Bu Blogda Ara

31 Ağustos 2019 Cumartesi

The Alan Parsons Project - I Robot 1977

                                     

 
Yazarken yoruldum. Adamlar ise 42 yıl önce bu kadar adamı biraya getirirken benim kadar yorulmuşlar mıdır bilmiyorum.

Yukarıda ki cümleleri yaklaşık bir hafta önce yazdım. Havaların sıcak olması, insanın içinde biriken keşkelerin çoğalmaya başlaması ve içeride koca bir uçurumun oluşmaya başlaması sonucu yarım bırakmıştım. Bu akşam da yazmaya hevesli değilim, yine de zorlayarak bitirmeye çalışacağım.

'I Robot' albümünü yazmayı istemem, 3 yıldır üyesi olduğum bilim kurgu grubu(facebook grubu)'nda paylaşılan bir yazı oldu. Yazı da Mustafa Kemal Atatürk'ün meclis'te okuduğu sonradan kitap haline gelen Nutuk'tan bir bölüm paylaşılmıştı. Atatürk, bilim kurgu yazının yaratıcılarından olan H. G. Wells'ten bahsediyordu.

Wells'in filmleştirilen 'Zaman Makinesi' hikayesinden etkilendiğim kadar başka bir şeyden  etkilendiğimi anımsamıyorum. O yüzden paylaşımı görünce yorum yazdım, H. G. Wells'in 'Zaman Makinesi' hikayesinden etkilenen rock grupları olduğunu belirttikten sonra en bilinenin de yine hikayede geçen Eloi adlı insan ırktan grup adını alan Alman progresif rock grubu Eloy'u söyledim. Benim yorumuma daha sonra bir kişi yorumda bulundu. Bilim kurgu kulubü'nde daha önce yayımlanmış Eloy hakkında bir yazı olduğunu yazdı. Ben de karşılık olarak bilim kurgu temalı albümler yapmış Banco, Tangerine Dream, Le Orme gibi gruplardan bahsettim. En sonunda aklıma The Alan Parsons Project grubunun 'I Robot' adlı albümü geldi. Yazan arkadaş yine bir başka yazıda Asimov kitaplarından etkilenerek albümler yapan grupların anlatıldığı bir başka yazı paylaştı. Sonuç, bir hafta önce karşılıklı yazışarak bilgi alışverişinde bulunmamdan sonra aynı duygu yoğunluğunu yakalayamadım. 


Alan Parsons'ı internet daha yeni çıktığında ortalıkta google bile yokken Pink Floyd'un 'Dark Side Of The Moon' albümünde adını aklıma kazımıştım. Ses mühendisi olarak albümde yer almıştı. Albüm ise atmosferi ve kaliteli ses düzeyiyle yıllar sonra bile tekrardan kayıtedilmedi yada mikslenmedi çünkü gereği de yoktu. Alan Parsons bu ilk kaliteli işinden bir kaç yıl sonra kendi grup projesi olduğunu açıkladığında bir çok müzisyen kendisiyle görüşüp albümde yer almak istediler. Aynı Terrence Malick 90'lı yıllarda savaş filmi çekeceğim dediğinde kapısında biriken Hollywood yıldızları gibi dönemin İngiliz müzisyenleri de Alan Parsons ile buluştular. Ortaya da kalabalık kadrolu albümler çıktı.

Alan Parsons ilk albümünde fransız edebiyatının önemli adlarından Edgar Allan Poe'yu işledi. Müzik de aynı Poe'nun hikayeleri gibi şiirseldi. İkinci albümünde yine bir edebiyatçının kitabını konu aldı. Bilim Kurgunun büyük adlarından olan Asimov'un 'I Robot' adlı kitabını albümün konusu yaptı. Filminden anımsayabildiğim kadarıyla bir robot kendi varlığının farkına varıyordu ve hikaye bunun etrafında dönüyordu. Filmin sonunda da kendi varlığının farkına varanın etrafında diğer robotlar toplanıyordu.

'I Robot' albümünün sonunda da bu konu 'Genesis Ch. 1 V. 32' olarak işleniyor.

Albüme katkı sağlayan adları gördüğümde ilk gözüme çarpanlar Camel grubuna 80'lerde katılan David Paton ile Cockney Rebel grubuyla o dönem efsane olmuş Steve Harley oldu. Steve Harley'in bestelediği bütün parçaları progresif olmasa da 'Death Trip', 'Sebastian' gibi parçalar progresif rock'ın da üzerinde olan art rock'a güzel örneklerdir.

