Bu Blogda Ara

9 Nisan 2022 Cumartesi

los-endos.com

 Geçtiğimiz baharda yeni açtığımız los-endos.com sitesine taşındık. Takip etmek isterseniz, aşağıdaki bağlantıya tıklayabilirsiniz. 

los-endos  

18 Ocak 2021 Pazartesi

Blue Oyster Cult - Blue Oyster Cult 1972



1804 yılında Amerika’da özel yetenekleri olan bir çocuk doğar. Adı Imaginos’dur. Küçük yaşlardan itibaren Imaginos, kendinde olan bu yetenekleri bir bir keşfetmeye başlar. Geleceğinden ve geçmişinden habersizdir ancak bir süre sonra zamanda değişiklikler yapabileceğinin de bilincine varır. Ergenliğini atlatıp 20’li yaşlarının ortalarında iken içinde dünyayı gezip dolaşma tutkusu ile yanıp tutuşmaya başlar. 


İlk önce yaşadığı yerden Teksas’a kadar gider. Oraya vardığında ise Meksika’ya gitmesi gerektiğinin hayallerini görmeye başlar. Yucatan’a giden bir geminin mürettabatına katılır. Meksika körfezinden geçerken gemi fırtınaya yakalanır ve batar. Mürettabatının bir kısmı ölür, kurtulanlar ise onu yalnız başına bırakıp kaçarlar. Uyandığında kendini bir istiridye yatağının içinde bulur. Daha önceleri gördüğü hayallerden, duyduğu seslerden daha güçlü sesler duymaya başlar. Konuşanlar O’na onun gerçek doğasını açıklar. Bu dünyadan olmadığını, kendilerinden olduğunu, tüm yaşadıklarının daha önceden planlandığını anlatırlar ve ona iki seçenek sunarlar. Ya bu yaşadığı hayata devam edecek ve bir ölümlü gibi zamanı gelince ölecektir yada onlara; onların Mavi İstiridye tarikatına (Blue Oyster Cult) katılacaktır. Imaginos tekliflerini kabul eder ve yeni adını alır. Destinova; Ebedi Işık.


İstiridye kabuklarının üzerinde kendi varlığının yıldızlardan geldiğine ve oraya ait olduğuna ait farkına varır ve astromi(Astronomy)’yi keşfeder. 


Sandy Pearlman; şair, şarkı sözü yazarı, rock müzik eleştirmeni, menajer, yapımcı, müzik direktörü. Daha çok Blue Oyster Cult grubunun isim babası olarak bilinen Sandy Pearlman, B.O.C. haricinde Black Sabbath(grubun menajerliğini yapmıştır), The Clash, Pavlov Dog’s, The Dictators gibi gruplarla birlikte de çalışan bir isim. EMI’nin kuruluşunda bulunan ve bir süre başkan yardımcılığını yapan da bir kişi. (Patti Smith’e rock müzik yapması gerektiğini söyleyen de Sandy Pearlman)


Sandy Pearlman, 1960’larda Soft White Underbelly grubuyla tanışır ve arkadaşlık kurar. Yazdığı bilim kurgu hikayelerinden etkilenen grup, adını bir süre sonra Blue Oyster Cult (dünya tarihine yön vermek isteyen bir grup uzaylının tarikatı) olarak değiştirir.

Blue Oyster Cult deyince heavy metal’den bahsetmemek de olmaz. Progresif Rock’ın üvey çocuğu Heavy Metal. 

Heavy metal yada metal müzik, özellikle kendi hayranları tarafından özel bir yere sahiptir ve hayranları ona özel olarak özen gösterirler. Ancak uzun yıllar bilinenin aksine heavy metal, İngiltere’de ortaya çıkan işçi sınıfı hareketinin müziği değildir. Heavy metal, 1960’ların başlarında yazılmış bir bilim kurgu  kitabında (William S. Burroughs adlı yazarın Uranian Willy ‘The Heavy Metal Kid’ kitabı) geçen bir karakterdir. İlk kez 1970 yılında Rolling Stones dergisinde Heavy Metal eleştiri olarak kullanılır. Bu tarihten iki yıl önce Steppenwolf ‘Born to Be Wild’ adlı parçada heavy metal sözlerini kullanır ancak bu kullanım müziğin tarifinden çok parçada geçen gökyüzünün rengini betimlemek amacıyladır. Rolling Stones dergisinde terim olarak kullanılmış olsa da uzun yıllar dinleyiciler ve eleştirmenlerce heavy metal sözünün nereden çıktığı düşünülmez yada üzerine yazılıp, çizilmez. 


Aynı zamanda bir müzik eleştirmeni de olan Sandy Pearlman, heavy metal sözünü ilk kendisi bulduğunu söyler. Bu gerçeği yansıtmaz ancak heavy metal sözünü bir müzik kavramı haline getirenin Sandy Pearlman olduğu rahatlıkla söylenebilir. 


2016 yılının haziran ayında gözlerine kapayana kadar entelektüelliğini zinde tutmaya çalışarak dünya gündemini takip edip üzerinde düşünen, konuşan ve yazan Sandy Pearlman’ın rock müzikteki ilk deneyimi adını verdiği Blue Oyster Cult grubu ile başlar. Yazının başında geçen hikaye 1988 yılında yayımlanan ‘Imaginos’ adlı albümün ana konusudur. Uzun yıllar grubun adı sadece bir bilim kurgu hikayesinde geçiyor diye bilinir. Bir nevi final albümü olarak da bilinen ‘Imaginos’ ile grubun müziği ve felsefesi hakkında daha net bir fikre sahip olunur. 

