Bu Blogda Ara

25 Eylül 2019 Çarşamba

Diagonal - Arc 2019




Grupla tanışmam 11 küsür yıl önce oldu. Çalıştığım yerden ayrılmak zorunda kalmıştım. Bütün gün uyuyup bütün gece de rockbarlarda takılıyordum. İşsiz kalınca elde internet de olmayınca internet cafe'ye gidip albüm indirip dinliyordum. Albümü sokaklarda yürürken dinleyip bitiriyor sonra yine bar'a gidip sabahlıyordum. Diagonal grubunu da yine bir gece takip ettiğim bloglardan birisinde buldum. Ancak bu kez bir kez değil üstüste 3-4 kez dinleyip sonra bar'a gitmiştim. Bir yıl sonra askere gittim, bir yıl sonra(2010) da geri döndüm. İkinci albümlerine baktım çıkmış mı diye çıkmamıştı. 2 yıl bekledim. 2012 yılında ikinci albümlerini çıkardılar. Aynı dönem grubun vokalisti ve tuşlu enstrümanların başında olan Alex Crispin'in solo çalışmalarını buldum. Baron adında bir grup kurmuştu. Başlarda kendi başına hallediyordu. Daha sonra Luke Foster O'na katıldı. Baron adlı grupla Alex Crispin 3-4 albüm çıkardı. Bir kaç yıl önce Alex Crispin bir de film müziği (Klaus Schulze esintili elektronik müzik albümü) hazırladı.

Bu yıl başlarında Diagonal Facebook sayfası aktif olmaya başladı. Kısa bir süre sonra yeni albümün müjdesini verdiler. Yanılmıyorsam şubat ayıydı. Grubun hayranları yorumlarda albümün ne zaman çıkacağını soruyorlardı. Cevap olarak mayıs sonu diyorlardı ancak bazı teknik nedenlerden dolayı dijital platformlarda Temmuz ayında albüm çıktı. Bu ayın 6'sında da plak olarak yayımlandı.

Diagonal grubu 2006 yılında biraraya geldi. 2008 yılında iki parçadan oluşan bir albüm yayımladılar. Aynı yıl ilk albümleri de yayımlandı. Ben de yukarıda söylediğim gibi ilk albümün çıktığı zamanlarda tanımıştım.

11 yıldır da ara ara girer bakarım grup neler yapıyor diye.

İlk albümlerindeki synth temelli kaotik atmosfer ikinci albümlerinde yerini biraz daha tempolu ve az kaotik bir atmosfere bırakmıştı.

Bu son albümleri iki albümünden de bir hayli farklı. Örneğin ikinci albümlerinde sadece bir parçada sözler vardı, geri kalanlar sözsüz. 'Arc' albümünde ise neredeyse bütün parçalarda sözler var.

En önemlisi de önceki albümlerde parçalar daha uzundu, albüm 4-5 parçadan oluşuyordu.

Bu albümde ise parçalar kısa tutulmuş, böylelikle ortaya 8 parça çıkmış.


Grubu facebook hesabından takip ediyordum. Bir temmuz sabahı paylaştıkları yeni albümden bir parçayı gördüm. Kendi bandcamp sitelerine değil de, spotify'e (doğru yazdım umarım) koymuşlardı. Telefonumda olmadığı için mecburen indirip parçayı dinledim. Aklıma ilk gelen elektrik gitar'ın (David Wileman) Can grubundan Michael Karoli'ni andırıyor oluşuydu. Aynı şekilde davul da (Luke Foster) Jaki Liebezeit'in tarzına benziyordu. Belki biraz daha caz olsaydı ve biraz da afrika davul ritimleri olsaydı, kesinlikle Can'ın izinden gidiyorlar diyebilirdim.

Daha sonra albümdeki diğer parçaları dinleme fırsatım olmadı. Bir kaç gün öncesine kadar yayınladıkları ilk parçadan dolayı (9-Green) aklımda hep Can grubunun albümlerinden birine benzer bir albüm çıkacak diye bir düşünceye sahip oldum. Albümü dinledikten sonra da düşüncem
bütünüyle değişti. İlk parça olan '9-Green' hakkında düşüncem değişmedi gerçeği, parça hakkındaki düşüncem hala aynı ama diğer parçaları dinledikten sonra Diagonal kendi müziğini kendi atmosferinde devam ettirmiş diyebildim.

Albümün en büyük artısı yada en büyük eksisi diye bir şey yok. Belki herhangi bir parçayı dinlerken neden çabuk bitti diye kızabilirsiniz. Sanırım grup da bunun farkında olarak bu şekilde,  parçaları kısa tutarak müziği tadında bıraktılar. Belki uzatsalardı herhangi bir enstrüman'ın solo çalınışıyla parçaları birbirlerine benzeyen 100'lerce gruptan biri olacaklardı.

