Bu Blogda Ara

30 Eylül 2017 Cumartesi

Eloy - Inside 1973




Almanya'dan çıkan ve progresif rock'a farklı bir yönden bakan Eloy, döneminin Alman gruplarından bir hayli farklıydı. İlk albümlerindeki saykodelik beat havasından sıyrılıp daha sofistike (karmaşık anlamında kullanıyorum) bir albüm olan, 'Inside' ile başladılar. Bu sofistike albümler bundan sonrada 80'lere kadar devam etti.

Bir yıl önce yazdığım Eloy'un iki albümünde Eloy Pink Floyd tartışmasına girmeyeceğim. Merak eden 'Ocean' ve 'Dawn' albümleri yazılarıma bakabilir.

Benim burada 'Inside' ilgili belirttmek istediğim bundan sonraki Eloy albümlerinden bir hayli farklı olduğu. Saykodelik sesler uzay rock sesleriyle içiçe geçmesi, aksak ritimli davullar, vokal çığlıkları ve kaotik müzikal atmosfer, Eloy'un ilk bu albümünde ortaya çıkıyor ve sonraki bir çok albümüne de kaynak oluyor.

Şöyle de söyleyebilirim; 'Inside' albümü bundan sonraki Eloy albümlerine öncü (avantgard değil) olacaktır.

'Land Of No Body', 17 dakikalık bir progresif rock şaheseri. Saykodelik ve karanlık bir atmosferle açılan parça devamında dönemin hard rockvari seslerinin saykodelik-uzay rock ile içiçe geçiyor. Sonrasında ise melodik yapısıyla dinleyeni başka dünyalara götüren uzaylık sesler ve org soloları önünüze geliyor. Son bölümlere geldiğiniz zaman karşınıza Iron Butterfly, Pink Floyd tarzı saykodelik patlamalar çıkıyor. 60'larda ve 70'lerde rock müzisyenleri ve dinleyicileri tarafından bolca kullanılan zihin açıcı LSD'lik atmosfer. Bu kısımdaki org soloları bana Moğollar grubundan Murat Ses org sololarını anımsatıyor.

'Land Of No Body', progresif rock'ın zevkini çıkarabileceğiniz mükemmel ötesi Eloy parçasıdır.

'Inside' parçası da ilk parça gibi karanlık bir atmosfere sahip ama vokal daha çok ön planda. Aynı zamanda parça yapı olarak dönemin ağır saykodelik rock gruplarının atmosferine sahip. Sanırım o dönemki saykodelik müziğe daha fazla ağırlık verdikleri için, parça albümün ismi oldu. Yoksa albümleki diğer parçalardan daha zayıf.

'Future City', Eloy'un bu albümünde değil, bir çok albümünde en özgün parça. 'Future City' parçasına benzer bir parçayı Eloy'un diğer albümlerinde bulmanız bir hayli zor. Jethro Tull benzeri folk-blues karışımı bir müzikal atmosfer ile başlıyor. Devamında da yine Jethro Tull tarzı blues solosuyla devam ediyor.

Böyle kendine özgü olan bir parça albümün ismi olmaya daha çok yakışırdı. Dönemin Eloy'u bu iki parçaya bakarak, tercihlerini karşılaştırarak daha rahat anlaşılır sanırım.

Albümün sonuna koydukları 'Up And Down' parçası Eloy'un müzikal yönünü tam olarak açıklıyor. Ağır ağır ilerleyen ritimlerle org ve yankılanan, derinlerden gelen vokaller; bundan sonraki bir çok Eloy klasiğinde yer buluyor.

Bu parçayı yıllar sonra albümü tekrar dinlemeye başladığımda başka bir grubu anımsattırmıştı bana. Şimdi yazarken aklıma geldi. Benzettiğim grup yine başka bir alman progresif rock grubu, Ramses. Ramses grubu tam da Eloy'un 'Up And Down' parçası gibi ağır ağır ilerliyor.

Eloy öncülük yaparken kastım buydu.


Progresif rock'ın yaşayan gerçek efsanelerinden Eloy'un bu ilk albümü(aslında ikinci albüm), Eloy müziğini dinlemek için ideal albümlerin başında geliyor. 'Ocean', 'Dawn' gibi klasiklerin yanında asla sırıtmayacak bir albüm.

Yaşayan efsanelerinden dedim çünkü bir kaç ay önce Eloy yeni bir albüm daha çıkardı.70'li yaşlarında olmalarına rağmen rock müziğe yenilik getirmekten, öncülük etmekten geri durmamışlar yeni albümde de. Kendisini sürekli tekrarlayan gruplardan olmadığını bir kez daha göstermişler.

1. Land Of No Body (17.14)
2. Inside (6.35)
3. Future City (5.35)
4. Up And Down (8.23)

Süre : 37.58

Frank Bornemann / Gitar, Vokal, Perküsyon
Manfred Wieczorke / Org, Gitar, Perküsyon, Vokal
Wolfgang Stöcker / Bas Gitar
Frit Randow / Davul, Perküsyon, Akustik Gitar, Flüt

Kapak Tasarımı : Roberto Patelli



27 Eylül 2017 Çarşamba

Tangerine Dream - Exit 1981


Bu ay ki Tangerine Dream yazısına geldim yine. Son iki aydır Tangerine Dream albümlerini son anda anımsayarak yazmıştım. Bu ay unutmadım çünkü bu ay işyerinde ve kendime özel bazı sorunlar yüzünden fazla albüm yazamadım, dolayısıyla aklımdan hiç çıkmadı.

