Bu Blogda Ara

30 Kasım 2017 Perşembe

Nektar - Journey To The Centre Of The Eye 1971


                           

Progresif rock'ı tanımlarken yada anlatırken en çok örnek verilen öğelerden biri albümlerin konsept (bütünlüklü) bir yapısıdır. Ve bu doğrudur da. Ancak bütün albümler için geçerli değildir. Konsept yapıda bir çok progresif rock albümleri varken, bir çoğunda da parçalar birbirinden ayrıdır. Bir albümün konsept olması onun progresif rock olduğunu göstermez. Konsept olmayan bir albümünde progresif rock olmadığını da göstermediği gibi.

En bilinen, daha doğrusu şuan benim aklıma gelen, konsept albümleriyle progresif rock'da yer edinen gruplar; Pink Floyd, Eloy, Moody Blues, The Who, Banco, Le Orme, Area, Tangerine Dream. Hatta Tangerine Dream'in 70'lerin başlarında ardarda çıkardığı 3 konsept albüm, birbirlerini takip eder nitelikteydi.

Nektar grubu da yaptıkları konsept yapılı albümlerle kendilerine progresif rock'da yer edinen gruplar arasında. İlk albümlerinden başlayarak konsept albümler ile devam ettiler müziklerine.

1971 yılında çıkardıkları ilk albüm olan 'Journey To The Centre Of The Eye' bilim kurgu temalı bir albüm.

Olayın yada hikayenin kahramanı uzayda yolculuk ederken, dünyadışı varlıklar tarafından yakalanıp hapsediliyor. Bir süre sonra dünya dışı varlıklar hikayenin kahramanına psişik yoldan hayatını gösteriyorlar. Bir gözün içinden kendi evini, dünyaya bakıyor. Dünya'da nükleer savaş yaşanmakta olduğunu görüyor. Albümün özü de bu durumun dramatize edilmiş hali olarak karşımıza çıkıyor.

Nektar, bir İngiliz grubu. Ancak grup üyeleri Almanya'da yaşamakta olduğu için, yaptıkları müzikte dönemin Alman krautrock'ından çok büyük esinlenmeler var, ki bu durumda gayet normal.

Progresif rock severlerinin bazılarına göre ise bu 4 İngilizin yaptıkları müzik krautrock olarak da adlandırılıyor.

Albüme gelirsek, 1971 yılında çıkmış olmasına rağmen sesler 1960'ların ikinci yarısında bir devrim yapan ve günümüz rock müziğinin temellerini atan saykodelik rock müziğin devamı niteliğinde. Sesler 60'ların  müziklerini dinleyenlere o kadar tanıdık gelir ki, müziğin içinde Beatles, Moody Blues, Pink Floyd, Iron Butterly gibi grupların izlerini rahatlıkla hissedebilirler. Ancak Nektar o seslerin benzerlerini çıkartarak bunu senfonik bir halde albümün bütününe yaymışlardır.

Daha önce yazdığım bazı krautrock gruplarının albümlerinde belirtmiştim. Günümüz rock türlerinden en bilinen ve kalitelilerinden olan post-rock'ın temelleri 1970'lerin krautrock'ına, saykodelik rock'ına temellenir diy.e. Nektar'ın 'Journey To The Centre Of The Eye' albümünü tekrar tekrar dinlerken bir çok yerde post-rock sesleri duydum.

Artık bu albüm için şöyle diyebilirim; günümüz post-rock'ın temel aldığı gruplardan birisi de Nektar'ın 'Journey To The Centre Of The Eye' albümüdür.

60'ların saykodelik rock'ının senfonik ve melodik olarak nasıl progresif, ilerici bir hale getirelebilinir, bu albüm bunu çok güzel anlatmaktadır. 60'ların saykodelik müziğine bakmak isteyenlere özet geçeçek bir albüm. Aynı zamanda konsept albüm sevenlerin, konusu ve hikayesi bakımıyla da bakması gereken bir albüm.

Nektar'ın bu albümünden sonra bir de 'Remember The Future' albümüne bakın. Ya da zaten o albüm dolayısıyla Nektar'a merak sardıysanız, siz yine o albüme geri dönün. Çünkü benim için Nektar'ın en güzel albümü o. Hatta 70'larin saykodelik progresif rock albümlerinin arasında elmas gibi parıldıyor.


1. Prelude (1.27)
2. Astronauts Nightmare (6.22)
3. Countenance (3.3                                        0)
4. The Nine Lifeless Doughters Of The Sun (2.41)
5. Warp Oversight (4.28)
6. The Dream Nebula (2.14)
7. The Dream Nebula II (2.25)
8. It's All In The Mind (3.22)
9. Burn Out My Eyes (7.48)
10. Void Of Vision (2.01)
11. Pupil Of The Eye (2.46)
12. Look Inside Yourself (0.53)
13. Death Of The Mind (2.52)

Süre : 42.49

Roye Allbrighton / Elektrik Gitar, Vokal
Allan 'Taff' Freeman / Mellotron, Piyano, Org, Vokal
Derek 'Mo' Moore / Bas Gitar, Mellotron, Vokal
Ron Howden / Davul, Perküsyon

Konuk
Dieter Dierks / Piyano, Yapımcı

26 Kasım 2017 Pazar

Krautwerk - 1971 2014




Yaklaşık bir ay önce can sıkıntısını gidermek için uzun zamandır dinlemediğim grupları aramaya çalıştım. İlk aklıma gelenlerden biri de Kraftwerk'di. Yotube'de full albüm diye aratarak bir albümü inderdim. Yeni taşındığım evde internetin kötü çekiyor olması nedeniyle de bir saate yakın bekledim. Sonunda albümü indirip, 3. bira ile birlikte dinlemeye başladım. O gece öyle bitti.

Birkaç hafta sonra yine açtım, Kraftwerk diye dinliyorum. Albüm çok da farklı gelmiyor çünkü Neu! grubunun üyesi Klaus Dinger Kraftwerk'in ilk albümünde vardı o yüzden müziğin Neu! Müziğine benzemezi pe dikkatimi çekmiyor.