Doğaçlamalardan uzak duran, gösterişsiz müzik yapmaya çalışan Diagonal üyeleri 'Stars Below' ve 'Celestia' gibi kısa parçaları uzatmayarak kendi müzik anlayışlarını ortaya koymuşlar.

2000 sonrası yeniden canlanmaya çalışan progresif rock grupları ve bu müziği yaymaya çalışan yeni gruplar bir süre sonra kendilerini tekrar etmeye hatta 70'lerin gruplarının müziklerinin bir nevi kopyasını yapmaya başladılar. Yaptıkları müzikde ne bir değişiklik vardı ne de dedikleri gibi ilericilik. Bazı gruplar ise hiç öyle iddialarla ortaya çıkmadılar. 70'ler atmosferini geri getirmeye çalıştılar. Bir süre sonra o tarz gruplara retro grupları denmeye başladı. Her iki türde kendi kendilerini tekrar etmekten başka bir şey yapamadılar. Son 10 küsür yıldır çok takip etmesem de gördüklerim bu tarz gruplar oldu. Bazı gruplar hariç. Wobbler, Birds and Buildgins, Tusmorke gibi gruplar hem eskiyi hem yeniyi bir araya getirebilmeyi çok iyi başardılar.

Diagonal grubu da onlardan bir tanesi, ancak bir farkla. Diagonal'ın kendi oluşturduğu kendine has bir müzikal atmosferi var. İlk iki albümde olan atmosfer 3. albümünde de devam ediyor. Bu albümde atmosferin derinliği çok daha iyi. Sanırım bunda piyano'nun ve synth'in ayrı kişiler tarafından kullanılmasının faydası var. Daha önce Alex Crispin hem piyano hem synth kullanıyordu. Ross Hossack'da synth ve Mellotron kullanıyordu. Bu albümde enstrümanları paylaşmışlar. Hossack sadece synth'in başında durmuş, Crispin ise tuşlular'ın başında.

Albüm benim için bu yılın en iyi albümü. Hatta albüm daha çıkmadan Nisan ayında grubun bir paylaşımına yorum atmıştım, 'Yılın en iyi albümü' diye.

Favorim?

Hepsi!

Belki son parça Celestia biraz daha ön plana çıkabilir benim için.


1. 9-Green (6.22)
2. Stars Below (2.46)
3. Citadel (8.02)
4. The Spectrum Explodes (4.32)
5. Warning Flare (6.13)
6. Arc (4.25)
7. The Vital (7.38)
8. Celestia (4.34)

Süre : 44.32

Alex Crispin / Vokal, Org, Elektrik Piyano, Yapımcı
Luke Foster / Davul, Perküsyon
David Wileman / Akustik & Elektrik Gitar
Ross Hossack / Synth (ses düzenleyici)
Nicholas Whittaker / Alto & Soprano Saksafon, Vokal
Daniel Pomlett / Bas Gitar

3 Eylül 2019 Salı

Osanna - Landscape of Life 1974


2000 bin yıl öncesinin seslerini albümüne yansıttığı 'Palepoli' albümünden 2 yıl sonra 4. albümü olan 'Landscape of Life' yapar. İlk iki albümündeki İngiliz gruplarını takip etme ve rock müziğe serbest caz(free jazz)'dan etkiler koymayı 3. albümlerinde terkederler. Bu albümle ise ilk iki albüm çizgilerine geri dönerler. Osanna müzik yaparken aynı zamanda müzik yapmayı da öğrenmeye devam eder. Önceki albümlerinde mellotron'u çok iyi adapte etmişlerdi kendi müziklerine burada ise gördüğüm şey synth kullanma ve müziklerinin içine sokmayı başarıyla üstesinden gelmişler.

Synth, özellikle başlangıçtaki flüt sonunda ise mellotron ile öyle güzel kullanılmış ki, 'Palepoli' albümü gibi sanki dinlerken farklı bir zaman dilimine gidiyorsunuz.

Osanna garip bir grup. Garip olması müziğinden kaynaklı değil. Müziğe bakışından kaynaklı ve sanıldığı gibi yada bilindiği gibi 'rock progressive italiano' türünden çok daha farklı albümlere sahip. Her ne kadar italyan gruplarını sayarken Osanna grubunu da saysamda, gerçekte Osanna'ya bakışım bu şekilde.


Osanna bu albümünden 4 yıl sonra bir albüm daha çıkartır sonrasında uzun bir sessizliğe gömülür. Geri dönüşü 20 küsür yıl sonradır. Bir süre yeni bir albüm için VDGG' saksafonisti David Jackson'la birlikte albüm yapıp konserler verirler.