Bundan önce yazdığım bütün Tangerine Dream albümleri 81 ve öncesiydi. En son geç tarihli olarak Tangram albümünü yazmıştım. Sanırım ilk albümü harici Tangerine Dream albümlerinin 70'lerinin tamamını bitirdim.

1980 yılında çıkan Tangram albümü Tangerine Dream için bir dönemin sonu gibiydi. 1981 yılına ise iki albümle girdiler. İlk albüm, aynı zamanda bir suç-aksiyon dizisi olan Thief filminin de müzikleriydi. Her iki albümde de Tangerine Dream müziğindeki değişimi kolaylıkla anlayabilirsiniz.

70'lerin başı ve ortalarında ki o avantgard hava ve 75 sonrası senfonik hava tamamen gitmiş. Yerine Kraftwerk benzeri ritmik sesler ve Vangelis-kitaro benzeri kolay dinlenebilen sesler gelmiş.

'Exit' albümü ile Tangerine Dream yeni bir döneme girdi ve bu dönem 90'lara kadar değil, günümüze kadar devam edecektir. Günümüzde bile hala Tangerine Dream parçalarında bu albümdeki atmosferi yakalayabilirsiniz.

Albüm 'Kiew Mission' ile başlıyor. Progresif rock'ın diğer temel gruplarını da dinlediyseniz eğer, bu parçanın yapısının YES'in müziğine benzerliğini rahatlıkla görebilirsiniz. Yükselip alçalan tonlar; kimi yerde sadece yükselerek giderken kimi yerde de alçalarak devam ediyor ve Tangerine Dream bunu yaparken new age müziğininde yardımıyla parçayı senfonik bir hale sokuyor.

'Kiew Mission', rusya'da çıkabilecek bir nükleer savaş sonrasının durumunun draması aslında. Parçanın ve albümün çıkış yılına baktığımız zaman Tangerine Dream'in dünyada olup bitenlerden çok da uzak olmadığı belli oluyor. Albümün çıkışından 10 yıl geçmeden sovyetler birliği dönemi Ukrayna'sında çernobil kazası (nükleer) meydana geliyor. Bu kazanın sonucu hala etkisini gösteriyor da.

Devam parçaları yine ilk parçadaki nükleer felakete ve sonrasına odaklanarak devam ediyor. Ancak parçaların müzikal atmosferlerinde bir hayli farklılık var. İlk parçada ki gibi senfonik sesler yerine, yukarıda da belirttiğim gibi, kraftwerk tarzı ritmik sesler ve vangelis-kitaro tarzı new age sesleri yer alıyor.

Tangerine Dream, bu geçiş müziğini her ne kadar 'Tangram' albümünde hissettirmiş olsada, müziklerindeki keskinleşme 'Thief' ve 'Exit' albümlerinde daha belirgin hale geldi. 'Thief', aynı zamanda dizi müzikleri, biraz daha dingin ve saykodelik yapıdayken; 'Exit' albümü ritmik havasıyla Tangerine Dream'in 80'li ve sonraki 10 yıllarda çizeceği müzikal yorumun temeli oldu.

'Exit', Tangerine Dream müziğini anlamak için ideal bir albüm değil. Her zaman hem Tangerine Dream, hem elektronik progresif rock'ın kişiliğini anlamak için Tangerine Dream'in 70'lerini öneriyorken, bu albüm ile sadece Tangerine Dream'in müziğinin nasıl evrim geçirdiğinin kanıtını bulabilirsiniz diyebiliyorum.


Bu albümü temel alarak Tangerine Dream'e çok eleştiriler yöneltilse de, albüm hala grubun en güzel, ilk dönem albümlerinden birisi.

1. Kiew Mission (9.18)
2. Pilots Or Purple Twilight (4.19)
3. Choronzon (4.07)
4. Exit (5.33)
5. Network 23 (4.55)
6. Remote Viewing (8.20)

Süre : 36.32

Edgar Froese / Klavye, Synth (ses düzenleyicisi), Yapımcı
Chris Franke / Klavye,  Synth, Yapımcı
Johannes Schmoelling / Klavye

21 Eylül 2017 Perşembe

Nick Drake - Fives Leaves Left 1969




Nick Drake ile ilk ne zaman tanıştım, daha doğrusu müziğiyle ne zaman ve nerede tanıştım, tam olarak anımsamıyorum. Muhtemelen progresif rock arşiv bloglarından biri sayesinde oldu. İlk dinlediğimden andan itibaren özel bir müzik ile karşılaştığımı da anlamıştım. İlk üstüste dinlediğim parçası da bu albümden olmuştu. 'Cello Song' parçası hem parça adıyla hem de müzikal atmosferiyle aklımdan çıkmadı.

Nick Drake, 20'li yaşlarındayken müzik yapmaya kalkar ve yapar da. Ancak kendi kişiliğinin utangaç ve çekingen olması nedeniyle, yaşadığı dönemde konsere çıkmayı reddeder. Bu utangaçlığı, çekingenliği ve üzerine konserleri reddetmesi sonrası bunalıma girer. Anti-depresan ilaçlar kullanır. Çok genç yaşta öldüğünde kimisine göre intihar etmiştir, kimisine göre de anti-depresan ilaçları fazla kullanmıştır. Ölüm nedeni ne olursa olsun, sonuç olarak müzik dünyası çok orijinal bir insanı kaybetmiştir.