İlk çıkan albümlerine gelirsek; (Grubun felsefesini ve albümde anlattıklarını göz ardı ederek)

60’ların sonları 70’lerin başlarında henüz rock müzik türlere doğru dürüst ayrılmamış, kategorize dahi edilmemiştir. Bu dönemde müzik yapan grupların bir çoğu benzer şekilde en çok ilham aldıkları müzik türü olan blues ile ilgiliydiler. Blue Oyster Cult’un bu ilk albümü ‘Blue Oyster Cult’ de ağır bir şekilde blues müziğin etkisi altındadır. Aynı çağdaşları Deep Purple, Led Zeppelin, Black Sabbath gibi. Daha sonraları ise her grup kendi müziğini geliştirdi ve hepsi birer rock efsanesi oldular. . 

Albüm ağır bir şekilde blues’un etkisi altında gözüküyor diyorsak da, 70 öncesi saykodelik dönemden de etkileri göz ardı edemeyiz. ‘She's as Beautiful as a Foot’, ‘Workshop of Telescopes’ gibi parçalarla kendimizi 60’ların yanıp sönen ışıkları altında bulabiliyoruz. 


Blue Oyster Cult müziğine başlamak yada grubun müziğini öğrenmek için ideal bir albüm olmasa da, Metallica’nın da büyük bir hayranı olduğu Blue Oyster Cult’un bu ilk albümü rock müziğin efsaneleştiği zamanları anımsatacakların başlarında geliyor. 



01. Transmaniacon MC (3:21) 

02. I'm On The Lamb But I Ain't No Sheep (3:10) 

03. Then Came The Last Days Of May (3:31) 

04. Stairway To The Stars (3:43) 

05. Before The Kiss, A Redcap (4:59) 

06. Screams (3:10) 

07. She's As Beautiful As A Foot (2:58) 

08. Cities On Flame With Rock And Roll (4:03) 

09. Workshop Of The Telescopes (4:01) 

10. Redeemed (4:01)  

Süre: 36:57


- Eric Bloom / Vokal, Gitar, Klavyeler 

- Donald "Buck Dharma" Roeser / Solo Gitar, Vokal 

- Allen Lanier / Ritim Gitar, Klavyeler 

- Joseph Bouchard / Bas Gitar, Vokal 

- Albert Bouchard / Davul, Vokal

 

14 Şubat 2020 Cuma

Fractal - De Creacion y Muerte 1998



Peter Gabriel Genesis grubunu ilk kurduğunda yaptığı parçalar rock'tan ziyade popvariydi. Genesis adıyla çıkardığı ilk albümde bu net olarak gözüküyordu. Kadro değişimi sonrası Genesis efsane olacak albümler yapmaya başladılar. O efsane denilen kadro ile progresif rock'ın en tepesine kadar çıktılar. 75 yılında Peter Gabriel gruptan ayrılarak kendi müziğini yapmaya karar verdi. Çıkardığı albümler Genesis'in müziğinden daha basit ve daha poptu. Genesis grubu ise Gabriel'siz albümler çıkarmaya devam ettiler. Peter Gabriel 80'li yıllarda da kendi albümlerine devam etti.

Kaliteli müzisyenler kendisine eşlik etti ama yine de Genesis dönemindeki Peter Gabriel kadar sevemedim o dönemi.

1989 yılı sanırım, çıkardığı bir albüm ile bir çok müzisyeni kendisine hayran bıraktı ve albüm sayesinde ödüller de. Kendi solo albümüydü ama tek başına değildi. Dünyanın çeşitli yerlerinden bir çok müzisyen ona eşlik etmişti. Avrupa, Afrika, Ortadoğu'lu bir çok müzisten albümde yer aldılar. Türkiye'den Kutsi Ergüner de o müzisyenlerin arasındaydı. Albüm kısa kısa, 20 küsur parçadan oluşuyordu.

Bunları yazarken Peter Gabriel'in doğum günü (13 Şubat) olduğunu öğrendim. Facebook'tan takip ettiğim İtalyan müzisyen Fabio Zuffanti paylaşmış, rastgelince not olarak yazayım istedim.

Peter Gabriel kendi müzikal kariyerinde dünyadan sesleri de ezgileri de yansıtmaya çalıştı. En başarılı olduğu da bahsettiğim 'Passion' albümüydü.

Fractal grubunun Peter Gabriel ile ne alakası var ki bunları yazmışsın derseniz, 'De Creacion y Muerte' albümünün aynı 'Passion' albümü gibi dünyadan seslerle dolu olduğu içindir derim. Hatta dünyadan sesler konusunda Fractal grubunun Peter Gabriel'den daha başarılı olduklarını söyleyebilirim.

Belki Peter Gabriel bir çok profesyonel müzisyenle çalıştı o albümde ancak Fractal'ın bu albümdeki kadar birbirinden çok farklı sesleri bir araya getirememiştir.

Fractal 1997 yılında iki kişiyle kurulan bir grup. İlk albümleri yani 'De Creacion y Muerte' (Yaratılış ve Ölüm), ertesi yıl 98'de çıkar. Yine kısa kısa parçalardan oluşur albüm. Dünyanın bir çok yerinden geçmişe uzanan sesler vardır.