En son dün, akşamdan kalmış bir şekilde evi temizleyip, işe gideceğim. Yine açtım albümü dinlerken üzerimi değiştirip temizliğe başladım. Tam o arada sigara yapayım dedim. Sigarayı hazırlarken (tütün) gözlerim bilgisayar ekranına gitti. Krautwerk yazıyordu. Tekrar tekrar baktım, doğru okumuşum. İçimden dedim, herhalde youtube'ye yükleyen kraut rock grubu diye Kraftwerk'i Krautwerk diye yazdı.

Evdeki işleri bitirip, işe otobüsle giderken internet daha iyi çekiyor diye albümü arattırdım. Karşıma 2014 yılına ait bilgiler çıktı. İlk önce yeniden basım diye 2014'ü eklediler sandıma ancak değilmiş. İşyerine gelip, internet üzerinden biraz daha araştırınca Klemen'in blogunda bir söyleşisini buldum. Ve evet albüm 1971 adıyla 2014 yılında çıkmış. Yani 1971 yılına ait değilmiş.

Daha sonra da albüm ve Krautwerk hakkında discogs'a girip baktım. Karşıma tek bir kişi çıktı. Nico Seel. Klemen'in blogunda var olan söyleşide de zaten kendisi vardı.

Nico Seel'in bu albüm çalışması tek değil. Krautwerk gibi 3-4 grup çalışması daha var. Söyleşiden anladığıma göre diğer grup çalışmaları da 70'lerin krautrock tarzında çalışmalar. Çünkü yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi bu albümü dinlerken müzikal atmosferden ve albümün isminden dolayı, Krautwerk'i 70'lerin gruplarından sanmıştım.

Nico Seel; ortalama benim yaşlarımda, yaşım 35, Alman kökenli bir müzisyen. Günümüz rock türlerinden sıkıldığı için, heavy metal ve punk, yeni tür müziklere yönelmesi sonucu krautrock'la buluşup bu türde karar kılmış. Kendi müzik aletleri olması sebebiyle de kendi müziğini yapmaya karar vermiş. Sonuç olarak da 4-5 grup çalışması ortaya çıkmış.

Bütün bunları internet üzerinden öğrenirken aklıma İran kökenli Imaad Wasif geldi. O'da Nico gibi 70'ler atmosferinde bir'den çok grup çalışması yapmıştı.

Hala da yapmaya devam ediyor.

Albüme ismini veren 1971 tarihi bir çok krautrock efsanesinin önemli yıllarından olan 1971 yılına bir nevi atıf olmuş. Tangerine Dream'in, Kraftwerk'in, Amon Düül II'nin, Faust'un, Neu!'nun önemli çıkış yaptığı yılları temel almış. İlginç ve yaratıcı bir fikir!.

Nico Seel'in Krautwerk olarak devam albümleri de var. O albümler de yine yıllara atıf olarak 1972, 1973 diye devam ediyor. Nico'nun ve albümlerinin yeni farkına vardığım için diğeralbümleri de sanırım dinlenilmek üzere sırada beni bekliyorlar.

Albüme gelirsek, 1971 tamamen 70'lerden çıkma bir albüm. Müzikal atmosferi, kullanılan müzik aletleri 70'leri anımsatmıyor, tamamen aynı.

Nico sıkıldığı, tiksinti duymaya başladığı günümüz müziğinden uzaklaşıp; krautrock'ın, progresif rock'ın altın çağları denen yıllarına dönmüş ve kendi yeteneğini ve bilgilerini de ortaya koyarak mükemmel bir albüm çıkarmış.

Albümü ilk dinlediğim zaman Kraftwerk'in albümü olarak dinlemiştim. Müzikal atmosfer olarak 70'li yılların krautrock'ından, elektronik rock'ından hiç bir farkı yok. Youtube'den indirdiğim klibi de yine 70'li yılların La Düsseldorf grubunun 'Time' adlı parçasını anımsattı. Bu arada Neu! Grubu üyesi Klaus Dinger, 3 gruptada müzisyenlik yaptı. O yüzden albüm bana hiç de yeni, günümüzün müziklerinden biri gibi gelmedi.

Şimdiye kadar 2000 sonrasının krautrock gruplarına hep soğuk bakmıştım. Hatta Almanların 2000 sonrası progresif rock gruplarına soğuk bakmıştım, bir kaç grup haricinde. Ancak Nico Seel, Krautwerk ve 1971 ile bu düşüncemi tamamen değiştirdi.

Hem 70'lerin hem de günümüz müziğinin tadını çıkarmak için mükemmel bir albüm.

1. I (6.33)
2. II (4.00)
3. III (9.07)
4. IV (6.16)
5. V (6.38)
6. VI (6.49)

Süre : 39.38

Nico Seel / Elektrik Gitar, Elektrik Bas Gitar, Synth (ses düzenleyici), Elektrik Davul


23 Kasım 2017 Perşembe

Grobschnitt - Grobschnitt 1972


                             

Bir gün bir sokakta yürürken balkondan başıma bir saksı düşecek ve hafızamı tamemen yitireceğim. Şimdiye kadar öğrendiklerim, ailem, arkadaşlarım hepsi aklımdan uçup gidecek. Yine bir gün can sıkıntısından internetten müzik dinlemeye başlayacağım. Youtube benzeri sitelere girip güzel yada mükemmel müzikler yazıp dinlemeye çalışacağım. İngilizce olarak da arattırıp karşıma çıkan müzikleri dinleyeceğim. İşte tam o sırada karşıma 'Wonderful Music' adlı bir parça çıkacak. Parçayı dinlemeye başladıktan bir süre sonra ilk Grobschnitt sonra progresif rock'ı en sonunda da unuttuklarımın hepsini anımsamaya başlayacağım.

Olur mu, olur!