İlk albüm 'Fives Leaves Left', Nick Drake'in vokal ve akustik gitarı önderliğinde 1968 yılında hazırlanır. Ancak bazı nedenler yüzünden satışı 1969 yılına sarkar. Bundan sonra çıkaracağı albümlerde bu albüme benzer şekilde satışa çıkar. Şöyle ki, Nick Drake albümü hazırlar ve plak şirketine görürür, bırakır. Plak şirketinde bıraktığı yerde günlerce, hatta haftalarca bekler albüm. Albüm yapımcıları albümün durumunu sorduğu zaman plak şirketinin önemsemediği ortaya çıkar.

Albüm ve Nick Drake müziği genel olarak, folk rock olarak geçiyor. Ancak bu folk rock tanımı yada kavramı bu müziği tanımlamak için yeterli değil. İlk dinlediğim zamanda aynı şeyi düşünmüştüm, şimdi tekrar dinlerken de aynı şeyi düşünüyorum. Nick Drake'in bu ilk albümü de, sonraki albümleri gibi progresif folk rock'a çok yakın duruyor. Kendimi müzik kategorisi yapan biri olarak görmüyorum ama Nick Drake albümleri için böyle bir yargıda bulunabilirim.

Nick Drake ABD'de gelişen ve popülerleşen folk rock müziklerinden etkilenerek müziğe başladı. İdollerinden ilki Bob Dylan'dı.

Bu albümde de ilk parçalarda ABD'li folk ritimlerini, Bob Dylan tarzı, görülebiliyor. Ancak Nick Drake müziğini yaparken sadece folk müzikten etkilenmiyor. 3 albümünde olduğu gibi bu ilk albümünde de caz esintilerini kullanıyor.

Çok az da olsa, hatta hissedilmeyecek kadar, avantgard bir atmosfer mevcut.

Nick Drake, bu ilk albümünden sonra iki albüm daha yaptı. Son albümü sonrasında kendisini iyice evine kapattı ve 1974 yılında ailesinin evinde ölü bulundu. Yaşamış olsaydı, sanırım günümüzün en kült isimlerinden biri olacaktı.

Buna rağmen çıkardığı 3 albümle bir çok kişiyi etkisi altına almıştır. Beni aldıkları gibi.

Nick Drake, progresif rock için bir çok kişiye örnek teşkil etmeyebilir ama progresif rock severlerin mutlaka dinlemesi gereken bir isim.

1. Time Has Told Me (4.27)
2. River Man (4.21)
3. Three Hours (6.16)
4. Way To Blue (3.11)
5. Days Is Done (2.29)
6. Cello Song (4.49)
7. The Thoughts Of Mary Jane (3.22)
8. Man In A Shed (3.55)
9. Fruit Tree (4.50)
10. Saturday Sun (4.03)

Süre : 41.45

Nick Drake / Vokal, Akustik Gitar, Piyano (10)

Paul Harris / Piyano (1,8 parçalar)
Richard Thompson / Electrik Gitar (1. parça)
Danny Thompson / Bas Gitar (1,3,6,8,10 parçalar)
Rocky Dzidzornu / Konga (3,6 parçalar)
Clare Lowther / Çello (6. parça)
Tristen Fry / Davullar ve Vibrafon (10. parça)

Harry Robinson / Aranjör (2)
Robert Kirby / Aranjör (4,5,7,9)
Joe Boyd / Yapımcı

18 Eylül 2017 Pazartesi

Fiori Seguin - Deux Cents Nuits à l'Heure 1978



Cumartesi akşamı işyerinde öyle boş boş otururken nasıl olduysa aklıma Harmonium grubunun vokalisti, Serge Fiori geldi. 5-6  yıl önce solo albümlerinden bir kaç tanesini dinlemiştim. Hatta bir kaç parçasını o zaman ki işyeri arkadaşıma dinletmiştim de, beğenmemişti.

Meğerse Serge Fiori'nin solo albümleri öncesinde tek albümlük bir projesi varmış. Yine kendisi gibi Quabec'li (Quabec Kanada'nın ilk yerleşim yeri ve halen günümüzde avrupa-i özelliğini korumaktadır) folk müzisyenlerinden (folk müzik yapan grubu var) Richard Seguin ile birlikte 1978 yılında bir albüm çıkarmış. Birkaç gün önce solo albümleri aklıma gelmişken ilk baştan onları dinleyeyim dedim ama içimden bir ses de şu proje albümene de bir bak dedi. Fazla düşünmeden o albümden parçaları teker teker indirdim ve karşıma Serge'nin solo albümleri ile Harmonium müziği arası bir albüm çıktı.

'Deux cents nuits à l'heure' adlı albüm 1978 yılında Serge ve Richard Seguin'in solo çalışmalarından derlenilmiş bir albüm. Hatta albümdeki iki parça Serge tarafından Harmonium grubu için daha önceden bestelenmiş.

Ancak Harmonium son albümüyle çıtayı o kadar yükseğe çıkarmıştır ki, Serge devam etmek istemez ve elindeki iki parçayı bu albüme koyar. Bunda haklılık payı da yüksektir. Son albümü olan, 1976'da ki 'L'Heptade' albümü benim için ve Harmonium'u dinleyenler için 1970'lerin en güzel albümlerinden biridir.

Bu blog'da en iyi albümler diye bir bölüm hazırlarken aklıma ilk gelen albümlerden oldu. Aslında o hazırladığım bölüm az, oraya daha çok albüm koymam gerekiyor. En azından en iyi 100 gibi bir liste bir çok okuyucusunun işini görecektir.