Albüm Igor'un kendi sitesinde yazdığına göre, Güney ve orta Amerika'nın yaratılış mitlerinin ölüm ile olan ilişkisini Afrika şiirlerinin müzikleştirilmesiyle ortaya çıkartılır. Albüm başlar başlamaz ilk parçada Türk-İran mevlevi ezgileri ile başlar. Devamında çok uzaklara gitmeden ortadoğu'nun sesleri gelir. Biraz daha güneybatı'ya doğru giderek Afrika'nın büyüleyici sesleri karşınıza çıkar.

Türk, İran, Hint, Uzak Asya, Ortadoğu, Afrika, Güney Amerika ve tabii ki latin sesleri, ezgileri birarada öyle ustaca albüm içinde kullanılmış ki dinlerken müziğin büyüsüne hayran olmamak elde değil.

Popüler dünyanın tüketici insanlarının bilmediği güzel insanlarının yaptığı güzel bir albüm 'De Creacion y Muerte'.

Fractal grubu öyle bir kez dinlenilip unutulacak bir grup da değil.

01. Hen xwe xame (4.17)
02. Al marcharte (2.56)
03. Aire (3.35)
04. Tierra (2.28)
05. Requiem (1.57)
06. El baile (4.05)
07. Ven (1.53)
08. Trece ciclos (2.41)
09. Despertar de los pájaros (2.10)
10. El mundo del sur del mundo (2.44)
11. Ven (2) (1.30)
12. La última lluvia (1.32)
13 Agua (3.19)
14. La danza del sol y la luna (5.57)
15. Fuego (2.28)
16. Al marcharte (2) (1.45)
17. Canción del primer hombre (3.05)

Süre : 48.22

Igor Ledermann / Vokal, Klavyeler
Jose Zamorano / Gitarlar, Perküyyonlar

10 Şubat 2020 Pazartesi

Os Mutantes - Fool Metal Jacket 2013


                                                 

Yıl tam olarak ne zamandı, anımsamıyorum. Muhtemelen 17-18 yaşlarındaydım. Kasetçiye gidip Sepultura'nın albümü olup olmadığını sormuştum. Yok denilince sipariş ettirmiştim. Bir kaç gün sonra kaseti almaya gittiğimde kaseti çalabilir misiniz biraz demiştim. Çalmaya başladıktan sonra kasetçi bana çay ısmarlamıştı. Sonra da satanizmden uzak durmamı tembih etmeye başlamıştı. Din varken bu tür sapkın düşüncelere girmemin ne gereği vardı.

Sepultura benim tapınarak dinlediğim heavy metal gruplarından ilkidir. Yıllar önce aldığım o kaset hala duruyor. Eğer ailem kutuların içinde biriktirdiğim kitaplarımla kasetlerimi atmadıysa kaset hala duruyordur.

Ergenlikten çıkmaya başladıkça dinlediğim müzikte olgunlaşmaya başladı. Aynı zamanda okuldan arkadaşımın da müzikte olgunlaşmamı sağlayan bir diğer etmendi. Çok kısa bir süre de Pink Floyd hayranı olmam metal müzikten uzaklaştırmadı ama devam da ettirmedi. Bir süre sonra da Pink Floyd'un yaptığı müziğin progresif rock olduğunu öğrendim. Metal müziği dinlemeye devam ediyordum ancak giderek de kendimi progresif rock'a yoğunlaştırmaya çalışıyordum.

O dönem dinlediğim bir çok grubu artık dinlemiyorum. Çoğunun adını bile unuttum, Sepultura ise ilk göz ağrım gibi hala aklımda duruyor.

Sepultura 80'lerin ortalarına doğru albüm çıkarmaya başlayan bir süre sonra da kendi tarzını yakalayıp dünyaca ünlü olan bir grup. Hala daha albüm çıkarmaya sessiz sedasız devam etmektedir.

1989 yılında çıkardığı albümde kendi tarzlarının oluşumunda önemli etkiye sahip Os Mutantes grubundan bir parçayı kendilerince çalarlar. O dönem Os Mutantes müzikte yoktur. Parçanın albüme alınması bir nevi Sepultura tarafından Os Mutantes'in hatırlanmasıdır. Bir kaç yıl sonra OS Mutantes karma bir albümde kendine yer bulur.

Albüm tropikalizm hareketinin müzik ayağını oluşturan müzisyenlerin parçalarından oluşuyordu. Böyle bir albüm fikri tropikalizm'in öncü adlarından olan Gilbert Gil tarafından ortaya atılmıştı. Hem kendinden parçalar koymuştu hem de hareketin diğer adlarından. Os Mutantes de bu albümde yer alır.

2000'lerde Os Mutantes bir albümle müzik hayatına geri döner. Bu geri dönüş albümünden sonra 9 yıl kadar ara verirler. 2009 yılında yeni albümlerini yayınlarlar. 4 yıl sonra da 'Fool Metal Jack' albümünü.

Os Mutantes, bir çok güney amerikalı grup gibi kendi halk ezgilerini müziklerine yansıtan bir gruptur. Hatta Os Mutantes'in bu durumda öncü olduğu da söylenebilir. Müzikleri genel olarak 60'ların beat akımından ve halk ezgilerinden oluşur ancak parçaları daha çok doğaçlama üzerinden  olduğu için avantgard bir hava hakimdir. İlk dinlenildiğinde tanıdık seslerin olmaması grubu hem kendine özgü bir grup yapar hem de öncü yani avantgard bir grup.