Grobschnitt'in 1972 yılında çıkardığı ilk albümünden 'Wonderful Music' adlı parçayı günün birinde bunasam bile unutmam. İlk dinlediğimden beri Grobschnitt grubunu tanımlamam için söylenebilecek tek söz, wonderful music.

Günümüzde progresif rock ciddi bir müzik türü olarak kabul ediliyor. Bu konuya ben de katılıyorum. Müzik icra edenler de, dinleyiciler de progresif rock'a çok ciddi bir şekilde bakıyorlar. Müzikte aradıkları ise uzun enstrüman doğaçlamaları yada sesin pürüzsüzlüğü gibi şeyler oluyor. Dolayısıyla progresif rock deyince belli kriterler ortaya konuyor. O kriterlere uygun olduğu sürece progresif rock sayılıyor.

Grobschnitt dinleyen birisi için bu tarz kriterlerin pek bir anlamı yok. Çünkü grup ilk albümünden itibaren eğlenerek, kahkaha atarak, birbirleriyle dalga geçerek müzik yaptılar.

Günümüzde de aynı atmosferler ile konserler vermeye çalışıyorlar. Yani müziğin içinde varolmaya devam ediyorlar.

Maalesef günümüzde ki progresif rock dinleyicileri 70'lerin kült gruplarını tamamen dinlemeden; günümüzün popüler olmuş, bilinen gruplara odaklandıkları için kendilerine belli kriterler belirleyip, müziği ona göre dinliyorlar. Sonuç olarak da progresif rock sıkıcı bir müzik türüymüş gibi bir anlam ortaya çıkıyor.

Halbuki progresif rock müzisyenleri yada grupları; müzikal şablonları, kriterleri reddeden bir anlayışla müzik ortaya çıkardılar. Kabullenilmek yada ünlü olmak gibi pek dertleri olmadı. Yaptıkları her albümde kendilerini değiştirmeye, yenilemeye çalıştılar.

O yüzden 70'lerin progresif rock albümlerinin müziği çok zengin ritimlere, armonilere sahiptir. O gruplardan birisi de Grobschnitt. Benimde unutamadığım ve unutmamın çok zor gözüktüğü bir grup.

Özellikle 70'ler de bir çok grup 'progresif rock yapıyoruz biz' düşüncesiyle albümler çıkarmadılar. Albüm çıkarıp konser verdikçe, diğer rock gruplarını dinledikçe, birbirleriyle iletişim kurdukça müzikleri progresif, yani ilerici bir hal aldı.

İlk progresif rock albümü hangisidir, hala tartışılmaktadır. Hele ki yeni dinlemeye başlayanlar ilk progresif rock albümünü 1965'e kadar götürebilir. Ama bunların bir anlamı yok. Çünkü progresif, ilerici rock diye ilk kez King Crimson'ın albümü için söylendi. O yüzden King Crimson müziğini temel almakta fayda var. Yoksa 1965 değil, 1955 yılında ki Johnny Cash'e kadar gidilir.

Gruba dönersek.

Açılış parçası; 'Symphony' albüme, Grobschnitt'e, hatta progresif rock'a başlamak için ideal değil, mükemmel bir örnek. Klasik müzik etkisinden, blues rock'a, saykodelik rock'tan folk rock'a (latin rock ve the doors anımsayın) dönemin rock atmosferini rahatlıkla bulabileceğiniz, ve kusursuz bir şekilde harmanlayarak ortaya konan bir parça.

'lal lal la, lal la lal la' korusunu 3-4 kez tekrarladıktan sonra giren elektrik gitar solosu, tahminimce progresif rock'ın en iyi açılışlarından biri. Nitekim 2-3 yıl sonra ortaya çıkartacakları 'Solar Music' efsanesinin de kaynağı bu gitar solo girişi. 1972 yılında çıkan albümdeki uzunluğu 13 dakika ancak yeni basımlarda bir de bu parçanın 30 küsür dakikalık canlı konser kaydı varmış. 'Solar Music' den çok daha iyi olacağı kesin. 'Solar Music' neredeyse gitar doğaçlamalarına dayanıyordu, bu parça da ise gitar soloları haricinde mükemmel sesler var. Canlı performansı dinlemek büyük bir keyif verecektir.

Kendime not, en kısa zamanda bulup, 'Symphony Live' dinlemeliyim.

'Travelling', saykodeelik bir atmosferde başlayan parça, latin ezgileriyle örülmüş tam anlamıyla bir krautrock örneği. Tekrar tekrar dinlerken bir süre önce dinlediğim Nektar grubu geldi aklıma. 'Travelling' parçası o kadar çok Nektar parçalarına benziyor ki, Nektar böyle bir parça yazsaydı, birinden aşırmışlar bu parçayı diye, hiç kimse demeyecekti.

Aynı zamanda solo gitar çalışmaları, 'Symphony' parçasında olduğu gibi 'Solar Music' parçasına da temel olmuş görünüyor.

'Wonderful Music', benim için albümü ve grubu unutturmayacak parça. Progresif rock'da ilk dinlemeye başladığım zamanlar Almanlara yoğunlaşmıştım. Grobschnitt'de o grupların arasındaydı. Krautrock grupları ve diğer Alman gruplarını üstüste aylarca dinlediğimi anımsıyorum. On'larca grup arasından krautrock yada Almanya dendiğinde aklıma gelen ilk 3 gruptan biri, Grobschnitt. 'Wonderful Music' ise herkese önermediğim, hep kendime sakladığım bir parça.

'Sun Trip', senfonik yapılı olmasından ziyade eklektik yapısıyla dikkat çekiyor. Bir çok Grobschnitt hayranına göre Solar Music parçasından hemen sonra gelen, bir şaheser. 4 bölümden oluşan oluşan  ve 17 küsür dakikalık uzunluğu ile progresif rock için gayet normal bir uzunluk. İçinde gerçekten beni etkileyen bazı gitar soloları ve kozmik atmosferi andıran yerler var. Bunlar parçanın ilk 2-3 bölümünü oluşturuyor. Bu kısımlar gerçekten dinleyeni, en azından beni, alıp bir yerlere götürebiliyor. Ancak parçanın son kısımlarını pek sevip, dinleyemedim. Cazvari bir atmosferle sonlandırmaya çalışmışlar ama başladığı gibi mükemmellikle bitmiyor.

