and Torn Asunder'. Özellikle bu parçanın sonunda olan atmosfer ve  gitar solo 'Lilly on The Beach' albümünü anımsatıyor.

Ve 'The Blunt Sun and the Hardened Moon'. Zeuhl müziğin yaratıcısı Magma eğer senfonik bir albüm yapmaya çalışsaydı muhtemelen bu parçaya benzer bir albüm çıkartırlardı. Caz-füzyon, serbest caz, canterbury (caz olanı), folklorik sesler öyle güzel harmanlanmış ki müzikal zevkinizde bambaşka bir deneyim sahibi oluyorsunuz.

Popüler, bolca fanları olan gruplar kadar bilinmiyor, tanınmıyor hatta önemsenmiyor olsa da, hem 70'ler müziğini sevenler için hem de günümüz müziğinde izlerini görmek isteyenler için muhteşem bir albüm.

1. A Numbered Rat, a High Ledge, and a Maze of Horizons (11.31)
2. Drifting Inner Skyline Space (8.27)
3. The Blunt Sun and the Hardened Moon (15.25)
4. Finding a Valley in a Gray Area on a Map (3.24)
5. Finding a Shipwreck in a Valley in an Ocean (6.19)
6. Tropical Detective Squadron (14.09)
7. Marooned and Torn Asunder (8.05)
8. Water to Glass  The Ultimate Solution (12.28)

Dan Britton / Klavyeler, Akustik & Elektrik Gitar
Brett D'anon / Bas Gitar, Elektrik Gitar
Patrick Gaffney / Davul

Konuklar
Dave Berggren / Elektrik Gitar (6)
Corey Sansolo / Trambon (1)
Denis Malloy / Bas Klarnet (1-3,8)
Steve Churchill / Oboe (1,7)
Brain Falkowski / Saksafon (3), Flüt (4,5), Klarnet (8)
Neil Brown / Trampet / (2,4,5,8)
Zack Stachowski / Keman (4,5)

23 Şubat 2019 Cumartesi

Unreal City - Frammenti Notturni 2017


2008 yılında kurulan grup ilk albümlerini Fabio Zuffanti'nin keşfetmesi, ön ayak olmasıyla 2013 yılında çıkardı. İlk albümleriyle de dikkatleri üzerine çekmişti ki, o yıl önüme gelen bir kaç kaliteli albümlerden birisiydi. Grup ikinci ve üçüncü albümlerini ikişer yıl arayla çıkardı. Geçen yıl 2017'nin en iyiler diye liste hazırlarken o dönem albümü beğenmediğim için koymamıştım.

Ancak şimdi iki gündür dinlememden dolayı 2017'nin en iyi albümlerinden birisi olduğunu söyleyebilirim.

Unreal City grubu bir hayli genç insanlardan oluşuyor. Yaptıkları müzik ise 70'ler klasik italyan progresif'inin günümüze yansımış şekli. İtalyan progresif rock'ı denince akla gelen PFM, Banco gibi grupların atmosferi de müzikal mentalitesi de parçalarında yer alıyor. Öyle ki PFM'nin folklorik seslerini tanımanız yada Banco'nun Museo Rosenbach'ın avantgard havasını görmeniz işten bile değil.

Grup, progresif rock'ın 70'ler mantığına uyarak klasik müziği ve folklorik sesleri günümüz enstrümanlarının atmosferiyle harmanlayarak oluşturuyor. Açılış parçası 'La Grande Festa in Maschera', kaotik yapısı albümün anlaşılması en güç parçası. Önceki albümlerinde keman kullanmamışlardı bu albümde ise ilk iki parçada konuk müzisyen alınmış. Parça kısmen King Crimson'ı anımsatsa da, Banco ve Museo Rosenbach etkisi çok daha baskın.

İkinci parça 'Le Luci Delle Case (Spente)', PFM'nin 'L'isola di Niente' albümünü anımsattı. Avantgard senfonik atmosferin içine folk ezgileri döşenmiş. Ve en az PFM kadar da başarılı olunmuş. İtalyan progresif müziği dinlediğinizi bu ikinci parça ile daha çok hissediyorsunuz.