Müzikleri avantgard olduğu kadar sözleri de sıradanlıktan uzaktır. 70'lerin başında konsept albümler yeni yeni yapılmaya başlarken bir edebiyat klasiği 'İlahi Komedya' albüm haline getirirler. Avantgard müzik yapmaları grup dağıldıktan sonra grup kurucusu kardeşlerden birini müzikte avantgard'ın anavatanı Fransa'ya götürür.

'Fool Metal Jack' de yine avantgard işlerinden birisi. Sinemanın öncü adlarından Stanley Kubrick'in 'Fool Metal Jacket' filminden esinlenilerek yaratılmış bir albüm. Grubun eski kadrosundan sadece grubun kurucularından Sergio Dias var. Diğer müzisyenler Sergio Dias'ın etrafından toplanmış müzisyenler.


Albüm, Os Mutantes'in diğer albümlerinin izinden giden bir albüm. Ne modern progresif denen tuzağa düşülmüş ne de daha çok ilgi çekeceğim diye gereksiz müzikal atmosfer oluşturulmaya çalışılmış. Güney amerika halk ezgileri kullanılırken bu kez uzak asya ezgileri albüme konmuş. Albümün dinlerken bazı yerlerinde bu ezgiler o kadar ustaca kullanılmış ki yeni dönem saykodelik rock gruplarının ne kadar acemi olduklarını daha iyi anlamış oldum.


1. The Dream is Gone (2.50)
2. Fool Metal Jack (5.23)
3. Picadilly Willie (4.42)
4. Ganja Man (3.33)
5. Look Out (3.48)
6. Eu Descobri (3.05)
7. Time and Space (3.57)
8. To Make It Beautiful (3.26)
9. Once Upon a Flight (4.00)
10. Into Limbo (3.37)
11. Bangladesh (4.08)
12. (Valse LSD) (3.11)

Süre : 45.19

Sergio Dias Baptista / Elektrik & Akustik Gitar, Vokal
Esmeria Bulgari / Vokal, Perküsyon
Vitor Trida / Gitar, Klavyeler, Vokal
Amy Crawford / Klavyeler, Org, Piyano
Vinicius Jungueria / Bas Gitar
Ani Cordero / Davul, Perküsyon 

4 Şubat 2020 Salı

Rush - Power Windows 1985

Rush Power Windows

Çok kısa bir süre önce Neil Peart öldü. Öldüğü 3-4 gün sonra sevenlerine söylendi. 3-4 gün boyunca gizli tutuldu. Haberi yayılır yayılmaz da sadece sevenleri değil, popüler medya'da da haber yapıldı. Neil Peart, defalarca rock müzik dergileri ve siteleri tarafından birinci seçildi. Tanıyanlar, dinleyenler, bilenler için kendisi gelmiş geçmiş en iyi davulcuydu.

Ölümünden sonra da en iyi davulcu ünvanını taşımaya devam edeceğinden eminim.

Neil Peart müzik hayatına küçük yaşlarda başladı. Rush'ın ilk albümünden sonra davulcunun ayrılması sonrası davulcu seçmelerinde 2. yada 3. sırada iken bir kez çalması yeterli oldu gruba dahil olmaya. Çok geçmeden de Rush grubunun parçalarının sözlerini yazmaya başladı. Bir süre sonra o şarkı sözlerini yazdı, Geddy Lee ve Alex Lifeson ile birlikte müziklerini besteledi.

Eğer bir Rush efsanesi varsa, bunda en büyük emeğin Neil Peart'a ait olduğunu söylenmesi gerekir.

Neil Peart'ın davulculuğu ön plana çıkartılsa da, entellektüelliğine pek değinilmez. Felsefe, psikoloji, bilim kurgu, tarih, ekonomi, siyasi gibi akla gelen bütün branş isteyen konular üzerine kitaplar okuyan üzerine yazan ve şarkı sözü haline getiren bir kişidir, Neil Peart. Boşuna O'na profesör demiyorlar. Rush'ın efsaneleşmiş hemen hemen bütün parçalarında onun yazdığı sözler vardır.

Bundan yıllar önce eski facebook hesabımda Genesis hayranı birisi paylaştığım bir Rush parçasına 'sözleri çok ilginç' diye bir yorum yazmıştı. 1989 yılında çıkan 'Presto' albümünden bir parça idi paylaştığım. Rush'ın müziğine alışkın olmayanlar yada ilk kez dinleyenler tarafından sözleri ilginç geliyormuş, sonraları karşıma çıkan Rush hayranları tarafından da onaylamış oldum bu durumu.

2112 albümü ve albüme adını veren parça, Neil Peart'ın yazdığı sözlerle anlam buldu. Sözlerini yazarken esinlendiği bilim kurgu dünyasında pek yer edinemeyen Ayn Rand'ın 'Anthem' adlı kitabıdır. 'Xanadu' adlı parça yine Kubilay han ile ilgili bir parçadır ki Kubilay han'ı da kitaplardan öğrenilerek bir araya getirilmiştir. Rush'ın bütün albümlerinde parçaların sözlerinin çoğunluğu Neil Peart'ın okuduğu kitaplar üzerindendir.