Şimdi yazarken aklıma Kemal Sunal'ın 'Korkusuz Korkak' filmi geldi. Kemal Sunal klasiklerinden biri olan film, mükemmel bir şekilde başlıyor ancak sonu aceleye getirildiği için anlamsız bir şekilde film bitiyor. 'Sun Trip' parçası da o filme benzer. Mükemmel bir şekilde başlıyor ve aceleyle bitirilmiş gibi duruyor.

O yüzden benim için konsept olarak albümdeki en kolaya kaçılmış parça.

Grobschnitt, 1972 yılında çıkardığı ilk albümüyle sonrasında çıkaracakları albümlerininde haberciliğini yapmıştır. Mükemmel gitar soloları, kozmik saykodelik atmosfer ve yine aynı şekilde mükemmel davul çalışmaları, bu albümde olduğu gibi diğer albümlerde de vardır. İlk örneği ise bu albümdür.

1. Symphony (13.44)
a. Introduction
b. Modulation
c. Variation
d. Finale
2. Travelling (6.50)
3. Wonderful Music (3.40)
4. Sun Trip (17.43)
a. Am Ölberg (Mount Of Olives)
b. On The Way
c. Battlefield
d. New Era

Süre : 41.57

Stefan Danielak (Wildschhwein) / Vokal, Ritim Gitar
Gerd-Otto Kühn (Lupo) / Elektrik Gitar,
Hermann Quettin (Quecksilber) / Org, Piyano, Perküsyon
Bernhard Uhleman (Bar) / Bas Gitar, Flüt, Perküsyon
Joachim Ehrig (Eroc) / Davul, Perküsyon, Elektronik Efektler
Axel Harlos (Felix) / Davul, Perküsyon

Kapak Tasarımı / Günter Blum

20 Kasım 2017 Pazartesi

Tangerine Dream - Hyperborea 1983



Tangerine Dream grubunun kaç albümü olduğu hakkında bir fikrim yok, 100 civarında diye biliyorum. Film müzikleriyle birlikte en son saymaya çalıştığımda 130'ları geçmişti sanırım.

Grup 1960'ların sonlarında başladık albümlere günümüzde de devam ediyorlar. Birkaç ay öncesinde yeni albümlerini de çıkardılar. Tahminimce yeni albümler çıkarmaya da devam edecekler.

Tangerine Dream'in bu kadar çok albüm çıkarmaya başlaması, 1982 yılında çıkardıkları 2 albümle başladı. 1980'li yıllar boyunca da bu üretim devam etti. Aynı yıllarda çıkardıkları 2 ve daha fazla albüm ya film yada belgesel müzikleriydi. Bazen de kendi albümleriydi. Bu çoklu üretim 90'lı yıllarda da kısmen devam etti. Bu kadar çok albüm çıkarmalarının tek nedeni tabii ki müzik ve belgesel çalışmaları değildi. En önemli etkeni, 80'lerin başlarında synthesizer, yani ses (ve ritim) düzenleyicilerinin daha ucuza ve bolca üretilmesiydi. Almanların öncülüğünde gelişen elektronik müzik severliği sonuçda kapitalistlerin gözünü müzik endüstrisine çevirmesine yol açtı. Sonuç olarak da 1980'lerin başlarından itibaren ortalıkta elektronik müzik diye kulakları tırmalayan acuze müzikler ortaya çıktı.

Tangerine Dream ve diğer öncü elektronik müzik insanlarının haklarını yiyemem bu konuda ama ortada olanı da söylemek gerekir.

Tangerine Dream de bu ucuza ve bolca üretilen synth'leri albümlerinde kullanmaya başladılar. İlk 1980'de 'Tangram' albümlerinde denemişlerdi, daha sonra da 1982 yılında çıkardıkları 2 albümde de denemeye devam ettiler. 1983 yılında ki 'Hyperborea' albümünde de bu yeni çıkan enstrümanlara tamamen hakimiyetlerini kurdular.

Tangerine Dream'in 1980'li yıllarda bu kadar çok albüm çıkarmasının asıl nedeni benim için kesinlikle bu'dur. 1980'li yıllarda popüler müzik haline gelen pop'un temelinde de bu ucuz ve bolca üretilen aletler ile 90'lara doğru da iyice yaygınlaşam bilgisayarlar olmuştur.

Müzik üretimini elbette karşı değilim ama sürekli birbirlerinin müziklerini kopyalayarak ortada para kazananları görünce ister istemez bir tiksinti geliyor. Hele ki söz konusu Tangerine Dream olunca.

Bundan bir kaç yıl önce, Türkiye'de iken, bir arkadaşa Tangerine Dream'in müziğinin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışıyordum. En son şöyle demişti. 'Bu kadar önemli olsaydı, burada albümleri bulunur ve dinlenirdi'. Açıklaması şu; plak şirketleri bunları kesinlikle pazarlardı. Halbuki o çok önemli gibi gözüken A, B; C grupları aynı plak şirketlerinden çıkmaktaydılar. Dolayısıyla dinleyen hepsinin çok popüler ve kaliteli müzik olduğunu varsayıyordu.

Gereksiz yere söz uzattım; Tangerine Dream, progresif rock'da ki putlarımın arasında en büyüğü. 'Hyperborea' albümü de Tangerine Dream'in 80'lerde ki en yaratıcı bulduğum albümlerinden.