Müzikte özellikle progresif müzikte en sevmediğim şablon üzerinden parça yapılmasıdır. Genel olarak blues ve pop parçaları üzerinden yapılanlardan nefret derecesinde tiksinirim. 'Barricate' parçası da öyle başlıyor ancak parçanın ikinci yarısında çok güzel bir org solosu parçaya bakışımı değiştiriyor.

'Il Nido Delle Succubi' ile Museo Rosenbach'ın Zarathustra albümüne bir nevi selam göndermişler. Albümdeki favori parçam.

'Arrivi All'Aurora', bir önceki parça gibi bir başka italyan dev'ine selam göndermişler. Bu kez selam Banco grbunun Garofano Rosso ve Io sono nato libero albümlerine gidiyor.

Unreal City, günümüzün bir çok italyan rock grubuna göre geçmişine daha sadık bir grup ve albümleri tamamen 70'lerin atmosferi ve mentalitesindeki müziklerden oluşuyor. 70'ler klasik italyan progresif müziğini sevenlerin (benim gibi) kaçırmaması gereken bir grup.

Her iki yılda bir albüm çıkardıkları için muhtemelen bu yılda yeni bir albümle varolmaya devam edecekler.

1. La Grande Festa in Maschera (13.15)
- Desir
- Exitacion
- Plateau
- Orgasme
- Resolution
2. Le Luci Delle Case (Spente) (11.00)
3. Barricate (5.47)
4. Il Nido Delle Succubi (9.48)
5. Arrivi All'Aurora (7.53)

Süre : 47:45

Emanuele Tarasconi / Vokal, Org, Mellotron, Klavnet, Akustik Gitar, Synth
Francesca Zanetta / Elektrik & Akustik Gitar, Mellotron
Dario Pessina / Bas Gitar, Bas Pedal, Geri Vokal
Marco Garbin / Davul, Perküsyon

Konuklar
Matteo Bertani / Keman
Camilla / Geri Vokal 

17 Şubat 2019 Pazar

Van Der Graaf Genetator - Pawn Hearts 1971




Rock müziğin hemen hemen her döneminde bir çok klasik grubun benzeri gruplar ortaya çıkmıştır. En bilineni Pink Floyd. Pink Floyd tarzı müzik yapan gruplar hatta Pink Floyd cover grupları hemen hemen her ülkede vardır. Hatta pop olarak söyleyenler de.  Diğer bir çok grubunda cover grupları vardır ve aynı şekilde onları takip eden guplar da vardır.

Bir benzeri müziği yapılamayan, cover grubu bile olmayan sanırım tek örnek, Van Der Graaf Generator grubu. VDGG'nin böyle olması da tamamen Peter Hammill'in şarkı ve söz yazarlığına bağlı.

Peter Hammill, 1968-69 yıllarında kendi müziğini yapmaya karar verip albüm için stüdyo ile görüştüğünde tek başına çalamayacağı söylenir ve albüm için iki kişi bulunur. Ama Peter Hammill bu iki kişiyle kendi albümünü yapmaz ve Van Der Graaf Generator grubunu kurarlar. David Jackson ilk albümde yoktur. Gruba daha sonra dahil olur. İlk albümleri tamamen Peter Hammill'in kendi parçalarından oluşur. İkinci albümde kolektif çalışma ortaya çıkar. 2 yıl içinde 4 albüm ve bir çok 45'lik çıkartırlar.


1971 yılında 'Pawn Hearts' albümüyle grup dağılmaz, konserleri sürdürürler ancak 5. albüm 4 yıl sonra 1975'de çıkar. Bu süre içinde Peter Hammill kendi solo albümlerini çıkartır. Grup üyeleri de albümde yer alırlar.

