Bu Blogda Ara

27 Şubat 2018 Salı

T2 - Fantasy (1970) 1997




T2'yi 2006 yılında ilk kez dinlemiştim. Ki zaten bir yıl öncesinde progresif rock sözü ile ilk tanışmam olmuştu. O dönemler yeni yeni öğrenmeye ve dinlemeye başladığım için, genelde krautrock yada saykodelik temelli grupların albümlerini dinliyordum. Yine aynı dönemde tek albümlük gruplarla yine o zaman tanıştım. T2 grubunu da işte ilk o zamanlar tek albümlük gruplardan biri diye dinlemiştim. Hatta o dönem 1971 yılında ki o ilk ve tek albümdeki bir parçaya o kadar takılmıştım ki, evde yalnız başıma içerken kesinlikle o parçayı da listeye alıyordum.

Birkaç yıl sonra, 2010'da askerden döndükten sonra nostalji olsun diye albümü tekrar dinledim. Dinlerken tekrar anımsamak için internette arama yaptım. Bu sayede başka albümleri olduğunu da öğrenmiş oldum. Meğerse tek albümlük gruplardan biri değilmiş. Birden çok albümü varmış.

İlk albümünü 1971'de (geçen yıl yazmıştım) çıkardıktan sonra 20 yıl kadar müzik yapmamışlar. 1990'larda ise Peter Dunton öncülüğünde tekrar müzik yapmaya başlayan grup, 70'lerin rock anlayışıyla albümler çıkarmasına rağmen müzik piyasasında tutunamayıp, tekrar evlerine dönmüşler. İşte o yıllarda, 1990'larda, ilk albümünden bir yıl önce, 1970'de besteledikleri parçaları toplayıp, 1997 yılında bir albüm çıkarmışlar. Ben o, 1970'lere ait kayıtların albüm olarak bir araya getirilmesini 2010 yılında askerden döndükten sonra öğrendim.

Tabii büyük bir heyecanla albümü dinledim. İnternet üzerinde, özellikle blogspot'lu progresif rock paylaşımı yapılan sitelerde başka kayıtlarını da dinledim. Hatta o bulduğum kayıtlardan biri, 'Fantasy' parçasının canlı kayıdı vardı. Albümde olan, 1970'de kaydedilen parçayla hiç bir alakası olmayan o canlı kayıdı kaybetmemek için youtube'ye yükledim.

2010 yada 2011 yılında youtube sitesine koymuştum, hala orada duruyor.

Aslında youtube öncesinde eski facebook hesabıma yükleyip, o zamanki prog sever arkadaşları etiketlemiştim. Prognotfrog yazarlarından Isabel bu canlı kaydı ilk kez dinlediğini, 1997'deki albümde olan parçadan farklı olduğunu yazmıştı. Ben de; uydurmadığımı, paylaşanın 'Fantasy' diye canlı bir kaydının albümün içine koyduğunu yazmıştım. 

'Fantasy' albümü, 1970 yılında T2 grubu üyelerince bestelenen, çalınan parçalarının 27 yıl sonra, 1997 yılında albüm haline getirilmiş hali. Yani bir nevi garaj rock tarzında bir albüm.

1971'de ki albümün atmosferine benzer yönleri olduğu kadar zıt yönleri de var. 1971'de ki ilk albümün daha özgün bir atmosferi vardı. Bu albümün parçalar da ise dönemin Jimi Hendrix tarzı blues-rock benzerliği ve yine aynı dönemin Moody Blues'un pop-senfonik (burada ki pop, folk anlamında) benzerliği var.

Açılış parçası 'Highway' in ne kadar çok Jimi Hendrix benzeri olduğunu daha başlar başlamaz hissedersiniz. 'Careful Sam' parçası ise Moody Blues ve King Crimson'ın etkisi yoğun olarak hissediliyor.

Aslında kayıtların 1970'de yapıldığını düşünürsek buna benzerlik yada esinlenme değil,  aynı düşünceye ve zevke sahip olma derim.

'Timothy Monday', T2'nin yaptığı müziğin tanımı olan heavy progresif, ağır progresif'e en güzel örnek. Gitarlar ve davul uyumu ve ortaya çıkan melodik yapı; mükemmel.

'CD' ise açılış parçası 'Highway' gibi Jimi Hendrix tarzı blues-rock. 'The Minstrel' ise eklenen flüt ve mellotron ile güzel folkik bir balat.

Son olarak albüme ismini veren 'Fantasy' parçası. Bu parçada daha çok saykodelik sesler yoğunlukta. Ancak bu bilindiği anlamda experimental denen, deneyimlemeye yada doğaçlamaya dayanan saykodelik tür de bir müzik değil. Bu daha çok hard rock, acid caz ve proto-punk karışımına sahip bir müzik.