Albümün açılış parçası, 'No Mans Land'. Hiç dinmeyen ve kendini sürekli tekrar eden ritimler ve hint çalgısı sitar benzeri sesler ile kimi yerde beni gülümseten kimi yerde de, albüm kapağının yardımıyla, okyanusun ortasında ki ıssız bir adaya yol aldırıyor. Tabi sürekli kendini tekrarlayan ritimler synth'lerle yapılıyor. Ancak orada bir de Edgar Froese'nin bas gitarı var; parçaya çok farklı bir hava katıyor. Tangerine Dream'in yine benzersiz ve daha sonra kendilerini hiç tekrarlamayacakları bir parça.

İkinci parça, 'Hyperborea' da öyle. Tangerine Dream'in kendilerini hiç tekrarlamadıkları bir parça. Ancak parçanın müzikal atmosferini 80'li yıllarda bir çok elektronik müzik grubu ve müzisyenleri tekrarladı. Özellikle 80'ler sonları ve 90'lı yıllarda yaptığı film müzikleriyle adını rock müzik tarihine yazdıran Vangelis. 'Hyperborea'yı dinlerken 80'li yılların belgesellerini, özellikle okyanus altı belgesellerini anımsatıyor.

'Hyperborea' parçasının ilk yarısı böyle, ikinci yarısı ise org ve davul solosu birlikteliği var. Siz dinlerken zevk alamazsanız eğer, youtube'den 2000'li yılların Tangerine Dream konserlerinin arasından bulun bu parçayı ve tekrar tekrar dinleyin.

Ki zaten ilk duyduktan sonra üstüste dinlemeye devam edeceksiniz.

'Cinnamon Road', tam da yukarıda bahsettiğim, elektronik müziğin ayağa düşmeye başladığı dönemlerde ortaya çıkan müziklerden. Dinlemesi kolay, eğlenceli, hatta dans ettirici. Dinlerken niyeyse aklıma Modern Taking grubu geliyor. Neyse ki Tangerine Dream bu tarz müzikler üzerinde fazla durmadan es geçip, kendi bildiklerini okumaya devam ediyorlar.

20 dakikalık uzunluğuyla 70'leri anımsatan 'Sphnix Lighting' ile albümün son parçası. İlk 3 parçadaki yaratıcılık anlayışı 'Sphnix Lighting' parçasında da var. Ancak maalesef 20 dakikalık uzunluktaki parça albümün en yaratıcı parçası olduğu anlamına da gelmiyor.

Burada benim için 70'lerin havasından sıyrılamamış, yeni dönem müziğine ve seslerine de ayak uydurmaya çalışan bir Tangerine Dream var. Parçayı kötülemedim, çünkü içinde gözlerinizi kapatıp dinlerken sizi başka yerlere, dünyalara ve zamanlara götürecek müzikal atmosfer de var. Tabi bunlar albümün ve Tangerine Dream'in en iyilerinden biri olmaya yetmiyor.

'Hyperborea' Tangerine Dream klasikleri yada müziği için iyi bir başlangıç değil ama Tangerine Dream müziğine bulaşmış herkes için dinlenilmesi, öğrenilmesi zorunlu bir albüm.

Son olarak, albümdeki enstrümanları Edgar Froese ve en son gruba dahil olan Johannes Schmoelling çalıyor. Tangerine Dream'in unutulmaz isimlerinden ve yine albümde besteci ve yapımcı olarak Chris Franke yer alıyor. Birkaç yıl sonrasında ise Franke gruptan ayrılıp, özellikle bilim kurgu film ve dizi müzikleri olarak kendi müziğine yöneliyor.

1. No Mans Land (9.08)
2. Hyperborea (8.31)
3. Cinnamon Road (3.54)
4. Sphnix Lighting (20.01)

Süre : 41.34

Edgar Froese / Bas Gitar, Elektrik Gitar, Klavyeler, Synth(ses düzenleyicisi), Yapımcı, Besteci
Christopher / Franke / Besteci, Yapımcı,
Johannes Schmoelling / Klavyeler, Yapımcı, Synth, Besteci

Monique Froese / Kapar Tasarımı

16 Kasım 2017 Perşembe

Par Lindh Project - Mundus Incompertus 1997




Par Lindh ilk albümünde etrafına topladığı müzisyenlerle mükemmel bir albüm çıkarmıştı, aynı başarısını 2. albümünde de sürdürüyor. İlk albümdeki folkik ve gotik hava aynen bu 2. albümde de devam ediyor. Ancak bu albümün ilk albümden en önemli farkı metalik seslerin olması; özellikle elektrik gitar ve davul kullanımı dönemin Dream Theatre'ını anımsatıyor.

Muhtemeldir ki metal grupların 70'lere özenmesi sonucu ortaya çıkan müzikal atmosferden Par Lindh ve ekibi de etkilenerek albümde yer veriyorlar. Her ne kadar metalik sesler var olsa da, o kadar göze batacak yada müziğin seyrini değiştirecek türden değiller.

Albüm 'Baroque İmpression No.1' parçası ile başlıyor. Kilise orgu ve gotik vokaller ile başlayan parça davul ve elektrik gitar ile birlikte hızlanır gibi oluyor. Sonrasında gelen sesler ise klasik müziğin önemli isimlerinden ve bir çok rock grubuna ilham olmuş Bach'ın izlerini taşıyor. Progresif rock'ı sevmemde ki en önemli etkenlerden biri olan klasik müziğin progresif rock'da yaratıcılık anlamında profesyonel olarak kullanılıyor olması. Par Lindh ise bu 2. albümünün açılış parçasında bunu kusursuz bir şekilde gösteriyor. Parçayı dinlerken bir klasik müziğin esiri bir de rock müziğin esiri oluyorsunuz.

Yeni dönem modern progresif rock gruplardan tam istediğim de bu. Par Lindh gibi rock müziğin yaratıcılık anlayışına uygun ve modern sesleri dışlamadan ortaya albümler çıkarmak. 'Baroque İmpression No.1' gibi bir parçayı başyapıtlar listenize ekleyin.

3 parçalık albümün 2. parçası yoğun bir Greg Lake akustik gitar havası taşıyan 'The Crimson Shield'.