'Pawn Hearts', VDGG'nin ilk döneminin sonu olarak söylenebilir. İkinci döneme kıyasla yapılan müzik daha enerjik ve dramatiktir. Bu durum bir şekilde Peter Hammill'in duygu dünyasıyla paralellik gösterir. Peter Hammill, içimizde yaşayan katile daha sonraları daha fazla odaklanır. Grupla birlikte değil, kendi albümlerinde daha çok görülür.

'Lemmings'; elektronik sesler, klasik müzik, avantgard yapı ile bir benzerinin yapılması imkansız VDGG parçalarından sadece biri. Akustik gitar ile bir hikaye anlatır gibi başlar. Sonrası tamamen bir kaos halini alır. Peter Hammill ise bu kaotik yapıyı vokaliyle daha da benzersiz kılar.

'Man-Erg' insanın içindeki enerji yahut insanın ruhu diye de anlaşılabilir. Müziğin yaratıcılığının önüne bu parça da Peter Hammill'in sözleri geçer. Bir önceki albümünde 'Killer' parçasında odaklandığı insanın öldürme, yok etme içgüdüsü burada insanın kendi icat ettiği melek-canavar sembolleriyle karşılaştırarak ahlaki bir yargıya varır. İnsanı insan yapan içgüdüleri değil, hayal ederek var ettiği değerlerdir. Peter Hammill bu iki zıt olguyu karşılaştırarak ben özgürüm diye bağırır. Müzik ise sözlere uyumluluk göstererek dramatik başlar, sonrasında ise bu zıtlaşan olgular kaotik bir yapıya döner.

'Man-Erg', hem sözleriyle hem de müziğiyle progresif rock'ın şaheserlerinden birisidir. Ek olarak, progresif rock'ın birebir tanımına uyan müzik yapan King Crimson'ı günümüze kadar yaşatan ve yaşatmaya devam eden Robert Fripp gitardadır.


'A Plague of Lighthouse Keepers'; bir çok kişinin görüşüne bu parçada ben de katılıyorum. Progresif rock'ın tanımını genişleten hatta farklı tanımlar yapılmasına neden olan parçalardan biri. Klasik müzik, elektronik sesler, avantgard atmosfer ve tahmin edilemeyecek kaotik yapı ile VDGG, progresif (her zaman progresif'i ilerici olarak tanımlamışımdır) müziğin tanrılarından biri haline gelir. 4 yıl sonra çıkarttıkları Godbluff albümü ise bu müzik anlayışının devamı niteliğindedir.

Van Der Graaf Generator grubu günümüzde pek bilinmez, özellikle progresif rock yaptığını iddia edenler tarafından. Hatta müziği dinleyip vasat olduğunu belirtenlere bile rastladım.

Gerçekten, öyle midir?

Sanırım bunun cevabı müziğe bakış açısında. Sadece blues yapısını kullanarak müzik yapan (Pink Floyd, Camel, Uriah Heep) grupları progresif rock'ın tanımına uygun gören kişilerin yorumundan ibaret.

1968-69 yıllarında kendi müziğini yapmak için yola çıkıp yanına iki de arkadaş alan Peter Hammill ise hala müziğe devam etmektedir.

1. Lemmings (11.39)
2. Man-Erg (10.21)
3. A Plague of Lighthouse Keepers (23.04)
- Eyewitness
- Pictures / Lighthouse
- Eyewitness
- S.H.M.
- Precense of the Night
- Kosmos Tours
- (Custard's) Last Stand
- The Clot Thickens
- Land's End
- We Go Now

Süre : 45.04

Peter Hammill / Vokal, Akustik Gitar, Piyano, Elektrik Piyano
Hugh Banton / Hammond, Org, Piyano, Mellotron, Bas Gitar, Synth, Geri Vokal
David Jackson / Tenor, Soprano & Alto Saksafon, Flüt
Guy Evans / Davul, Timpani, Perküsyon, Piyano

Konuk
Robert Fripp / Elektrik Gitar (2,3)

13 Şubat 2019 Çarşamba

Arabs in Aspic - Syndenes Magi 2017




Beni progresif rock yorumları içinde en çok güldüren, King Crimson'ın Red albümünün prog-metal'in temellerindendir diye söylenmesiydi, hala daha aklıma geldikçe gülerim.