Albüme gelirsek; az önce de dediğim gibi, Harmonium ile Serge Fiori'nin solo albümleri arasında  bir albüm. Harmonium'da ki o folk, senfonik ve caz havası bu albümde de devam ediyor ama biraz daha folk ve caz ağırlıklı. İki gün önce ilk dinlemeye başladığımda hemen ilk albümleri geldi. İki akustik gitar, bas gitar, piyano ve davul ile, elektrik gitarsız, nasıl rock müzik yaratılırın en  orijinal örneğini vermişlerdi.

Bu albümde de Harmonium grubunun o ilk albümlerine geri dönmüşler gibi. Tabii, ilk albüm sonrası albümlerine ekledikleri klasik ve dönemin senfonik progresif müzik esintileri de var.

'Deux cents nuits à l'heure', açılış parçası. Parçanın ilk kısmı, 5 dakika sürüyor ve sonrasında gelen sesler bana YES'i anımsatıyor. Steve Howe'un YES'in ilk dönemlerinde rock'n roll soloları çalmaya çalışması gibi bu parçada da aynı sesler var. Üzerine Rick Wakemann tarzı kısa klavye soloları da eklenince, albümün 5. dakikadan sonrası gerçek bir 70'ler progresif rock şölenine dönüşüyor.

'Ca fait du bien' parçası da, ilk parça gibi Serge ve Richard'ın ortak çalışması. Bu parçada ise dönemin senfonik sesleri yerine folkik sesler daha çok hakim. Harmonium'un ilk albümlerindeki müzikal atmosferine çok yakın. Enstrümanlar üzerinde sololar yok. Şablon haline getirilmeye çalışılmış bir parça gibi duruyor.

Her ne kadar müzisyenler bunun üzerine çalışsalarda günümüzde bu parçaların benzerlerini bulmak bir hayli zor. Parçanın sonunda ki saksafon çalışması ise bambaşka bir güzellik.

'Illusion', Richard Seguin'in kendi bestesi. Elektronik aletlerin az kullanıldığı bu albümde saykodelik bir giriş ve bluesvari ritimler insanı heyecanlandırıyor. O kadar ki dinlerken sanki bir anda patlayacakmış gibi hissediyorum. Ayrıca ritimlerin kesik kesik oluşu da bunda etken, bana italyan progresif rock'ın önemli isimlerinden Osanna müziğininin ilk dönemlerini anımsattırıyor.

LP olarak basılan bu ilk albümün ilk yüzünde ki son parça 'Illusion'du. Bu albüm ilk çıktığı zaman, 1978 yılında bu albümü (doğum 1982) dinlemiş olsaydım, muhakkak ki büyük bir haz yaşardım.

LP'nin diğer yüzü 'Viens danser' ile açılıyor. Folkik ritimler ve sesler ile hafif caz birlikteliği ile bestelenen parça, ilk çıktığında albümde en çok dinlenilen parça oluyor. Diğer bir deyişle albümün tanıtım parçası. İlk dinlenildiğinde folk ve cazımsı sesler ilk dinleyenleri mutlaka etkiliyor.

'Chanson pour Marthe', cazımsı ve pop müzik sesleriyle başlıyor ve öyle devam ediyor. Benim için albümün en zayıf parçası.

'La moitié du monde', ardılı olan parça gibi yavaş yavaş akıyor. Sonrasında ise piyano temelli olarak Harmonium'un son albümünün izlerini taşıyor. Bence bu parça 'L'Heptade' albümüne koyulmuş olsaydı, kesinlikle sırıtmazdı. Mükemmel bir albümün senfonik sesleriyle mükemmel bir parçası.

'La Guitare Des Pays D'en Haut', albümün son parçası ve son iki gündür dinlediğimden beri favori parçam oldu. Folk, blues ve caz sesleriyle başlayan parça, sonrasında blues (ağıt) kısmına geçiyor(O bildiğiniz anlamda blues müziği ile ilgili değil, bahsettiğim).

Vokaller ve klavyeler öyle kusursuz bir uyum içinde ki, dinlerken eşlik edesim geliyor. Mükemmel bir albüme mükemmel bir son olan parça.

Albümde konuk olarak katılan müzisyenler, Harmonium grubu üyeleri. Dolayısıyla albümün müzikal atmosferi de Harmonium albümlerine benzer bir atmosfere sahip.

Yazıyı bitirirken;

'Deux cents nuits à l'heure' albümü tüm zamanların en iyi rock albümleri sıralamasında 33. sırada yer alıyor. (bu tarz sıralamalar bana göre saçma olsa da, böyle bir albüm sıralamalara girdiyse, belirtirim)

İster bu albümü bir progresif rock şaheseri olarak dinleyin, ister gelmiş geçmiş en iyi rock klasiklerin biri olarak dinleyin.

Sonuç sizin müzik zevkinizin yararına olacaktır.