Parçayı açan akustik gitar bana 'From The Begining' akustik gitarını anımsatıyor, tabi bir de synth sesleri var anımsatan. İlk albümüne de koyduğu vokal odaklı bir parça. Folkik seslerin, vokal sayesinde nostalji yaşamak isteyenler için ideal, kusursuz bir parça.

Ve, en sonunda albümü progresif rock'ın başyapıtları arasına sokacak olan parçaya, 'aynı zamanda albümünde ismi, Mundus Incompertus'.

27 dakikaya varan uzunluğu, parçanın içine konulan klasik müzik parçaları, görünürde metalik sesler ancak avantgard olan gitar ve davul işbirliği; parçayı kesinlikle başyapıtlar arasına sokacaktır. Klasik 70'ler başyapıtlar arasına değil elbette; günümüzün progresif rock müziğinin, hani o modern progresif rock müziğinin arasına; hatta öncülük bile edecektir.

Parçayı tekrar tekrar dinlerken aklıma hep ELP'nin 'Karn Evil 9' adlı destansı parçası geldi. Nasıl 'Karn Evil 9' parçasını dinlerken müzikten fazlasıyla zevk alıyorsam, bu parçada da aynısı oldu.

Sonuç olarak, Par Lindh yeteneğini ve örgütçülüğünü 2. albümünde de devam ettiriyor. Yeni sesleri ve deneyleri de görmezden gelmeyerek, onlara da albüm içinde yer veriyor. Bize de dinleyip, ortaya konan mükemmelliyetten nasiplenmek düşüyor.

1. Baroque İmpression No.1 (9.10)
2. The Crimson Shield (6.38)
3. Mundus Incompertus (26.43)

Süre : 42.34

Par Lindh / Piyano, Harpsichord, Kilise Orgu, Hammond Orglar, Mellotron, Synth (ses düzenleyicisi), Perküsyon, 12 Telli Gitar, Yapımcı
Magdalena Hagberg / Vokal
Jocke Ramsell / Elektrik & Akustik Gitar
Marcus Jaderholm / Bas Gitar
Nisse Bielfield / Davul, Perküsyon

Konuklar
Singillatim Choir / Koro
Jonas Bengtsson / Blokflüt
İnge Thorrson / Keman
Michael Axelsson / Oboe
Aron Lind / Trambon

14 Kasım 2017 Salı

Gryphon - Red Queen To Gryphon Three 1974



Birkaç gün önce hangi grubu dinleyip yazayım diye düşünürken telefonda ki aldığım notları karıştırmaya başladım. 100'e yakın not'un arasında, önüme 9 ay önce aldığım bir not çıktı. 'Gryphon'dan 'Red Queen albümünü bul dinle'.

Bu aralar hem evi değiştirirken girdiğim stres hem de fazla müzik dinleyememiş olmam nedeniyle aldığım notu ciddiye alıp, albümü buldum ve indirdim. Tabii bunlar işyerinde iken oluyor, albümü eve gelince dinlemeye başladım.

İlk dinleyişim kedilerin pisliklerini temizlerken olduğu için, müzikten pek bir şey anlayamadım. Daha sonraki dinleyişlerimde ise karşımda 70'lerin  mükemmelletçiliğine uygun bir albüm duruyordu.

Böyle bir albümü onca yıldır nasıl olur da kaçırmışım, gözardı edip dinlememişim. Halbuki kapak resmini anımsıyorum yada anımsadığımı sanıyorum çünkü 70'lerde bu kapağa benzer bir çok albüm vardı. Geç oldu ama güç olmadı, önemli olan da bu.

Progresif rock'ı bu anlamda bu yüzden daha çok seviyorum. Her an önüme mükemmel albümler çıkabiliyor.

'Red Queen to Gryphon Three' albümünde progresif rock için arayabileceğim herşey var. Klasik müzik, folkik öğeler, avantgard hava, bas gitar ve davulun kusursuz işbirliği. Gryphon grubu mükemmel bir albüme imza atmışlar.

Albüm, ortaçağ satrancı oyununu anlatıyor. Açılış parçası 'Opening Move(açılış hamlesi)' ile ortaçağ satrancına başlıyorsunuz. (İkinci ve üçüncü dinleyişimde müziği anlamaya başladım çünkü ilk dinleyişim temizlik anına denk gelmişti.) 'Opening Move', hem satranç oyunu için güzel bir müzik olurken hem de ortaçağın İngiltere'sine götürüyor. Ortaya konan müzik o kadar Orijinal ki, dinleyene ortaçağı hissettiriyor.

Hem 'Opening Move' parçasında hem de devamındaki parçalarda yoğun bir YES/Jethro Tull etkisi var. YES'i çok fazla dinlediğimden dolayı Gryphon grubunu dinlerken odaklanmada fazla zorlanmadım. Rick Wakeman etkisindeki klasik müzik benzeri piyano ve klavyeler YES'i anımsamamdaki en büyük neden oldu. Tabii ki flüt niyetine kullanılan ortaçağ müzik aleti krumhorn ve kısa kısa bluesvari gitar soloları da Jethro Tull'ı anımsattı.

Devam niteliğinde olan 'Second Spasm'da ise ilk parçaya göre rock atmosferi daha çok ön plana çıkmış. Tabii başta ki krumhorn (flüt değil) etkili halk müziğini saymazsak. Halk müziği etkisinden sonra bas gitarın öncülüğünde bluesvari kısma geçiyorsunuz. Biraz avantgard hava da katılmış. İlk parçadaki yaratıcılık ikinci parçada da böylece devam ediyor. Bu parça biraz fazla eklektik olmuş. Halk müziği ve rock'ın en özgün buluşmalarından olmuş anlayacağınız.

'Lament' parçası ile ortaçağdan günümüze geliyorsunuz. Parça o kadar yakın ki 70'ler ve günümüz müziğine, ilk iki parçadan sonra zaman yolculuğu yapmış gibi hissediyorsunuz.