Aslında gülünecek o kadar çok şey var ki, söylenenlerin büyük çoğunluğunu umursamıyorum. Ama King Crimson için söylenenler önemli olduğunu düşünüp, bu iddiaya sahip olanlara şunu sormak isterim. Madem King Crimson prog-metal'in temellerinden ise, şimdiki prog-metal grupları niye King Crimson benzeri müzik yapamıyorlar?

Ama King Crimson gibi müzik yapan gruplar var. Ne yazık ki, progmetalseverlerin pek bilemeyeceği gruplar. Arabs in Aspic bunlardan bir tanesi.


90'ların ortalarında bir grup gencin kurduğu grup, ilk albümlerini 2004 yılında çıkarır. Benim tanışmam ise 2010'daki ikinci albümleriyle olur. Müziklerinde temel aldıkları 70'ler atmosferi olduğu için ilk albümlerinden itibaren retro grubu diye anılmaya başlar. Ancak retro pop ve bazı rock türlerinde geçerli bir ifade olsa da bunu Arabs in Aspic grubu için söyleyemeyiz. Çünkü progresif olan müziğin retro'su olmaz. O yüzden Wobbler gibi Arabs in Aspic(ikisi de aynı ülkeden)  grubunun müziğini yapısıyla tanıtmak daha uygundur.

'Synedenes Magi', grubun 5. albümleri. Daha önceki albümlerinde olduğu gibi müziklerini yine 70'lerin müzik anlayışına oturtmuşlar. Kullandıkları enstrümanlarda aynı şekilde 70'lerin atmosferinde geziniyor.

Çarpıcı olan yada dinleyeni ilk etkileyen, daha ilk parçada ki King Crimson'ın avantgard atmosferi. 'Starless' parçası gibi başlayan, mellotron çıkardığı rüzgarımsı ses ile depresyona gireceğinizi düşündüğünüz andan çok kısa bir süre sonra sert gitarlarla kendinize gelir gibi oluyorsunuz, ama o da kısa sürüyor. Çünkü bu kez kulağınıza Pink Floyd'un 'Echoes' parçası ve ritimleri gelmeye başlıyor. İlk parçasında daha 70'leri klasik progresif resitalini duyuyorsunuz.



'Mörket'(karanlık) 2 ile ilk parçadaki 70'ler resitaline bu kez Genesis ve Led Zeppelin atmosferleri  karışıyor. Grup parçaları vokallerle yorumlarken ağır gittiğinden dolayıdır belki de, kendisinin bir imajı oluşuyor. Evet, müziklerinde bolca 70'ler atmosferi var ama vokallerde kendilerinin emeği benzersiz.

'Mörket 3', albümün ve tahminimce grubun en iyisi olması gereken parça. 20 dakikalık uzunluktaki parça, diğer iki parça gibi 70'lerden ilham alıyor. Aynı ilk parçadaki gibi King Crimson ve Pink Floyd'u duyuyorsunuz ama bir fazlası var. Fransızların kimilerince efsane, kimilerince de adı bile bilinmeyen grubu, Ange. Avantgard atmosferi ve folk ezgilerini mükemmel bir biçimde birleştiren Ange'nin atmosferi, parça başlarken duymaya başlıyorsunuz, bir de parçanın sonlarında. Arada olan  ise King Crimson, Black Sabbath ve Pink Floyd kalitesindeki atmosferi ağır müziğe alışkınsanız, başından sonuna kadar sürüklüyor. Sonunda ise bahsettiğim Ange'nin folkik atmosferi çıkıyor, belki de norveççe vokalden kaynaklıdır! Fazlasıyla benzer.