T2 grubunun 'T2' adlı son parça, müzik hayatlarının sonlandırdıkları son albümün son parçası. 14 dakika süren, mellotron'un yankılanan sesleri ile ortaçağı anımsatan flüt ve akustik gitar  birlikteliğinin ilk bölümünü oluşturduğu; devamında ise caz'ın ve akustik atmosferin avantgard seslerle son bulması. Son kısımda oluşturulan atmosfer progresif metal'e (!) temel olan King Crimson'ın 'RED' albümünü anımsattırıyor.

Müzik kariyerlerini ve albümlerini bitirirken, son parça olarak gruba adını veren ve ilk yaptıkları parçalardan biri olan parçayı seçmesi de ayrı bir ironi.

1. Highway (3.01)
2. Careful Sam (5.45)
3. Timothy Monday (3.45)
4. CD (5.25)
5. The Minstrel (5.04)
6. Fantasy (8.07)
7. T2 (14.31)

Süre : 45:38

Keith Cross / Elektrik Gitar, Piyano
Bernard Jinks / Bas Gitar
Peter Dunton / Davul, Akustik Gitar, Mellotron, Vokal, Besteci

22 Şubat 2018 Perşembe

Wallenstein - Cosmic Century 1973



Wallenstein, 70'lerin Almanya'sının krautrock'ının popüler olduğu dönemde müzik yapmış bir grup. Kendi ülkesinin alışıldık müzikal atmosferi yerine aynı dönem İngiltere'sinde yapılan progresif rock parçalarının atmosferinde albümler ortaya çıkartmıştır. Daha önce de bazı yazılarda da kullanmışımdır, 70'lerde ki grupların yaptıkları müziklerin benzerliğini; bunlar genelde dediğim gibi benzer olur, ancak kopya yada esinlenme gibi sözlerle bu grupların müziklerini anlayamayız.

Açılış parçası; 'The Symphonic Rock Orchestra', adından da anlaşılacağı gibi senfonik bir müzik ancak 3 bölüm olan parça daha çok eklektik bir yapıya sahip. Parçanın başlangıcı İngiliz grup Renaissance müziğine benzerken, devam eden bölümlerin kimi yerinde Moody Blues'un popvari (halk müziği ezgili) müziği, kimi yerinde de dönemin ağır saykodelik müziğine benzemektedir. 21 küsür dakikalık senfonik rock orkestrası parçası dönemin rock anlayışının bir nevi özeti gibi duruyor. Muhteşem, görkemli yahut başyappıtlık bir parça değil belki ama progresif rock dendiğinde güzel bir örnek oluşturuyor.

Açılış parçasında ki eklektik yapı, devamında, (ve diğerlerinde de gösteriyor) 'The Marvellous Child' parçasında da gösteriyor. Pink Floyd'un 'Echoes' efsanesinde ki ağır saykodelik hava, burada klavyelerin ve synth'in daha yaratıcı kullanımıyla dinleyene farklı bir zevk veriyor. 'Echoes' kadar uzun ve şiirsel sözleri yok ama dinlerken saykodelik seslerin senfonik bileşimininin tadını çıkarıyorsunuz.

'Song Of Wire' parçası da bir önceki gibi 'Echoes' parçasının bir yansıması gibi. Saykodelik atmosferde dokunaklı sözler söylediğini varsaydığım bölüm ve sonuna doğru hissedilmeye başlanan gitar solosu çoşturacak hissi veriyor ancak o hissedilen gitar solosu gelmiyor.

'The Cosmic Couriers Meet South Philly Willy' ile rock'ın temeli olan blues'a dönüp, bir kaç yıl sonra Lynrd Skynyrd tarafından bir rock efsanesi olacak olan 'Free Bird''ün öncülüğünü yapıyor. 'Free Bird' parçasının 1976-7 yılında yazıldığını anımsıyorum, belki de grup Wallenstein'ın bu 3 parçasından etkilenmiştir yada tamamen tesadüftür, bilemedim. Her halükarde 'Free Bird' parçası kadar haz veriyor.

Wallenstein, dönemin yani 70'lerin Almanya'sında Grobshnitt, Novalis yada Triumvirat (Pell Mell de var ama o çok farklı) kadar popüler yada akılda kalıcı olamadı ama 75 öncesi ve dolayısıyla bu albümüyle anımsanmayı, dinlenmeyi hak ediyor. Daha doğrusu 'Cosmic Century' progresif rock neydi sorusuna cevap niteliğinde güzel albüm olduğunu anımsattırıyor.