'Checkmate', şah-mat!. Şah-mat ile oyunun ve albümün sonuna geldik. İlk iki parçada ki ortaçağ havasındaydık, sonra 'Lament' ile günümüze geldik ve son parça 'Checkmate' ile de günümüz müziği ile bitirdik.

'Checkmate' albümdeki en çok YES'e benzeyen parça. O yüzden albümdeki favori parçam 'Checkmate'.

Gryphon'u 9 ay öncesinde tanıdım. Aslında sadece isim olarak not aldım. 9 ay sonra da 683 favori albüme eklenerek 684. favori oldu. Böyle bir grup nasıl devam etmemiş, aklım almadı. Devam etselerdi kesinlikle şuan klasik progresif rock'a farklı bakılıyor olurdu.

Gryphon gerçekten de mükemmel bir albüm ortaya çıkarmış.


1. Opening Move (9.42)
2. Second Spasm (8.15)
3. Lament (10.45)
4. Checkmate (9.50)

Süre : 38.32

Richard Harvey / Klavyeler, Blokflüt, Krumhorn (flüt'e benzer bir ortaçağ çalgısı)
Brain Gulland / Krumhorn, Fagot (yine flüt'e benzer bir ortaçağ çalgısı)
Graeme Taylor / Elektrik & Akustik Gitar
Philip Nestor / Bas Gitar
David Oberle / Davul, Perküsyon, Timpani

Konuklar
Ernest Hard / Org
Peter Redding / Akustik Bas Gitar

7 Kasım 2017 Salı

Omega - 10000 Lepes 1969



Omega, macar progresif rock müziğinin önde gelen gruplarından, hatta en önemlisi desem yerinde olur. Efsane olarak 1968 yılında başladıkları müziğe hala devam ediyorlar.

Omega, progresif rock hayranları tarafından çok iyi bilinirken, rock hayranlarının pek fazla bilmediği bir grup. Ancak Scorpions grubu ile konserlerini ve Scorpions'un Omega parçalarının tekrar çaldığını söylesem yada göstersem muhakkak klasik rock dinleyicisinin de ilgisini çekecektir.


Omega  müziğini genelde 3'e ayırırlar. İlki 1968'den 1975-6 yılına kadar olan süre. Bu dönemi saykodelik dönem olarak varsayabiliriz. 1975-6'dan 1982 yılına kadar olan süre ise Omega'nın saykodelik-uzay yada kosmik rock dönemi. Bu dönemde özellikle yaptıkları müzik Pink Floyd, Eloy tarzı müziği andırıyor. Belli yerlerde ise bu iki gruptan çok daha iyiler. 80 sonrası ise bir çok progresif rock grubunun düştüğü duruma düşmeyip, müziklerini hard rock'a kaydırıyorlar. Yine bu dönemde 70'lerde yazdıkları bir çok parçaya benzer, dinlenildiği zaman unutulmayacak parçalar ortaya çıkarıyorlar.

Müziğe başladıkları 1968'de iki albüm çıkarıyorlar. Her iki albümde saykodelik, pop tarzı albümler. Anlaşılması için Genesis'in ilk albümü ile Le Orme'nin ilk albümlerindeki müzikal yapıyı anımsanmasını öneririm. 1969 yılında ise bütün albüm olarak değil de, parçalar halinde progresif rock'a güzel örnekler veriyorlar.

En unutulmazı, hemen hemen her konserinde mutlaka çaldıkları, 'Gyöngyhaju Lany'. Scorpions tarafından da ingilizce söz yazılıp söylendi zamanında. İlk dinlediğim zamanı anımsadım tekrar dinlerken. Uzun bir süre en sevdiğim parçalardan biri olmuştu, üstüste defalarca dinlemiştim. Ki hala en sevdiğim Omega parçalarından birisi.

İşte o, efsane grubun efsane parçasının bulunduğu albüm, '10.000 Lepes'. On bin bozkır anlamına gelen albüm ismi, Omega'nın Macarların ortaasya'ya olan duyarlılığını gösteriyor. Dünyanın en uzun nehirlerinden biri olan, Sibirya'da bulunuyor, 'Lena' içinde daha sonra bir parça yazdılar. Lena nehri aynı zamanda Ekim Devrimi önderlerinden V.İ. Ulyanov'un takma ismi Lenin isminin de kökeni.

'10.000 Lepes', Omega'nın 1968 yılında yazdığı ancak 1969 yılında yayınladığı 3. albümü. 1968'deki ilk iki albüme göre daha deneysel bir albüm. İlk iki albümde saykodelik pop benzeri albümdü. Bu albümde de benzer sesler ve yapı var ancak biraz daha ilerici bir kimliğe sahip.

Albümdeki parçaları tek tek yazmayacağım. Benim için ön plana çıkan bir kaç parçaya değinsem yeterli olur.

'Gyöngyhaju Lany' parçasını zaten bahsetmiştim. Onu geçelim.

'Tüzvihar', daha ortalarda Uriah Heep müziği yokken mükemmel bir ağır progresif rock parçası. Parça o kadar çok Uriah Heep müziğine benziyor ki, böyle bir parçayı Uriah Heep albümüne koysa ayırtedilemez.

'Udvari Bolond Kenyere',  'Gyöngyhaju Lany' parçasından sonra akılda kalıcı olan bir parça. En az 'Gyöngyhaju Lany' parçası rock baladlarından. Albümde en sevdiğim kısmı bu parça barındırıyor. Parçanın sonlarındaki akustik gitar soloları! 60'ların nostaljik tarafını seslendiriyor.

Hemen devamında gelen parça 'Kergeskezu Favagök'. 60'ların saykodelik rock'ı ve latin ezgilerinin birlikteliği. En önemlisi döneme göre çok ama çok iyi davullar. 60'ların saykodelik rock'ını sevenlerin bir köşeye not etmesi gereken türden.