Wobbler ile benzer çizgiye sahip, Arabs in Aspic. Her iki grupta önceki albümlerinde 70'ler atmosferini ve müzikalitesini albümlerinde yansıtıyorlardı. Ancak her iki grupta geçen yıl bu çizgilerinin çok üzerinde albüm yaptılar. Umarım, önümüzdeki yıl ve yıllarda bu çizgiyi aşmasalar da altına inmezler çünkü gerçekten kaliteli müziğe ihtiyaç var. 

1. Syndenes Magi (12.30)
2. Mörket 2 (9.34)
3. Mörket 3 (20.20)

Süre : 42.14

Jostein Smeby / Elektrik Gitar, Vokal
Stig Arve Kvam Jorgensen / Klavyeler, Synth
Erik Paulsen / Bas Gitar, Perküsyon
Eskil Nyhus / Davul, Perküsyon

Konuk
Halvor Viken Holand / Keman
Alessandro Elide / Perküsyon

8 Şubat 2019 Cuma

Birth Control - Hoodoo Man 1972



60'ların sonunda dönemin Papasının kürtaj ile ilgili açıklamasından sonra tepki olarak grubun adını Birth Control koydular. Aslında Papa'nın açıklamasına bir parça yazarak karşılık verdiler ve grubun adı o parçadan geldi. İlk albümlerinden itibaren müziklerini politik ve protest söylemler üzerinden oluşturdular. Devamında yaptıkları albümlerinde bu çizgiyi değiştirmediler.

3. albümü olan 'Hoodoo Man' de 'Buy!' adlı parça ile başlarken tüketimciliği hedef alarak başlar. Sinema'da, TV'de, gazeteler'de, dolayısıyla önünüze modern diye sunulan her yerde gizli yada açık bir şekilde size bir şeyler satılmaya çalışılmaktadır; parçanın ana konusu bunun üzerinedir. Parçanın müziği ise dönemin heavy prog gruplarına göre bir hayli üst düzey kalitede. En azından Uraih Heep'in ağlaklığından ve neredeyse her parçada blues'a sığınmasından çok daha iyi olduğu kesin. (Aslında Birth Control'ün müziğinin kategorilendirmesi günümüzde yapılmaktadır. O zamanlar kendileri ne diyorlardı, bilmiyorum)

'Suicide' parçası da ilk parça gibi politik bir duruşa sahip. Bu kez modern dünyaya sırt çevirenlerin nelere başvuracaklarını kısa ve öz olarak anlatır. Çıkardığı sonuç ise gelecek için kişilerin feda edilmesi üzerine. Müzik ise ilk parçada ki gibi ağır orglar üzerine değil, daha çok caz'ı temel alır. Parçanın sonlarındaki gitar solosu da muhteşemdir. Gitarı çalan çok erken yaşta ölen Bruno Franzel'dir.

'Get Down To Your Fate', ilk iki parçadaki kaderci anlayışın bir çözümünü sunar. Kaderciliğini alaşağı et. Günümüzde 70'lerin müziklerini tekrar diriltmeye çalışan grupları Retro olarak tanımlarlar. Yaptıkları müzik tam olarak Birth Control'ün bu parçasıdır. Hafif 60'lar ve yoğun olarak 70'lerin saykodelik havası hakimdir.

İlk 3 parça Bruno Frenzel'in parçalarıdır. 'Gamma Ray' ise grubun ortak çalışmasıdır ve bir çok insan gibi ben de grupla bu parça sayesinde tanıştım. Parçayı dinledikten çok kısa bir süre sonra da albümlerinin tamamını bulup bütün albümlerini yıllar öncesinde dinledim. Eğer bu bloğu açmış olmasaydım belki de şuan dinlemiyor olurdum.

'Gamma Ray', bir çok rock grubun anımsanmasına neden olan marşlardan biridir. Pink Floyd'un 'Another Brick In The Wall', Queen'in 'We Will Rock You' gibi. Ancak Birth Control'ün bu marşı klasik olarak kısa ve akılda kalıcı değildir. Tamamen deneysellik (experimental) üzerine kurulu. Öyle ki, bu albümde 9 dakika iken, konserlerde daha kısa (4-5 dakika) yada uzun (20-25 dakika) olarak çalınabiliyor. Parçanın solo kısımları ise Bruno Frenzel'in gitar solosu ve Bernd Noske'nin davul sololarından oluşuyor.