1. Deux cents nuits à l'heure (8.22)
2. Ca fait du bien (8.31)
3. Illusion (7.30)
4. Viens danser (6.04)
5. Chanson pour Marthe (4.26)
6. La moitié du monde (6.34)
7. La Guitare Des Pays D'en Haut (6.14)

Süre : 47.41

Serge Fiori / 6-12 Akustik ve Diğer Gitarlar, Piyano, Vokal
Richard Seguin / 6-12 Akustik ve Diğer Gitarlar, Vokal

Konuklar
Neil Chotem / Elektrik Piyano
Michel Dion / Elektrik Bas Gitar
Denis Farmer / Davul, Tamborin
Monique Fauteux / Vokal (4.parça)
Libert Subirana / Flüt, Saksafon (6. parça)
Jeff Fisher / Klavye (4. parça)
Robert Stanley / Elektrik Gitar (5. parça)
Pierre Cormier / Konga (2. parça)

15 Eylül 2017 Cuma

Holger Czukay - Canaxis 1968




Holger'in ölümünden 10 gün geçti. 3 gün önce yazdığım Holger ile ilgili yazıdan sonra kendi solo albümlerine de bakayım derken kendimi ilk albümle avantgard ve elektronik müziğin tam ortasında buldum. Aslında albümü yıllar önce dinlediğimi anımsıyorum ama o dönem sanırım pek üzerinde durmamışım. Birkaç gün önce tekrar dinlemeye başlayınca krautrock'ın elektronik müziğin temel olması gereken albümlerinden biri olduğunu anladım.

Holger Czukay, bu ilk albümü kendi evinde 1968 yılında hazırladı. Satışa çıkması ise CAN grubunun ilk albümü ile aynı yıl, 1969'da oldu. 1000 adete basılan LP, şuan altın değerinde.

Bir CAN hayranı olarak, CAN dinleyenlere bu ilk albümü önermem çünkü Holger Czukay bu ilk albümünde daha çok krautrock'ın ruhuna uygun deneysel ve elektronik ağırlıklı bir müzik ortaya çıkarmış. Tabi CAN ile bazı benzer yerleri de yok değil. Örneğin etnik seslerin ve enstrümanların kullanılması CAN ile bazı benzerlikler oluşturuyor.

Albüm 3 parçadan oluşuyor, ilk parça 'Boat-woman-Song'. Senfonik, elektronik sesler ile uzak asya ve avustralya etnik sesleri parçada içiçe geçiyor. Parça başladıktan kısa bir süre sonra, bizim ağıt, afrika kökenli amerikalıların ise blues dediği, cenaze'de söylenen şarkıya benzer sesler duyursunuz.

Devamı ise saykodelik, elektronik ve avantgard'ın muhteşem birleşimi ve krautrock'ın ilk örneklerinden.


Albüme ismini veren 'Canaxis' parçası ise 70'lerden sonra şah'a kalkacak olan alman elektronik müziğin öncü parçalarından birisi niteliğinde. Tangerine Dream'in 75 öncesi ile Popol Vuh'un müziklerinde ne hissediyorsam 'Canaxis' parçasını dinlerken de aynı şeyleri hissediyorum. Yoğun bir şekilde parçanın her yanına dağılmış elektronik atmosferin üzerinde etnik sesler dinleyeni, en azından beni, çok farklı yerlere götürüyor.

Son parça 'Mellow Out'. İlk iki parçadaki gibi elektronik atmosferin hakim olduğu bir parça ama bu sefer etnik sesler yerine caz unsurları var. Bu, caz unsurları daha sonra CAN grubunda da yer alacak.

Holger Czukay, 5 Eylül 2017 yılında öldü. Bu ilk albümü ise 1968 yılında kaydedilip, satışa 1969 yılında çıktı. Yaklaşık 40 yıllık bir müzik hayatı.

'Canaxis', progresif rock için bir başlangıç albümü değil ama krautrock için başlangıç albümlerinden biri olabilir. Elektronik progresif rock türünün krautrock temelli olması sebebiyle bu albümün elektronik progresif rock'ın örneklerinden biri olduğunu varsayabilirim.

Sonuç ve son olarak, Holger Czukay ve ilk albümü progresif rock'ın en önemli yorumlarından olan krautrock'ın temellerinden birisidir.

1. Boat-Woman-Song (17.26)
2. Canaxis (19.37)
3. Mellow Out (2.08)

Süre : 39.14

Holger Czukay / Bas Gitar, Kasetler
Rolf Dammers / Yapımcı

11 Eylül 2017 Pazartesi

Holger Czukay - 05 Eylül 2017


2-3 ay olmuştur sanırım arkadaşla facebook üzerinde CAN grubu hakkında konuşalı. Karşılıklı Can'dan bir kaç parça paylaşmıştık. Bundan yaklaşık 7-8 ay önce ölmüş olan Can grubunun davulcusu, Jaki Liebezeit için 3 gün boyunca sadece CAN dinleyerek içtiğimi söylemiştim. Arkadaş da aynısını yaptığını söylemişti.

5 Eylül sabahı akşamdan kalma olarak uyanıp, facebook'a baktım. İlk gördüğüm ve dikkatimi çeken şey Holger Czukay'ın ölüm haberiydi. Çok iyi anımsadığım için son CAN grubu hakkında ki konuşmayı, içim burkuldu. Aslında Holger Czukay, ben gece içerken ölmüştü. Gece öyle sarhoş olup, o anki psikolojime göre müzik dinlerken hiç aklımda değildi. İşte öyle sabah karşıma çıkınca ölüm haberi, farklı hissettim.

Holger Czukay kimdir, nedir, rock müzik için önemli midir; önemlidir. Günümüzün kaydadeğer önemli müzik türlerinden olan post-rock'ın (ilk aklıma gelen popüler müzik türü) temellerini atan gruplardan CAN'ın bas gitaristidir. Sadece CAN'ın yaptığı müziği post-rock'a indirgemekte yanlış olur. Aynı şekilde günümüzün bir çok avantgard müzik türlerinin de temellerindendir. Ayrı olarak CAN ve Holger'in modern film müziklerine de etkileri olmuştur.