Böyle bir bilgi paylaşmamın nedeni Osanna grubunun her ne kadar diğer İtalyan gruplarıyla benzerlik gösterse de aslında kendilerinin İngiliz tarzının caz haline gelmiş halleri gibidir. Osanna grubu konserlerinde yüzleri boyalı olarak çıkarlar çünkü Genesis'in müziğinden, Peter Gabriel'in sahnedeki davranışlarından etkilenmişlerdir. Albümlerinde saksafon ve flüt vardır ki, bunları kullanırken akdeniz ezgilerinden ziyade cazı kullanırlar. Osanna'yı ilk dinleyenleri şaşırtacak bir şekilde saksafon aniden müziğin ortasında girer. Öyle italyan klasik müziğinin, akdeniz melodileri ağırlık kazanmaz, Osanna albümlerinde.

Önceki albümlerde şablon kullanmayan Osanna aynı davranışını bu albümde de devam ettirir. Her bir parça bambaşka bir şekilde karşınıza çıkar. Melodik olduğu kadar, kaotiktir yaptıkları müzik.

Belki çok fazla Magma dinliyorum ondandır, albümde bazı parçalarda davul kullanımını Vander tarzına benzetiyorum. Özellikle saksafonun çoştuğu parçalarda davul durmak bilmiyor, ne hızlanan ne de yavaşlayan bir çizgide ilerliyor. Düzensiz bir şekilde devam ederken bir anda afrika kabilelerinin dini ayin ritimlerini duymaya başlıyorsunuz. Vander gibi mi, belki öyle belki değil. Şimdi tekrar dinlerken farkettim,  'Il Castello dell'es' parçasındaki davul kullanımı iki yıl önce yine bir başka Napoli'li grubun (Il Balletto di Bronzo) tarzına benziyor. Ki parça da aynı grubun o  albümü gibi avantgard atmosfere sahip. Demek ki Vander'e Magma'ya benzetmem boşuna değilmiş.

Grup hakkında fazlaca atıp tuttum belki, yazmaya heveslendiğimde aklıma gelenleri not almadığım için bir çoğunu çoktan unuttum. Deep Purple'dan bahsedecektim, Beggars Opera'dan hatta Uriah Heep'i de koyacaktım arasına, hep not almadığım için aklıma gelenlerin çoğu yok oldu.

'Landscape Of Life' albümü, Osanna'nın İngilizce konuşan ve dinleyen kitleye ulaşma çabasıydı, aynı PFM ve Banco'nun ingilizce albümler yaptıkları gibi. Seslerini duyaramadıkları için kendi ülkelerindeki kitleye kendi kitlelerine döndüler bir süre sonra. Osanna'da aynı duygularla hareket etti. Yaptıkları müzik mükemmeldi ama onları anlayacak kitle amerikan köylülerinden oluşuyordu. Bu durum bazı Amerikan gruplarının da başına gelen sorundu. Osanna'nın bu hayalkırıklığı yerini 4 yıl sonraki tamamen italyan kültürünün ürünü olan albümü yapmaya itti. 70'lerin son albümü oldu.

2000'lerde müziğe geri döndüklerinde yanlarında progresif rock'ın yaratıcılarından David Jackson'ı buldular. Birlikte güzel bir albüm yaptılar ve onlarca konser verdiler.

Osanna, Napoli'den çıkan bir grup. Napoliler kendilerini İtaliano olarak değil, Napolitano olarak tanımlar. İtalyanlığı kesinlikle kabul etmezler. Kendi şehirlerinde trafik tabelaları bile kendi dilindedir. Irkçılık yapmazlar asla, kuzeyliler gibi de değildirler. Az biraz da bize (Türklere) benzerler. Napoli çevresindeki bir çok şehir ve yerleşim yeri de Napoli deyince farklı bakar olaylara.

Napoli'den çıkan Osanna'da müziğe farklı bilmesini bilen bir grup.

1. Il Castello dell'es (8.55)
2. Landscape Of Life (6.00)
3. Two Boys (3.43)
4. Fog In My Mind (7.45)
5. Promised Land (1.32)
6. Fiume (4.05)
7. Somehow, Somewhere, Sometime (4.15)

Süre : 36.17

Lino Vairetti / Vokal, Elektrik Gitar, Akustik Gitar, 12 Telli Gitar, Mellotron, Org, Mızıka, Synth (ses düzenleyicisi)
Danito Rustici / Elektrik Gitar, 12 Telli Gitar, Org, Synth, Mellotron, Vokal (5)
Elio D'anna / Alto, Bariton ve Tenor Saksafon, Flüt, Elektrik Flüt
Lello Brandi / Bas Gitar
Massimo Guarino / Davul, Perküsyon, Tamborin

Konuklar
Corrado Rustici / Vokal & Akustik Gitar (5), 12 Telli Gitar (6)
Enzo Vallicelli / Perküsyon (4,5)