Power Windows albümü.
Neil Peart
Albüm adında büyük anlamlar aramaya gerek yok. Grubun çalıştığı stüdyolardaki durumdan yola çıkarak albüme ad verilmiş. Parçaların sözlerinin çoğunluğu Neil Peart'a aittir, dolayısıyla albümün adı da Neil Peart'a ait. Albüm kayıtları boyunca Quabec(Kanada), Florida, İngiltere dolaşır dururlar. Kapalı stüdyolarda sürekli albüm kayıtları ve parça yazımları ile uğraşıldığından dışarı çıkmaya zaman bulamazlar. Neil Peart özellikle 2. dünya savaşında Japonya'ya atılan atom bombalarının yapıldığı yer olan Manhattan ile ilgili parçayı yazarken zorlanır. Tarihi gerçekliklere uygun olmasını ister, bu durumda parçanın sözlerinin yazılmasını bir hayli geciktirir. İşte bu sürekli stüdyolarda geçirilen zamanlarda Neil Peart'ın yapmayı en sevdiği şey pencereden dışarıyı izlemektir. Hayal gücünün ilhamını da pencereden bakarken geçirdiği zamanlardan alır. 


Bu stüdyo çalışmaları o kadar bunaltıcı olur ki, grubun en tembeli Alex Lifeson stüdyo ile ilgilenmekten vazgeçip, bir üst kattaki odada yağlı boya resimler yapmaya başlar. Sonra da yaptığı resimler üzerine satış planları yapmaya başlar.

80'li yıllarda piyasaya çıkan yeni elektronik müzik oyuncakları bir çok grubun ilgi alanına girdi. Tangerine Dream en çok ilgilenen grupların birincisiydi Geddy Lee'nin de gruba katmaya çalıştığı ve bir çok albümde yeni müzikal atmosfere var eden adeta Rush'a başka bir dönem yaşatan klavyeler ve synth cihazlarıydı. Neil Peart da yeni çıkan elektronik davulu kullanıyordu. Bütün bunlardan hoşnut olmayan tek kişi ise Alex Lifeson. O'da zamanını yağlı boya resim yaparak yada gittikleri tatil yerlerinde kendini kral ilan ederek zaman geçiriyordu.

Yeni dönem yeni genç Rush nesilinin yaratıcı esprilerinde Alex Lifeson hep başroldedir. Sınav esnasında Alex önünde oturan Geddy'den kopya ister. Geddy de kopya olarak klavye'nin notalarını gösteren kopyayı uzatır.
Rush
Power Windows albümünün parçalarının büyük çoğunluğu yine Neil Peart'a aittir. 'Big Money', Peart'ın en sevdiği ekonomi yazarlarından birinin kitabından esinlenilmiştir. 'Manhatton Project'


 2. dünya savaşında Japonya'ya atılan atom bombalarının planlana Manhatton ile ilgilidir. Albümde Neil Peart'ı en çok zorlayan parçadır. 'Mystic Ryhthms' parçasında afrika ve hint davulları getirilip Neil Peart'ın davul setine monte edilir.

'Power Windows', Rush'ın efsane albümleri arasında gözükmese de Rush hayranları tarafından gayet iyi bilindiğinin farkındayım. Albüm ile ilgili son olarak, Rush'ın özellikle Geddy Lee'nin gruba getirdiği klavye ve synth cihazlarının Rush'ın müziğine verdiği atmosfere aynı dönemin YES grubunda da vardır.

90'lı yılların sonunda ABD'de bir grup çıkar ve albümler yapmaya başlar. İlk albümlerinden itibaren parçalarda YES ve Rush etkisi hakimdir. Bir kaç ay önce son albümünü de yayımlarlar.

Izz grubundan bahsediyorum. Belki artık Rush yoktur, olmayacaktır da, YES grubu da eski atmosferinden uzak albümler yapmaktadır ve en önemlisi Chris yoktur. Izz grubu yerlerini doldurmaz belki ama her ikisinin yaptıklarını az da olsa anımsamatır.
Neil Peart, beyin kanserinden öldü. 3-4 yıldır Rush grubu yoktu. Hatırladığım son olay Alex ve Geddy'nin YES'in konserinde (2017) bulunmalarıydı. Hatta Geddy, Chris'in yokluğunu kapatmaya çalışıyordu. Konser sonunda ise en son Alex ve Geddy konuştular. Alex yine alay konusu oldu. 
Neil Peart


Artık Neil Peart yok. Rush da yok. YES devam ediyor gözükse de aslında onlar da yok.

Neil Peart müzisyenliğinin haricinde yazardır. Müzik üzerine bir çok akademik kitap yayımlamıştır. Bir motosiklet hayranıdır. Motosikletiyle gezdiği yerler hakkında bir çok kitap yayımlamıştır. Bir ara motosikletiyle İstanbul'a gelmiştir.

Belki Neil Peart yok artık, Rush da yok. Ama en azından albümleri hala var.