Holger Czukay, 1940 yıllarda, ikinci dünya savaşı dönemi ruslardan kaçmaya çalışan bir ailenin çocuğudur. Çocukluğundan ilk hatırladığı şeylerden birisi de trenlerde iken rus askerlerinden kaçmasıdır.

1960'ların başında Alman klasik müziğinin son ismi ve günümüz avantgard, elektronik müziğinin öncüsü sayılan Karlheinz Stockhausen'in öğrencisi olmuştur. Stockhausen, o dönem öğrenci olarak 3 kişi seçmiştir. Biri Holger Czukay, diğeri yine CAN grubundan Irmin Schmitt. Üçüncü kişi ise hemen hemen herkesin tanıdığı, 1960'ların ortalarında ABD'ye göçen pop-sanatın yaratıcısı Andy Warhol'dur.

Holger Czukay, Can grubu ile müzik yapmaya başlamadan önce, kendi evinde ilk albümünü 1968 yılında kaydeder. Albümün satışa çıkması ise CAN'ın ilk albümü ile aynı yıldır, 1969. CAN ile birlikte çalışmaya devam ederken, kendi albümleri üzerine de çalışmaya devam eder. Taa ki 1974-5 yılına gelene dek. 1975 yılı ve sonrasında yine CAN ile çalışmaya devam eder ancak biraz daha geri plandadır. 1977'de bir başka Alman progresif rock grubu Cluster & Brain Eno çalışmalarında bas gitar çalar. 1979'da ki son CAN albümü sonrasında, kendi albümlerine ve müziğine odaklanır. 80'lerin sonunda David Sylvian ile iki albüm yapar. 90'larda ise Peter Gabriel'in bir albümünde bulunur.

Not olarak; David Sylvian, 80'lerin sonunda Holger Czukay ile birlikte çalışırken aynı dönem King Crimson'dan Robert Fripp ile de çalıştı. (CAN ve Holger'in progresif rock müziğindeki yerini belirtmek için King Crimson ile birlikte anmak en güzeli olur diye David Sylvian örneğini verdi)

Sonrasında, 90'lar ve 2000'lerde ise toplama ve yeniden düzenleme albümleri çıkardı. Hayat arkadaşı, Ursula; temmuz ayında 55 yaşında öldü, kendisi ise 6 gün önce 79 yaşında iken öldü.

Can ile ilgili yazılar yazarken sürekli bahsettiğim postrock'ın temelleri; işte aşağıdaki bu şarkı ne dediğimi tamamıyla açıklıyor.

Can – Mother Sky



8 Eylül 2017 Cuma

Alan Parsons Project - Tales Of Mystery & Imagination 1976




 6-7 ay önce arkadaşa ne yazsam acaba diye tartışırken, öneri olarak Hans Zimmer'i sunmuştu. Ben de çok popüler, popüler tanındık grupları yada kişileri yazmak istemiyorum demiştim. Daha sonra o arkadaşla başka bir sebepden dolayı sohbeti kestik.

Birkaç gün önce yine böyle düşünürken ne yazmam konusunda, aklıma Alan Parsons Project albümleri geldi.  Uzun zamandır da dinlemiyordum. İlk iki albümünü indirdim. Akşam eve gelince de twitter'da olan bitenlere bakarken, biralarla birlikte her iki albümü de üstüste dinledim.

İlk albümü olan, bu yazımında konusu, 'Tales of Mistery & Imagination'da bir parça dikkatimi çok çekti. 'II – Arrival' parçasını ilk dinlediğimde günümüzden bir parçaya benzettim. Ama fazlasıyla benziyordu. Üstüste bir kaç kez dinlediğimde hatırladım hangi parçayla benzer olduğunu.

3 yıl önce yere göğe sığdırılamayan 'Interstellar(yıldızlararası)' filminin müziklerinden birisi ile tıpatıp aynıydı. Kopyası diyemeyeceğim çünkü Alan Parsons Project albümüyle arasında neredeyse 30 yıl var. O yüzden yazıya başlarken aklıma daha önce çokça sohbet ettiğim o arkadaşın önerdiği Hans Zimmer'in parçası geldi. Muhtemelen Hans Zimmer, Alan Parsons'ın 'Arrival' parçasından etkilenerek o parçayı ortaya çıkardı.


Progresif rock denen müziği bilmeden önce dinlediğim ve büyük bir hayranı olduğum Pink Floyd sayesinde tanıdım Alan Parsons'ı. Pink Floyd'un 'Dark Side Of The Moon' albümünde ses teknisyeni olarak yer almıştı. Aslında o dönem bildiğim sadece övgüyle bahsedildiği, çok kaliteli bir ses teknisyeni olduğuydu. Sonrasında, Pink Floyd sayesinde progresif rock gruplarını dinlemeye başladıktan sonra Alan Parsons'tan gerçek anlamda haberim oldu.

Alan Parsons, 'Dark Side Of The Moon' öncesinde de Beatles'ın bir albümünde çalışmış, rock müziği için önemli bir grup olduğu için belirteyim dedim. Beatles ve Pink Floyd haricinde bu albüm öncesinde bazı gruplarla da çalışmaları olmuş. Tabi bunları 2005-2006 yıllarında iken progresif rock'a ilgi duymaya başladığım zaman öğrenmeye başlamıştım.