'Gamma Ray' parçasında dünyada varolan sürekli savaşlar için 'Gama ışını olsaydım, bu savaşanlara sevgiyi aşkı aşılasaydım' der. 'Hoodoo Man' ise ilk 3 parçanın devamı niteliğindedir. Hiç bir şeyi umursamayan, kendi halinde hayattan zevk alarak yaşayan kişinin sonunda 15 çoçuklu bir aile insanına dönüşmesini anlatır. Hoodoo man ise suçu kaderine bağlar. Parçanın müziği ise albümdeki en senfonik parçadır. Kilise org ile çalınan son kısımları ise sanki hoodoo man'in cenaze marşı gibidir.

Albümün son parçası 'Klaustob' diğer parçalara göre kısadır. Ancak kısa bir parça olmasına rağmen grup 50 ve 60'ların rock'n roll'una ve folk müziğine selam göndermeyi her notada hakkıyla verir.

Birth Control pek bilinmese de (hem ülkede hem de prog severler arasında), yaptıkları müziklerle ve politik duruşlarıyla bilinmesi ve özellikle günümüzde dinlenilmesi önem arzeder.

1. Buy! (7.10)
2. Suicide (6.16)
3. Get Down To Your Fate (7.58)
4. Gamma Ray (9.44)
5. Hoodoo Man (8.25)
6. Klaustob (2.40)

Süre : 42.13

Bruno Franzel / Elektrik Gitar, Vokal
Wolfgang Neuser / Org, Klavyeler, Synth, Kilise Orgu, Vibrafon
Bernd Koschmidder / Bas Gitar
Bernd Noske / Davul, Perküsyon, Vokal

2 Şubat 2019 Cumartesi

La Düsseldorf - La Düsseldorf 1976



Her ülkeden çıkan rock gruplarının özellikle 60 ve 70'li yıllarda hemen hemen benzer müzik düşüncelerine sahip olduğu görülür. Örneğin Fransa'dan genel olarak çıkan avantgard anlayışlı caz ve zeuhl müziği, Türkiye'den çıkan saykodelik ve folk birleşimi Anadolu rock, İspanya'dan saykodelik, caz ve flamenko karışımı Andalus (endülüs) rock gibi. Almanya'dan çıkan gruplarda da belli özellikler var. Her ne kadar bu özelliklerin dışına çıkıp müzik yapanlar varsa da (Eloy, Birth Control gibi) genel olarak Almanya denince iki rock türü anımsanır.

İlki krautrock diğeri elektronik rock. İkisi de birbirinin içindedir. Dönemin Almanyasında elektronik müzik yapan gruplarla krautrock grupları içiçedir. En güzel örneği Popol Vuh grubudur. 1972'de gruba katılan bir çok müzisyen aynı yıl Tangerine Dream'in 'Zeit' albümünde çalmışlardır. Sadece müzisyenlerin farklı gruplarda farklı müzik yapmış olmaları değil, çoğu zaman bir çok grup hem elektronik müzik hem de krautrock olarak bilinir. Ashra Tempel'ın kurucusu Manuel Göttsching ile Tangerine Dream'den gelme ve elektronik müzik denince ilk akla gelen ad olan Klaus Schulze'nin öncülüğünde süpergrup olarak kurulan The Cosmic Jokers, her iki türün içiçeliğine güzel bir örnek oluşturur.