1. Big Money (5.34)
2. Grand Desings (5.05)
3. Manhattan Project (5.04)
4. Marathon (6.09)
5. Territories (6.18)
6. Middletown Dreams (5.15)
7. Emotion Detector (5.10)
8. Mystic Rhythms (5.53)

Süre : 44.28

Alex Lifeson / Elektrik & Akustik Gitar
Geddy Lee / Bas Gitar, Bas Pedalı, Synth(ses düzenleyicisi)i Vokal
Neil Peart / Davul, Akustik & Elektronik Perküsyon

Konuklar
Andy Richards / Klavyeleri, Synth programlayıcısı
Jim Burgess / Synth programlayıcısı



1 Şubat 2020 Cumartesi

Amon Düül II - Düülirium 2014



Psikolojim pek iyi olmadığı için yaklaşık iki aydır kabus görerek uyuyordum. O kadar alıştım ki artık bozulan psikolojim de normalmiş gibi gelmeye başladı. Kabuslarda normalmiş gibi gelmeye başlayınca uyandığımda kendimi bir çok kez 70 yaşlarında uyanmış gibi buldum. Bu albümü de dinlerken bir anda o içine girdiğim kabusu anımsadım. Sanki 13-14 yıl önce Amon Düül grubunu ilk dinlediğim zaman yok olmuş, meğerse doğduğumdan beri biliyormuşum.

Amon Düül II grubu yıllar sonra, 2014 yılında yeni bir albüm çıkardı. Aslında albümü 2010 yılında hazırladılar, Cd olarak basılması ise 2014 yılını buldu. Grup 80'li ve 90'lı yıllarda da albümler çıkarmaya devam etmişlerdi ancak dönemin müzikal kalitesine göre albümlerdi. Yani 60'ların sonları 70'lerin başlarındaki müzikal kalitenin devamı olmamıştı.

2000'li yılların ortalarına doğru özellikle progarhives'te kümelenen 70'ler progresif rock müziğini sevenler ve takip edenler Amon Düül II grubunun ilk albümlerini daha ön plana çıkardılar. 70'lerin ortalarına doğru çıkan ve sonraki yıllarda da devam olan albümler daha az dikkate değer olarak görüldü. Tabi bu sadece Amon Düül II'ye özel olan bir şey değildi. Bir çok grup içinde benzer şeyler söylenip çizildi. Hatta 75 öncesi albümler ve müzikal kalite o kadar abartıldı ki bazı kült olmuş grupların bu dönem sonrası albümleriyle neredeyse dalga geçildi.

Bu dalga geçmeler olduğu kadar övgüler de vardı. Çoğu zaman dalga geçmeler övgülerin yanında bir hiç'e döndü. 2000'lerin ortalarında 70'lerin progresif rock müziği hatırlanırken hatta yeni yeni fanları ortaya çıkarken bu müzikleri yapan kişiler ve gruplar bu olanlardan çok da uzak değillerdi. Sosyal medyanın da iyice yaygınlaşması müzik kişi ve gruplarını tekrar müziğe ve albüm yapmaya yöneltti. Artık 70'lerdeki gibi kendilerini duyurmak o kadar da zor değildi. 2010'lara doğru ve sonrasında 70'lerde kült albüm yapmış bir çok grup tekrar bir araya gelip tekrar stüdyolara girdiler.

Kimi gruplar istediği kitleye ulaştı tek albümle yetinmek zorunda kalmadı. İkileyen müzik kişileri ve grupları da oldu.

Amon Düül II grubu da bütün bu olanları izliyor muydu, bilmiyorum ama 2010 yılıydı sanırım Krautrock belgeseli yapıldığında ilk yanlarına gidilen kişilerden oldular. CD olarak satışa çıkan albümleri 2014'de raflarda yer buldu. 2010 yılında hazır olmasına rağmen 4 yıl sonra satışa çıkmasını anlam veremedim. 2011 yılında sanırım 70'leri dinlemeyi bırakıp yeni dönem gruplarıyla ilgileniyordum. 2 yıl sonra da ilgilenmekten vazgeçmiştim. Ancak anımsıyorum Amon Düül II yıllar sonra iki albüm çıkartmıştı. Sadece bir kaç kez görmüştüm. Meğerse tek albümleri imiş.

Albümü yazmadan önce internette yazılanlara bakayım dedim. Eleştirilerin çoğu neredeyse vasat bir albüm olarak nitelendiriyordu. Eleştirenlerin çoğu da ilk albümlerine atıfta bulunuyordu. Bu eleştirileri okurken kulaklığımda da bu albüm çalıyordu. Bu eleştirileri yazanlar nereleri ile dinlemişler, anlayabilmiş değilim.

Amon Düül II, yıllar sonra belki de hayatlarının son dönemlerinde son kez bir araya gelerek müziğe başladıkları 60'ların sonlarındaki gibi bir müzikal atmosferle bir albüm yapmışlar.

Daha önce bir kaç krautrock albümü hakkında yazarken de belirtmiştim. Krautrock'ı iki ana kola ayırıyorum diye. Birinci kol elektronik öğelerin daha çok olduğu ve herkesin bildiği Tangerine Dream, Neu!, Popol Vuh gibi grupların yaptıkları Krautrock. Diğeri ise saykodelik rock'a daha yakın duran Amon Düül II, Agitation Free gibi grupların yaptığı Krautrock. Can grubunu her zaman ayırmışımdır. Herhangi bir kalıba sokamamışımdır. Kendilerine has bir müzik yapan Can'ı takip eden gruplar ise yok denecek kadar azdır.