'I Robot' albümü ilk albümdeki senfonik atmosfere göre daha zayıf bir atmosfer barındırıyor. Sanırım bunda (yani bana göre) Canterbury ekolünden yararlanılmış olmuş olmasıdır. Buna rağmen hikayenin albümde mükemmel biçimde anlatılması, verilen duygular yerli yerindedir. Albüm öncesi Asimov ile görüşüp albüm hakkında fikrinin alınmasının da bunda kesinlikle katkısı vardır.


Alan Parsons kendi adıyla kurduğu grup projesinin devamı albümlerini devam ettirdi. Yetmişlerde yaşayan efsanelerden biri oldu ve bunu günümüze kadar sürdürdü.

Ve efsane olmaya devam ediyor.

Hem bilim kurgu hem de progresif rock hayranı olarak 'I Robot' albümü aynı filmi kadar etkileyicidir benim için. Hoş bana bilim kurguyu sevdiren progresif rock grupları olmuştur. Bilim kurgudan etkilenip müzik, albümler yapanlar olduğu kadar, progresif rock'tan etkilenip bilim kurgu filmi yapanlar da vardır.

Yes'in albümlerinden ve albüm kapaklarının çizimlerini yapan Roger Deans'den etkilenip Avatar filmini yapan James Cameron gibi.

Bilim kurgu can'dır.

1. I Robot (6.06)
2. I Wouldn't Want To Be Like You (3.19)
3. Some Other Time (4.05)
4. Breakdown (3.50)
5. Don't Let It Show (4.21)
6. The Voice (5.21)
7. Nucleus (3.35)
8. Day After Day (Show Must Go On) (3.43)
9. Total Eclipse (3.05)
10. Genesis Ch. 1 V. 32 (3.37)

Süre : 41.02

Alan Parsons / Akustik Gitar (4), Klavyeler, Yapımcı, Efektler, Vokoder, Arka Vokal
Eric Woolfson / Klavyeler, Klavnet, Piyano, Org, Arka Vokal

Konuklar
David Paton / Bas Gitar, Akustik Gitar (3,10)
Ian Bairnson / Akustik Gitar(3,4,10), Elektrik Gitar, Arka Vokal
B. J. Cole / Çelik Gitar (8)
Duncan Mackay / Klavye (7,10), Synth (1,4) 
John Wallace / Trampet (5)

Vokaller / Hilary Western(1), Lenny Zakatek (2), Peter Straker (3), Allan Clarke (4), Dave Townsend (5), Steve Harley (6)

Arka Vokaller / Jack Harris (8), Smokey Parsons, Tony Rivers (3,10), John Perry (3,10), Stuart Calver (3,10)

Yeni Filormani Orkestrası (4,10)
İngiliz korosu (1,7,9) 

Bob Howes / Orkestra şefi (1,7,9,10)

Andrew Powell / Orkestra Şefi (1,3-6,9,10), Hammond Org (8)

8 Ağustos 2019 Perşembe

S. Ramses - Secret 1978


                                    

Çalıştığım işyerinde müşteri olmadığı zaman çalışanlar müzik açıyorlar. Hep aynı müzikleri tekrar tekrar dinliyorlar. Neyse ki akşamları çalışmadığım için fazla maruz kalmıyorum.

Geçenlerde işe giderken gençlerden biri denk geldi arabada konuştuk biraz. Sordu müzik dinler misin diye, ben de sadece progresif rock dinliyorum dedim. O da dün akşam rap konserine gittiğini söyledi. Sonra da işyerinde çalan müziklere sinir oluyorum dedi. Hep o Alessio denen çalıyor onları falan dedi. İşyerinde konuşmaya o da dahil oldu. Çaldığı müzik elektronik müzikmiş. Sordum Klaus Schulze'i duydun mu diye. Bilmiyor. Dedim daha Klaus'u bilmiyorsun nasıl elektronik müziği seviyorsun dedim. Sonra konuşma bitti.

Yeni nesil mi diyeyim, yeni gençler mi diyeyim, bilemedim. Normal de böyle söyleyip küçümsemem de. Yine de böylelerini görünce bazen kendimi tutamıyorum.

Yine bir kaç gün önce facebook'ta Magma grubunun fan grubuna biri yorum atmıştı. Son çıkan albümü beğenemedim gibilerinden bir şey yazmıştı. Girip profiline baktım. Son çıkan albümü ELP'nin 'Love Beach' albümüne benzetmişti. Çok merak ediyordum ben de beğenmedim diyen kişiyi. O dediğim yeni nesil de gereksiz bir özgüven var. Belki de internetin yüzündendir, gereksiz bilgi yığınının içinde kendilerini buldukları içindir. Öğrendikleri bir kaç şeyle her sözü söyleyebileceklerini düşünüyorlar sanırım.