The Symphonic Rock Orchestra:
1. Rory Blanchford (9.25)
2. Grand Piano (2.11)
3. Silver Arms (9.40)
-
4. The Marvellous Child (6.10)
5. Song Of Wire (7.46)
6. The Cosmic Couriers Meet South Philly Willy (7.24)

Süre : 42.36

Bill Barone / Elektrik Gitar
Jürgen Dollase / Grand Piyano, Mellotron, Synth (ses düzenleyicisi), Vokal, Yapımcı
Joachim Reiser / Keman
Dieter Meier / Bas Gitar
Harald Grobkopf / Davul, Perküsyon

Konuklar
Rolf Dollase / Flüt
Torpid Little Hamlet Korosu / Koro

17 Şubat 2018 Cumartesi

Tangerine Dream - White Eagle 1982


                         

Bütün müzik türlerinde olduğu gibi progresif rock'da da, 70'ler ile 80'ler arasında önemli farklar var. Albümlerde işlenen konulardan, ortaya çıkartılan müzikal atmosferlere kadar önemli ayrımlar söz konusu. Buna en çok günah keçisi seçilen punk müziği ve akımı gösterilir. Elbette etkisi yoktur denemez ama 80'lerde ki bu değişimi sadece punk etkisi ile de açıklanamaz. Progresif rock'daki değişime en önemli etki 80'lerin başında üretilip satışa çıkartılan yeni elektronik  müzik aletleridir.

Hammorg(org), Melletron, minimoog gibi müzik aletlerin yerini dijital yada elektronik piyanolar aldı. Devasa synth'lerin (ses düzenleyicisi) yerine de daha küçük, ele avuca sığan elektronik, bilgisayarlı müzik aletleri geçti. Bu müzik aletlerinin teknolojik olarak yenilenmesiyle bir çok türde olduğu gibi progresif rock'da da büyük değişime neden oldu.

Her iki dönemi de yaşayan ve müziklerine en iyi şekilde yansıtan Tangerine Dream grubudur. Tangerine Dream'in 70'lerde ve 80'lerde yaptıkları müziğe bakarak teknolojik müzik aletlerinin nasıl evrim geçirdiğini rahatlıkla görebilirsiniz.

Tangerine Dream yeni müzik aletlerini, çok fazla belli etmese de, ilk kez 'Tangram' albümünde kullanmaya başladı. 81 yılından itibaren de film ve dizi müziklerini yaparken bu yeni müzik aletlerinin çok büyük faydası oldu. Küçük, kolay taşınabilir aletlerle kısa ve daha çok parça yazmaya başladılar. Bu durumda Tangerine Dream'in müziğinde değişime yol açtı.

'White Eagle' albümü de bu değişimin en yoğun olarak hissedildiği albüm.

Albüm 'Mojave Plan' adlı parça ile başlıyor. 70'li yıllardaki uzun parçaları gibi 20 dakika kadar süren parça; yeni elektronik müzik aletlerinin kullanımıyla, tam anlamıyla 80'lerin atmosferini yansıtıyor.

Tangerine Dream'in 75  sonrası ağırlık verdiği senfonik yapı, bu albümde yerini eklektik bir yapıya kavuşturmuş. Karışık davul ritimleri, kısa klavye pasajları, kaotik goblinvari korkutucu sesler ve newage türü sakinleştirici synth sesleri; dinlerken fazla ilgi gerektirmeyen, kolay dinlenebilir bir hale sokmuş.

'Midnight In Tula', 80'lerin aksiyon bilim-kurgu filmleri yada dizilerine uygun bir parça. Bir o kadar da 80'lerin atari  oyunlarına örnek parça. Birkaç yıl sonra ise bu tarz parçalarıyla Tangerine Dream kendisini tamamen film ve dizi sektörünün içinde bulacak.

'Convention Of The 24', hem 70'lerin sonlarındaki Tangerine Dream'i anımsatıyor hem de 80'lerin ortalarında yapmaya başladıkları müziği anımsatıyor. Parça aynı zamanda Edgar Froese'nin bas ve elektrik gitar çalışmalarının en güzel olduğu bölümlerine sahip. Benim için albümün en iyisi.

Tangerine Dream deyince ilk akla gelen parçalardan biri 'White Eagle'. En basit şekilde youtube'de Tangerine Dream diye aratsanız, karşınıza çıkacak ilk 5 parçadan birisidir. 80'lerde bir çok progresif rock grubunun yaptığı gibi, Tangerine Dream de akılda kalıcı, kolay popüler olan parçalar yaptı, 'White Eagle' parçası da bunun başlangıçlarından biri.

Son söz olarak, Tangerine Dream benim en çok değer verdiğim, üstüste dinlerken bile asla sıkılmadığım bir kaç gruptan biri. Hatta progresif rock içinde putlarımdan biri haline gelmiş durumda.  Onun için 'White Eagle' gibi bir albüm çok mu önemlidir grup yada progresif rock için, bilmiyorum ama her dinlerken zevk aldığım kesin.