Sadece kült albümler yaparak değil, müziğe yön veren Krautrock gruplarının bundan sonra kendilerini ispat etme gibi bir dertleri olacağını sanmam. Amon Düül II grubu da yıllar sonra 70'lerin başına dönerek yaptığı bu albümle kendilerini hatırlatmaya çalıştıklarını düşünmüyorum. Yapılan eleştirilerin Amon Düül II'nin müziğiyle alakalarının olmadığını da net olarak söyleyebilirim.

Amon Düül II, bu albümle aynı 60'lar sonu 70'ler başındaki gibi müzikal kalitesi yüksek bir albümle belki de kendi müzik hayatlarının son birlikteliğini yaşadılar. Biraz kendi durumlarıyla dalga geçerek biraz da 70'li yaşların verdiği o rahatlıkla hem kendileriyle hem de içinde yaşadıkları tüketim dönemiyle dalga geçtiler. Parçaların adlarına bakarsanız ne demek istediğimi anlarsınız.

Onlar son bir kez biraraya gelerek bir albüm daha çıkardılar. Hem de ilk dönemlerindeki müzikal kalite düzeyinde olan bir albümdü.

13-14 yıl önce grupla ilk tanıştığımda sevdiğim, parçalarını ezbere bildiğim bir çok grubu bırakıp Amon Düül II dinliyordum. Zaman o kadar çabuk geçmiş ki 13-14 yılda neler yaşadım, böyle düşününce iki satır yazamam yaşadıklarımla ilgili. Detaylı bir anlatım içinde Amon Düül'ün bu albümü sanırım bana yardımcı olur.

Kim bilir, belki de bir süre sonra dinlemeyi bırakırım. Kabuslarımda gördüğüm 70'li yaşlarına geldiğimde bir park köşesinde yürürken bu son derim. 

1. Mambo La Libertad / On The Highway (8.34)
2. Du Kommst Ins Heim (9.22)
3. Still Standing / Standing In The Shadow (8.15)
4. Pscychedelic Suite: Back To The Rules / Walking To The Park (26.02)

Süre : 52.15

Renate Knaup / Vokal
John Weinzierl / Gitar, Synth, Vokal, Yapımcı
Chris Karrer / Elektrik Gitar, Keman, Saksafon, Vokal, Yapımcı
Lothar Meid / Bas Gitar, Vokal
Danny Fichelscher / Davul
Jan Kahlert / Perküsyon, Vokal

Konuk
Gerard Carbonell / Bas Gitar

27 Ocak 2020 Pazartesi

Jethro Tull - Thick as A Brick 1972



Cahit Berkay bugün sabah gazetesine bir röportaj vermiş. Röportajında şunları söylemiş.

'Emperyalistler yıllardır Türkiye ile uğraşıyor, bunun farkında olalım'

Tabi internet haber siteleri de hemen bunu haber yapıp twitter'da paylaşıma sokmuşlar. Katıksız muhalifler(!) ise hemen yandaş olmuş, AKP'li olmuş demeye başlamışlar.

Cahit Berkay ile Jethro Tull'ın ne alakası var derseniz, her ikisinin de rock müziğe halk ezgilerini karıştırdıklarını söylerim. Her ne kadar her iki grubun da ürettiklerinin alakası olmasa da yüzeysel bakıldığında efsane olmuş bir çok rock grubunun yapamadığını yapmışlar, yeni yeni ortaya çıkan rock müziğe halk müziklerini katmışlardır.

Jethro Tull'ın Mogollar ile benzerliğinin haricinde YES ile de benzerliği vardır. İlk örnek; gitarist Michael Barre'nin Blues hayranı olmasıdır. Hatta gruptan ayrılıp kendi grubunu kurduktan sonra blues yapmaya devam etmiştir. YES'in gitaristi Steve Howe ise Rock'n Roll hayranıdır. Ancak Steve Howe Yes sonrası değil öncesi Rock'n Roll albümü yapmıştır. YES ve sonrasında kendi albümlerinde Rock'n Roll'dan etkilense de ağırlık deneysel çalışmalarından oluşmuştur. Bir diğer örnek ise klavyecilerin klasik müzikten etkilenip grup müziğine yansıtmalarıdır. Son örnek ise her iki grubun vokalistlerinin de soyadlarının Anderson olmasıdır.

Bas gitar ve davullar ile ilgili bir benzerlik göremedim. Hatta bas gitar YES grubunda çok belirgin iken Jethro Tull'da hissedilmeyecek kadar etkisi azdır.

Jethro Tull'ın benzerlikleri olsa da diğer gruplarla aslında kendine özgü bir gruptur. Taklidi yapılamadığı gibi izinden gidenler de yok denecek kadar azdır. Bu durum benzerlik kurduğum YES ve Mogollar grubu içinde geçerlidir.

Jethro Tull, 1968'de ilk albümünü çıkardığında müziğinde ağır bir blues etkisi vardı. Albümler gelmeye başladıkça folk ezgileri parçalarda yayılmaya başladı. Bir önceki albümünde klasik müziğinde etkisi eklenmişti.

'Thick as A Brick' albümü ise 4 yılın sonunda ulaştıkları müzikal düzeyi gösterir.

Yıllar önce 2003 yada 2004 yılıydı, 'Heavy Horses' albümünü YES'in 'Yes album' ile birlikte almıştım.