La Düsseldorf da içiçe olan iki türün ilk akla gelmesi gereken gruplarında başıındadır. Klaus Dinger tarafından 1975 yılında kurulur. Klaus Dinger müziğe erken yaşlarda 1960'ların ortalarında başlar. Dönemin şuan için pek bilinmeyen rock ve caz gruplarında çalar. 1970 yılında elektronik müzik efsanelerinden Kraftwerk'e konuk müzisyen olarak katılır. Ertesi yıl Michael Rother ile Neu! adlı grubu kurar. 1975 yılına kadar kendi grubuyla çalıştığı gibi dönemin bir çok grubuna Michael Rother gibi konuk müzisyen olarak olur. Neu! Grubunda Michael gitarda iken Klaus Dingere davulu üstlenir.

1975 yılında son Neu! albümü yayınlandıktan sonra kurulan gruba bu kez gitar, piyano çalarak öncülük eder. Gruba kardeşini de dahil eder. Albümdeki bütün parçalar Klaus Dinger'in kendisine aittir. La Düsseldorf ilki 1976'da olarak 3 albüm yapar. 80'li yıllarda Klaus Dinger müzik hayatına, üretmeye devam etse de, 90'lı yıllardaki kadar üretken değildir. 90'lı yıllarda Neu! müziğini tekrar canlandırmaya çalışır. La Düsseldorf ve Neu! müziği içiçe geçer.

Klaus Dinger 2008'de, 11 yıl önce öldü ama krautrock denince ve ilgilenilmeye başlayınca karşınıza çıkan en orijinal kişiliklerden birisi haline geldi.

Albüm olarak La Düsseldorf(grubun adı da buradan geliyor), Neu! döneminin devamı niteliğinde. Motorik ritimler, bolca elektronik öğeler, yer yer kulağa melodik gelen anlar ve folk ve punk. Neu! grubunda ne yapmaya çalıştıysa yeni grubunda da aynısını yapmış. Bir farkla; Neu! ile daha deneysel iken La Düsseldorf'ta artık şablonlar oluşturmalıyım diyerek parçalarını belli bir kalıba sokmuş(yani albümü experimental olarak değerlendiremeyiz).

* İlk iki parçanın başındaki stadyum sesleri bana Pink Floyd'un Meddle albümündeki ve 70'lerde Liverpool'un marşlarından biri olan 'Fearless' parçasını anımsatıyor.

Eğer ilk iki parçayı stadyumda konser dinler gibi hissederseniz albümün tadına doyamayabilirsiniz. Hatta ilk parçanın sonlarında The Who'nun tadını bile yakalayabilirsiniz. 'La Düsseldorf' parçasında da The Who'yu yakalarsınız belki ama daha çok punk ve elektronik haliyle.

'Silver Cloud' parçası da The Who tarzında devam ediyor. Ancak hızlı ve ritimli şekilde değil, 'Song is Over' parçası gibi senfonik ve dönemin elektronik müziği gibi newage tarzı ile birleşiyor.

Albümün son parçası, 'Time'. Zamanında sadece grup isimlerine ve albümlerine bakıp dinlerken önüme çıkan mükemmel ötesi parça. La Düsseldorf'u değil, Klaus Dinger gibi bir sanatçıyı tanımama neden olan müzikal yaratıcılık.

İlk dinlediğimde (yılı anımsamıyorum zamansız bir parça gibi geliyor) nasıl zevk aldıysam şuan dinlerken de aynı zevki alıyorum. Aradan geçen 43 yıla rağmen sanatsal değerinden hiç bir şey kaybetmiyor.

La Düsseldorf yada Klaus Dinger, krautrock'ın kalburüstü gruplarından yada müzisyenlerinden değil ama o dönemin müzikal anlayışını anlayabilmek için başvurulması gereken kişilerden biridir. Aynı Popol Vuh'un yaratıcısı Florian Fricke gibi.

1. Düsseldorf (13.17)
2. La Düsseldorg (4.28)
3. Silver Could (8.01)
4. Time (9.24)

Süre : 35.10

Klaus Dinger / Vokal, Elektrik Gitar, Piyano, Klavyeler, Synth (ses düzenleyicisi), Besteci
Thomas Dinger / Perküsyon, Vokal
Hans Lampe /  Perküsyon, Elektronikler

Konuk / Harald Konietzko / Bas Gitar (3,4)