'Tales of Mistery & Imagination' albümü Alan Parsons Project grubunun ilk albümü. 1976 yılında, 'Dark Side Of The Moon'dan 3 yıl sonra çıktı.

Albümün konusu, Edgar Allan Poe'nin şiir ve hikayelerinden oluşuyor. Konsept bir albüm diyebilirim çünkü konu tamamen Edgar Allan Poe'nin yazdıklarıyla ilgili. Edebiyat dünyasında ciddi bir iz bırakmış Edgar Allan Poe hakkında yapılabilecek en güzel müzikler sanırım bu albümde.

1976 yılını düşündüğümüzde ve dönemin progresif müzik yapan grupların yaratıcılığını da eklediğimizde; bu ilk albümde onların etkisi fazlasıyla mevcut. Özellikle Alan Parsons'ın daha önce birlikte çalıştığı Beatles ve Pink Floyd müzikal atmosferini bu albümde görememek, o dönemin müziğini bilmiyorum demek ile eşdeğer.

Alan Parsons Project, 80'li ve 90'lı yıllarda new-age grubu olarak bilinecek belki ama 1976 yılındaki bu albümü new-age türüne koyamıyoruz. Aslında new-age türü de 70'lerin progresif döneminin ürünü, o da ayrı bir konu. Albüm, Pink Floyd ve Beatles atmosferinde varolduysa da içinde klasik müziğin ve dönemin elektronik müziğin çok etkisi var.

Ayrı olarak Alan Parsons ve Eric Wooolfson albümü hazırlarken bir çok müzisyende eşlik ediyor. Sadece müzisyenler olarak kalabalık değil albüm, aynı zamanda şiirleri ve hikayeleri anlatanlarda önemli. H.G. Wells'in 'Dünyalar Savaşı' kitabını radyo'da okuyarak büyük bir panik yaratan Orson Welles'te albümün içinde.

Hem müzisyenler, hem de Edgar Allan Poe'nin yazdıklarını okuyanları mükemmel bir şekilde koordine eden Alan Parsons ve Eric Woolfson ikilisi, rock müzikte devrim niteliğinde bir albüm yaptılar. 70'ler ve 80'lerdeki albümlerini dinleyince keşke bu çizgiden uzaklaşmasalardı diyorum.

Son olarak grup isminin Alan Parsons Project olması, Eric Woolfson'un tercihi. O'nun dediği, Alan Parsons benden daha bilinir bir isim, bu müzik projesinin ismi o'ndan olsun ki, insanlarca tanınabilelim. Halbuki, albüme en çok emek veren kişidir kendisi. Yanlış yaptığının farkında mıdır, bilemiyorum ama gerçekten rock müziğin içine girdiğinizde Eric Woolfson gibi yaratıcı müzisyenlerle karşılaşabilirsiniz.

1. A Dream Within A Dream (3.41)
2. The Raven (3.58)
3. The Tell-Tale Heart (4.42)
4. The Cask Of Amontillado (4.28)
5. (The System Of) Doctor Tarr and Professor Fether (4.12)
- The Fall Of The House Of Usher :
6. I - Prelude (5.52)
7. II - Arrival (2.41)
8. III – Intermezzo (1.03)
9. IV – Pavane (4.34)
10. V – Fall (0.52)
11. To One In Paradise (4.29)

Süre : 42.41

Alan Parsons / Synths (ses düzenleyicisi), Kilise Orgu, Yapımcı,
Eric Woolfson / Klavyeler (1-3,5), Geri Vokal, Harpiscord (4), Org'lar, Synths

Konuklar
Orson Welles / Anlatıcı
Billy Lyall / Klavye (1,3), Kayıtedici (1), Piyano (4,5), Glockenspiel (11)

Anlatıcılar /  Leonard Whiting (11)
Vokaller / Arthur Brown (3), Jack Harris (3,5), John Miles (4,5), Terry Sylvester, Leonard Whiting (2), Stuart Tosh,
Gitar / John Miles (5), Ian Bairnson (1,11),
Akustik Gitarlar / Kevin Peek (9), Laurance Juber (9), Ian Bairnson (1,11),
Mandolin / Hugo D'Alton (9)
Klavye / Chris North
Arp / David Snell (9)
Org / Francis Monkman (7)
Addrew Powell / Kora orkestra yönetimi (2-3,6,8,10), Klavye, Org
Bas Gitarlar / Les Hurdle (6), Darryl Runswick (çelik bas) (9),
Davullar / Stuart Tosh (1,2,4,5,7,9,11) ve Perküsyon (7), Burleigh Drummond (2)
John Leach / Simbalom & Kantele (9)

4 Eylül 2017 Pazartesi

Stefano Testa - Una Vita Una Balena Bianca E Altre Cose 1977




Birkaç gün önce facebook'ta bir grupta bir arkadaşın paylaşımı vardı, bu gönderi altında italyan progresif rock parçaları paylaşalım, diye; ben de bir kaç parça gönderdim. Sonra 6-7 yıl önce eski facebook hesabımda rastgele tanıştığım Stefano Testa'nın albümü geldi. Hemen youtube'deb indirdim ve dinlemeye başladım. Tabii ki italyan progresif rock örneği olarak o arkadaşın paylaşımına ek yaptım. Stefano Testa'yı gerçekten de rastgele tanıdım. Şimdiki facebook hesabımda çok fazla kişi yok, önceki kapattığım hesabımda 2500'e yakın kişi vardı ve çoğu müzisyendi. 