Bir kitapçı'da CD/kaset bölümü vardı. Orta yere koca bir sepet koymuşlardı. İçinde bir çok CD vardı, sanırım tanesi de 1 liraydı. Yardbirds ile Cream'in albümleri de vardı. Onlardan da birer albüm almıştım. O zamanlar progresif sözcüğünü bile bilmiyordum. Bildiğim Pink Floyd'un gelmiş geçmiş en iyi grup olduğuydu. Nasıl olduysa bu grupları bulmuştum. Bir iki yıl sonra da progresif sözcüğü ve rock türüyle tanıştım. Bu gruplarında bu türden olduğunu öğrenmiş oldum.

Aslında genel olarak Jethro Tull seven biri değilim. Kötü olduğu için değil, belki de zevkime hitap etmediği için.

Ancak; 'Thick as A Brick' albümü olunca bende işler değişmeye başlıyor. Hayatımda hiç bir albümü üst üste bu kadar çok dinlediğimi bilmiyorum. Özellikle ikinci bölümünün ortalarından başlayan müzikal orgazm, progresif rock'ın en büyük hazlarından birini yaşatıyor.


Ian Anderson olmasaydı, Jethro Tull yine olurdu ama böyle bir grup olmazdı. Ian Anderson'ın güçlü söz yazarlığı grubu bambaşka bir boyuta taşıdı. Bu albümü de Ian Anderson yazarken ortaya çıkan konsept albümlerden etkilenerek ortaya çıkarmaz. Tam tersine ironik bir biçimde bir ütopyacılık yapan grupların albümlerini rock'ın isyan haliyle yorumlar. 'Thick as A Brick' olsa olsa 'YES'in, ELP'nin ütopik dünya ve yaşamı konu olan albümlerini ironik bir biçimde eleştirir.

Her ikisi de gereklidir. Hem yeni ütopyalara hem de bunların eleştirilerine ihtiyacımız var. Dönemin (1970'ler) bir çok grubu edebiyattan, felsefeden etkilenerek konsept ütopik albümler yapmışlardır. Rock müziği sanatın bir dalı olarak düşünüp ona göre hareket etmişlerdir. Ortaya da rock müziğin klasik albümleri çıkmıştır. Jethro Tull'da bu dönemin bir grubu olarak hareket edip ona göre tavır almıştır.

Twitter'da Jethro Tull ile ilgili önüme gelen bir yorum vardı. Rock müzik dinleyemeyenler Jethro Tull dinliyor gibisinden bir yorumdu. 5 ay sonra tekrar yazmaya başlamama neden olan buydu.

Rock müzik dinleyemeyenler Jethro Tull dinliyor!.

Bu sözü kulaklarınızda yankılandığını düşünün ve ters bir cümle kurun.

Jethro Tull dinleyenler rock dinleyemiyor. Evet, bu doğru bir cevap olur.


Ütopya, olmayan ülke anlamında. Edebiyatçılar, yazanlar, çizenler bunu farklı anlamlara, tanımlara sokarak da yorumlamışlardır. Artık ütopya toplumu değil, kişiyi ilgilendirmektedir. Twitter gibi sosyal medya ağlarında insanlar(kişiler), kendilerine ütopyalar kuruyorlar. En azından uzaktan öyle görünüyor. 70'li yıllarda da durum böyle idi.

Toplumu, insanları idealize ederek kendilerince yol göstermeye çalışıyorlardı. Bunu da edebiyattan, felsefeden ve hatta doğu mistisizminden yararlanarak yapıyorlardı. Yukarıda da bahsettim, bir çoğu bu konuda başarılı da oldu. Ancak unuttuğumuz bir nokta var. Tüketim toplumunda yaşıyoruz. Fabrikadan üretilip önümüze konan her şeyi tükettiğimiz gibi, edebiyatı, felsefeyi de tüketiyoruz.

Jethro Tull'da bunun farkında olarak üretilen ütopik konsept albümlerin ironisini bu albümle yaptı. Kurduğunuz hayallerin en mükemmel sonucu şuan için, twitter gibi sosyal medya sitelerinde bir şeyler yazıp, çizip kendinizi tatmin etmektir.

70'li yıllarda ise bunun yolu gazete yada dergilere çıkmaktı. Ian Anderson da bunu düşünerek albüm kapağını yerel bir gazetenin (gazete, journal ya da giornale günlük demek, giorno italyanca gün demek) şablonunu albüm kapağı kullanarak yaptı.

Yazıyı yazarken aklıma gelen tüketimcilik olgusunu düşünürken aklıma hemen Birth Control grubu geldi. Birth Control grubu da daha 70'lerin başında tüketimciliğin aslına bir politik bir davranış olduğunu sezmiş, bunun üzerine de 'Buy' adlı bir parça yapmıştı.

Jethro Tull, diğer albümlerinde böyle bir konuyu işlemiş midir, bilmiyorum. Ancak grup ortaya çıkan iyimser havanın, devrim yapıyoruz biz diyen dönemin rockçılarının, sistemi değiştirebiliriz diyenleri ironik bir biçimde bu albümüyle eleştirmiştir.

Robin Hood da gelse kurtaramaz sizi.

1. Thick as A Brick (22.39)
2. Thick as A Brick (21.05)

Süre : 43.44

Ian Anderson / Vokal, Flüt, Akustik Gitar, Keman, Saksafon, Trompet, Besteci
Martin Barre / Elektrik Gitar,
John Evan / Hammond Org, Piano, Harpiscord
Jeffrey Hammond / Bas Gitar
Barriemore Barlow / Davul, Perküsyon, Timpani