Verdiğim iki örnekte günümüz müziğinin sadece tüketim amaçlı olduğuna bir nevi cevaptır. Biri sadece müzik şirketlerinin pazarladıklarını dinliyor, diğeri de zeuhl gibi bir tür yaratmış grubun albümünü anlamaya çalışacağına 'beğenmedim' diyerek kendini kandırıyor.

Müzik hayatımın önemli bir kısmında hep varoldu. Uzun bir süre sıkıntılarımı atabilmek için kullandım ve iyi de geliyordu. Progresif rock'la tanışmamdan bir süre sonra her yeni grupla tanışmamla müziğe bakışım değişmeye başladı. Artık sıkıntılarımı azaltmak yada yok etmek için yada kendimi farklı göstermek için değil, yeni zevkler edinmek için dinlemeye yöneldim. Dinlediğim her grup her albüm yeni zevkler edindirdi ama bakışımı değiştirmedi. Çok az bir grup müziğe bakışımı değiştirdi.

Bunlardan iki tanesi Magma ve Tangerine Dream'dir. Birbirleriyle müzikal anlamda alakası olmayan iki grup. Öyle kendilerine özgün müzik üretmişler ki ardından onlarca müzisyen ve gruplar onları takip etmiş.

Serge Lafosse Tangerine Dream'in izinden giden bir müzisyen. İlk albümünü kendisi yapar. S. Ramses adıyla çıkartır. Devam albümü olmaz. Bir yıl sonra bir gruba dahil olur 80 yıllarda elektronik müzikte varolmaya devam eder. 90'lardan sonra müzikten çekilir.

Geçen yıl toplu olarak albüm indirirken bulmuşum. Bir yıldır bilgisayarımda duruyor. Sadece bu albüm değil. Bunun gibi onlarca albüm var dinlemediğim. Bir kaç gün önce bu denk geldiği için dinlemeye başladım ve bilgisayardan 3 gündür sadece bu albümü dinliyorum.

S. Ramses adını verdiği bu ilk ve son çalışması, Tangerine Dream'in 1975 sonrası senfonik yapıya geçtikten sonrasını takip eden bir albüm. 'Strotosfer' albümünün ilk parçadaki etkisi dinlerken hissedilir. Sonrasında gelen 4'er dakikalık iki parçada da bu etki aynı şekilde devam ediyor.

Son parça, albüme adını veren 'Secret' de ise Tangerine Dream etkisi olduğu kadar Vangelis etkisi de var. Senfonik yapıya biraz daha minimalist bir şekilde yaklaşılmış. Parça başından sonuna dramatik bir atmosfere sahip.

Yukarıda belirttiğim müziğe bakışımı değiştiren gruplardan biri olan Tangerine Dream'i elektronik müziğin her yerinde arıyorum. Bulduklarımı da zevklerimin arasına ekliyorum.

Serge Lafosse'nin bu ilk ve tek albümü de bilgisayarımda ki tangerine dream klasöründe yerini aldı.

1. When The Birds Die Away (9.27)
2. Deuce (4.00)
3. Aoss (4.00)
4. Secret (15.31)

Serge Lafosse / Klavyeler, Synth(ses düzenleyicisi)

1 Ağustos 2019 Perşembe

Anyone's Daughter - Anyone's Daughter 1980


Anyone's Daughter grubu 1972'de ilk kurulduğunda kurucu üyeleri daha lise dönemindeydi. İlk albümlerine kadar da dönemin bir çok gruplarının parçalarını çalarak kendilerini geliştirdiler. Deep Purple parçalarını da belki daha çok ağırlık vermelerinden dolayı kurdukları grubun adını da bir Deep Purple parçasından aldılar. Yarı amatör olarak müzikten profesyonel müziğe geçişleri 1979 yılındaki albümleriyle oldu. Bir yıl sonra ikinci albümlerini çıkardılar. İlk albümlerinde 'Adonis' adında uzun bir parça yapmışlardı. Parça albümün yarısını kapsıyordu. İkinci albümlerinde daha çok kısa parçalara yer vererek albümü oluşturdular. Bir yıl sonrasında kendi dilleriyle yaptıkları albümde Herman Hesse'nin bir kitabını işlediler. 1'er yıl arayla iki albüm daha çıkardıktan sonra konser kayıtlarını albüm yapmaya yöneldiler. Grup 1986 yılında dağıldı. 2000'ler sonrasında devam ettilerse de 80'ler atmosferini yakalayamadılar.