Üye olduğum gruplardan birinde gördüm ilk Stefano Testa'yı. Facebook üzerinde arkadaşlık kurduk, hatta sohbet ettiğimi bile hatırlıyorum. 

İyi ki, o gönderiyi görüp Stefano Testa'yı hatırladım. Yıllar sonra bu 3-4 gündür müzik zevkimde ciddi bir değişim oldu. 7-8 yıl öncesine döndüm.

'Una Vita Una Balena e Altre Cose', bir yaşam, bir balina ve diğer şeyler. Testa, ilk albüm çalışmasında isim olarak, yazdığı parçalardan ikisini seçmiş albüm ismi için. Biri 'Una Vita'; Cesare Pavese ile ilgili. Diğeri edebiyatın klasiklerden olan 'Moby Dick'. 


İlk parça 'Una Vita'. İtalya'nın son yüzyılda en önemli edebi isimlerinden olan Cesare Pavese'nin intihar etmeden önceki hayatını kısa kesitlerle anlatıyor. Nasıl apolitik olduğunu ve bunun sonucunda iç dünyasının nasıl geliştiğini ve nasıl çöküntüye uğradığını, sonuç olarak da intiharının sebeplerini görüyorsunuz. 

'Una Vita'nın müziği ise elektriksiz, dönemin saykodelik rock'ı olmayan; tamamen yumuşak tonlara ve halk ezgilerine sahip. Albümde ve bu parça da synth (ses düzenleyicisi, elektronik) kullanılıyorsa da etkisi hissedilmeyecek kadar az. Flüt, akustik gitar ve piyano ile başlayan parça, bas gitar ve davul'un girmeye başlamasıyla bana Anthony Philips'in (Genesis) solo albümlerini hatırlatıyor ve tabii ki Stefano Testa'nın Fabrizio De Andre hayranlığından doğan vokal tarzını. Fabrizio De Andre'nin bir hikayeyi şairane bir biçimde müziğin içine koyduğu gibi Stefano Testa'da aynısını yapıyor. 

'Una Vita' parçasında Stefano Testa'nın vokaline baktığınız kadar, bas gitara da dikkat edin. Parçanın temposunu ve ritmini vokalden sonra mükemmel ayarlıyor.

Una Vita' duyabileceğiniz en akustik progresif rock parçalarından biri. Anthnoy Philips ile bu tek parça ile yarış edebilecek, hatta geçebilecek düzeyde bir parça. 

16 dakikalık 'Una Vita' parçasından sonra 'Rrisveglio' geliyor. Rick Wright'ın (Pink Floyd) piyano çalışmalarına benzeyen bir piyano ile açılıyor. Devamında flüt ve Stefano Testa'nın vokali giriyor. Bu parçayla akdeniz halk müziğinin seslerini en iyi 70'li yıllarda duyabiliyorsunuz. 'Rrisveglio' da buna güzel bir örnek. 

'La Ballata Di Achab' yada 'Moby Dick'. Cesare Pavese'nin İtalyanca'ya çevirdiği en önemli kitaplardan birisi olan 'Moby Dick'in, Stefano Testa tarafından rock parçası haline gelmiş hali desem yeridir. Akerdeon ile başlayan ve Testa'nın De Andre tarzı vokaliyle devam ediyor. Klasik diyebileceğim italyan progresif folk rock parçalarından. 

Devamında gelen parçalarda, ilk üç parçadaki gibi akdeniz halk ezgilerinin yoğun hissedildiği geriye kalanlar. Sanırım aralarından 'Il Dio Sulla Ferrovia' amerikanvari ezgilere sahip, özellikle akustik gitarlar. Ancak Testa'nın vokalinin girmesiyle yine akdeniz ezgilerine geri dönüyor. 

Sahip olduğu atmosferi, sözleri ve yaratıcılığı ile italyan progresif rock'ının, pek bilinmeyen ama en güzel örneklerinden biri 'Una Vita Una Balena Bianca e Altre Cose' albümü.

Klasik prog dinleyicilerine de tavsiye ederim bu albümü el altından ama italyanlara odaklanmış benim gibiler için muhteşem ötesi bir albüm. Hem müzikal hem de sözsel olarak. 

Stefano Testa, bu albümden ticari bir başarı yakalamayınca tiyatro yönetmenliğine başladı. Taa ki, internet ve sosyal paylaşım sitelerinin herkes tarafından bilinene kadar. O'da girdi ve iletişim kurdu progresif rock dinleyicileriyle. 1977 yılında yaptığı bu albümün sevildiğini görünce 2012 yılında, yıllar sonra ikinci, 2016 geçen yıl üçüncü albümünü çıkardı. 


Birkaç yıl daha beklersek sanırım, yeni bir albüm daha çıkacak.  

1. Una Vita (16.09)
2. Rrisveglio (3.35)
3. La Ballata Di Achab (Moby Dick) (5.22)
4. Notturno (4.00)
5. Difficile Chiamarti (2.50)
6. Il Dio Sulla Ferrovia (5.04)
7. Ninna Nanna (2.41)

Süre : 39.44 

Stefano Testa / Piyano, Akustik Gitar, Vokal
Portici / Elektrik Gitar
Marco Coppi / Flüt
Alberto Monpellio / Moog Synth (ses düzenleyicisi)
Cosimo Fabiano / Bas Gitar
Ottavio Corbellini / Davul