'Tekozlo Fiuk', yine sevdiğim ve unutmadığım Omega parçalarından. Her dinleyişimde aklıma Cem Karaca'nın müziklerini anımsattırıyor. 60'ların rock müziğinin caz ile buluşmasına güzel ve hoş bir örnek.

Albümdeki diğer parçalar ise ilk iki albümdeki gibi saykodelik pop ile saykodelik rock arasında giden parçalar. 60'ların rock müziğine odaklananlar için bakılması gereken türden.

Sonuç olarak Omega, müzik yapmaya başladığından itibaren yeni sesler ve armoniler aramaya çalıştılar. Belli dönemlerde etkilendikleri grupları özümseyip kendi müzikal yetenekleriyle sentezleyerek albümler çıkardılar. Hala da müzik yapmaya devam ediyorlar.

'10.000 Lepes', albümü Omega'nın en güzel albümü değil belki ama içinde gerçekten kaçırılmaması gereken bir kaç parça var. İlk kez dinliyorsanız yahut tekrar dinlemeye çalışıyorsanız, dediğim parçalara biraz daha fazla odaklanın.

1. Petroleum Lampa (3.14)
2. Gyöngyhaju Lany (5.49)
3. Tüzvihar (3.09)
4. Udvari Bolond Kenyere (3.32)
5. Kergeskezu Favagök (8.15)
6. Tekozlo Fiuk (4.34)
7. Tizezer Leper (6.13)
8. Az 1958-as Boggie-Woggie Klubban (2.14)
9. Spanyolgitar Legenda (3.24)
10. Felbeszakadt Koncert (4.00)

Süre : 44.18

Janos Kobor / Vokal
György Molnar / Elektrik Gitar
Gabor Presser / Klavyeler, Vokal (7,8), Geri Vokal
Laszlo Benko / Klavyeler, Trompet, Geri Vokal
Tamas Mihaly / Bas Gitar, Vokal (9), Geri Vokal
Jozsef Laux / Davul, Perküsyon

4 Kasım 2017 Cumartesi

Zanov - Green Ray 1976



Elektronik müzik deyince aklıma ilk gelen, 1970'lerin Alman müzisyenleri olmuştur. İngiliz, Yunan, Japon, Rus hatta Kuzeyli'ler varolsalar bile yine de aklıma her zaman Almanlar gelecektir. Nasıl ki bir çok rock dinleyicisine rock müzik diye bir soru yöneltilince ilk söylenen Pink Floyd, Led Zeppelin yada Deep Purple geliyorsa, elektronik müzik deyince de benim aklıma Almanlar geliyor.

Almanlar deyince de Kraftwerk, Tangerine Dream, Klaus Schulze gibi isimler anlaşılsın. Elektronik müziğin öncüleri ve günümüzde varolmaya devam eden müziğin temellerini atan isimler.

Ve hala daha bu isimler elektronik müzikte kıstas olarak kullanılır.

Birkaç gün önce Tangerine Dream dinlerken birden Zanov hatırladım. Yıllar önce ilk albümünü bir kaç kez dinleyip bırakmıştım. Hemen albümü bulup tekrar dinlemeye başladım tabii. Neredeyse 10 yıl önce dinlediğimde o kadar zevk almamıştım. Şimdi tekrar dinleyince boşuna gözardı ettiğimi anladım.

Zanov, Fransız müzisyen Pierre Salkazanov'un soyisminden oluşuyor. Pierre tek başına olduğu için grup demek yersiz olur. Klaus Schulze gibi tek başına albümü kaydediyor ve konserlerini de yine aynı şekilde tek başına veriyor. Ancak Klaus Schulze'den farkı yada artısı (benim için), statik müzikal anlayışla yada sadece snyth üzerinden müzik yapmaya kalkışmıyor. Özellikle klavye kullanımları bana dinlerken Tangerine Dream, Pink Floyd benzeri bir atmosferi çağrıştırıyor.

Albüm, albüme ismini veren 'Green Ray' ile başlıyor. Elektronik müzik ve saykodelik müziğin bir karışımı olarak Tangerine Dream, Pink Floyd benzeri bir atmosfere sahip. Özellikle rüzgar uğultusu ve saykodelik klavyeler 'Wish You Were Here' albümünü hatırlatıyor. Daha çok da 'Welcome To Machine' parçasını.

'Machine Desperation'; bir önceki parçada ki Pink Floyd'un 'Welcome To Machine' benzerliği, bu parçada isim olarak benzeşiyor. Parça ise, Tangerine Dream'in 'Zeit' ve 'Atem' albümlerinin atmosferinde avantgard bir havada. Korku filmi müziklerine benzer bir şekilde devam eden parça, 17 yıl önce ilk dinlediğimde içime ürperti salan 'Ummagumma' albümünü de hatırlatıyor. Parçanın ikinci yarısı ise synth ve klavyelerin üstüste binmesiyle tam anlamıyla bir elektronik müzik şöleni yaşatıyor. Benim için albümdeki en iyi parça.

'Running Beyond A Dream' ile birlikte, işte normal uzunlukta bir elektronik müzik parçası diyebiliyoruz. 'Machine Desperation' parçasında olduğu gibi yine Tangerine Dream'in 75 öncesi avantgard dönemini anımsatıyor.

Eğer Zanov'un yanında davul ve gitarlar da olsaydı, Tangerine Dream'im müziğinden ayırtedilemeyecek düzeyde olurdu ki, bu haliyle bile neredeyse aynı.

Zanov, 6 yıllık kısa bir müzik hayatından sonra müziği bıraktı. Ta ki 2010 yılına kadar. 2010 yılında müziğe tekrar geri döndü ve iki yeni albüm daha çıkardı.

En son albümünü geçtiğimiz yıl çıkaran Zanov, dinlenmeyi ve takip edilmeyi hakediyor.

1. Green Ray (9.48)
2. Machine Desperation (10.22)
3. Running Beyond A Dream (19.46)

Süre : 39.56

Zanov 'Pierre Salkazanov' / Klavyeler, ARP Synth (ses düzenleyicisi)