Anyone's Daughter grubunu youtube'de 2010'da tesadüfen bulmuştum. Gruba adını veren 'Anyone's Daughter' parçasıyla ilk kez tanımıştım. Sonrasında diğer albümlerini teker teker bulup dinlemiştim.

O günden beri Wishbone Ash gibi canım sıkıldığında morale ihtiyacım olduğunda bir albüm açıp dinlemeye başlıyorum. 


'Adonis' adındaki ilk albümlerinde grubun adıyla parça yapmışlardı. Bir yıl sonra yaptıkları bu ikinci albümlerinde de albüme adını verdiler. Zamanında cover yaptıkları Deep Purple grubunun etkisi hem bir parçalarına hem de bir albümlerine yansıdı. Ancak ilk albümlerinde denedikleri uzun parça yazma denemelerini sonraki albümlerinde devam ettirmediler. Daha kısa parçalarla yetindiler. Örneğin 1984'den sonra çıkardıkları konser albümlerinde 'Adonis' parçasını koymadılar.

Grup hakkında genel bilgileri geçip albüme gelirsek; ilk albümdeki yaratıcılıktan çok daha iyi olduğunu bir albüm olduğunu söyleyebilirim. Albümün kısa parçalardan oluşması progresif rock'daki 'uzun parça daha iyidir' anlayışını değiştirir niteliktedir. Hemen hemen her parçasındaki yaratıcılık yani parçaların hiç bir grubun parçalarına benzemiyor oluşu kısa parçalarla da müzikte mükemmelliğin yakalanabilir olduğunu gösterir.



                                         


Anyone's Daughter grubu 1979'daki ilk albümleri öncesinde Deep Purple başta olmak üzere bir çok grubun parçalarını cover'lamıştır. Belki amatörce belki profesyonel olarak ama bu genç insanlar için rock (progresif) müziğinde öğrenilmesine yol açmıştır. Anyone's Daughter'ın her albümünde 70'leri 70'ler yapan bir çok rock grubunun izlerini görebilirsiniz.

Albümün en uzun parçası, 8 dakikalık  'Another Day Like Superman''dir. Parça Vangelis'in folkik ve dramatik tınılarına benzer bir şekilde açılır. Bluesvari folkik ezgilerle devam eder ve vurucu bölümü ondan sonra başlar. Uwe Karpa'nın gitar çalma tarzını Steve Howe, Steve Hackett, David Gilmour, Ritchie Blackmore, Andy Latimer gibi progresif rock'ın tanınan bir çok gitaristine benzetirim. Her albümde her parçada farklı bir şekilde gitar çalar. Bu parçada da Steve Hackett tarzı gitar çalar ve beni mest eder.

Anyone's Daughter grubu popüler yada rock yıldızı olmak için müzik yapmamıştır. Gençliklerinde dinledikleri müziği taklit ederek değil, yorumlayarak progresif rock'ın yerini tüketimciliğin aldığı yıllarda kendilerinin de zevk alacağı biçimde kendi müziklerini yapmışlardır. 7 yıl gibi kısa bir sürede 8-9 albüm yapmışlardır.

Albümün kısa parçalardan oluştuğuna fazlaca vurgu yaptım belki ama müzikal atmosfer ve kalite bakımından 70'lerin devamı niteliğindedir. Anyone's Daughter kendi dönemlerinde gelişen neoprog'a takılmayıp 70'lerin yaratıcılığını devam ettirmişlerdir. Sadece bu albümlerinde değil, bütün albümlerinde caz, klasik müzik, folk ve elektronik sesleri en mükemmel biçimde kullanmaya çalışmışlardır.

Anyone's Daughter 70'lerin kalitesini 80'lere taşıyıp devam ettiren ama müzikte herhangi bir iddiası olmadığı için müzik yapmayı bırakan bir gruptur. Gerçekten progresif rock'tan zevk alacağınız, özellikle 80'ler dönemi için bir Alman mucizesidir. 

1. Swedish Nights (4.54)
2. Thursday (3.59)
3. Sundance Of The Haute Provence (3.39)
4. Moria (3.52)
5. Enlightment (5.01)
6. Superman (3.56)
7. Another Day Like Superman (8.03)
8. Azimuth (1.27)
9. Between The Rooms (4.22)

Süre : 39.13

Uwe Karpa / Elektrik & Akustik Gitar
Harald Bareth / Vokal, Bas Gitar, Glockenspiel
Matthias Ulmer / Klavyeler, Piyano, Vokal
Kono Konopik / Davul