1. Mojave Plan (19.55)
2. Midnight In Tula (3.52)
3. Convention Of The 24 (9.27)
4. White Eagle (4.30)

Süre : 37.44

Edgar Froese / Bas Gitar, Elektrik Gitar, Synth(ses düzenleyici), Klavyeler, Yapımcı
Johannes Schmoelling / Besteci, Klavyeler, Synth(ses düzenleyici), Yapımcı
Chris Franke / Bestesci, Yapımcı

Kapak Tasarımı : Edgar & Monique Froese

13 Şubat 2018 Salı

Il Volo - Essere O Non Essere 1975



Essere O Non Essere; Olmak yada Olmamak.

1974 yılında Şekspir'in ünlü şiiri bir italyan grubu, Il Volo (uçuş) tarafından albüm ismi olarak kullanmış. Ve Il Volo Olmak yada Olmamak ikileminde olmay'ı seçmişler. İki albümlük müzik hayatıyla her dinlediğimde yine başka bir italyan grubu olan Quella Vecchia Locanda'yı anımsatan grup; progresif rock yapmak için ortaya çıkmışlar, ve yapmışlar da ancak devamı gelmemiş.

Quella Vecchia Locanda gibi yıllar sonra kendi albümlerini dinlemek istediklerinde ise para vermek zorunda kalmışlar mı, bilmiyorum ama bu durumda olmaları kötü bir durum.

Il Volo grubunu toplamda 3 albümü var, ancak 3. albüm ilk iki albümlerinin toplamasından oluşuyor.

Grup elemanlarının ilk deneyimleri Il Volo değil. Grup üyeleri daha önce dönemin italyasında rock müziğe şekil vermiş gruplarda müzik yapan insanlar. Il Volo ise bu haliyle bir süper grup projesi görünümünde olan bir grup.

Bir önceki, yani grubun ilk albümü melodik ağırlıklıydı; bu, ikinci albüm ise caz, elektronik, funk, folk(akdeniz, arap, ortadoğu), uzay-kozmos sesleri, senfonik bir altyapının üzerinde kendilerini belli ediyor.

Daha önceki bazı albümleri yazarken de belirttim, progresif rock'ın tanımını yapmak bir hayli zor. Ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, ortaya çıkan tanım bir şekilde eksik kalıyor. O yüzden grup yada müzisyen müziklerine bakarak bu progresif rock'tır yada değildir sözü söyleniyor.

Bunda benimde fazladan söyleyebileceğim pek bir şey yok.

Birkaç gün önce facebook'da takip ettiğim progresif rock sayfalarından biri bir karikatürümsü bir resim paylaştı. Birkaç saat sonrada sildi. Bu karikatürümsü resimde;

progrock,
jazz-fusion
krautrock
electronic

What is the now?

diye yazıyordu.

Haklılarmıydı, evet haklılardı. Progresif'i kısmen tanımlayan bu türlere daha fazla da eklenerek soru sorulabilinirdi belki ama sonuç olarak karikatürümsü resim'de anlatılan doğruydu.

O resmi kopyalayamadım ama Il Volo'nun ikinci albümünü burada yazmaya çalışırken söylenmek istenen bana yol gösterdi.

progresif rock,
caz-füzyon
elektronik
senfonik
funk
folk

70'ler progresif rock elementlerindendir.

Il Volo ise bütün bu türleri harmanlayarak o kadar güzel bir albüm çıkarmışlar ki, en iyi italyan progresif rock albümleri ve gruplarının arasına rahatlıkla girdi.

Albümde biraz aceleye getirilmiş gibi, 30 dakika gibi çok kısa bir sürede bitiyor. Ancak toplamda olan 6 parçanın her birinden rock müziğin zevkini fazlasıyla alıyorsunuz.

Progresif rock'ın tanımını yapar nitelikte bir albüm; Essere O Non Essere.

1. Gente In Amore (5.03)
2. Media Oriente 249000 Tutto Compreso (5.46)
3. Essere (4.02)
4. Alcune Scene (6.16)
5. Svegliandomi Con Te Alle Sei Del Mattino (5.17)
6. Canti E Suoni (4.23)

Süre : 30:47

Alberto Radius / Elektrik Gitar, Vokal
Vince Tempera / Klavyeler
Gabriele Lorenzi / Klavyeler, Vokal
Bob Callero / Bas Gitar
Gianni Dall'Aglio / Davul, Vokal
Mario Lavezzi / Elektrik Gitar, Vokal



8 Şubat 2018 Perşembe

Peter Baumann - Romance 1976




Progresif rock dünyasında popüler isimlerin olduğu kadar önemli isimler de var. Popüler isimlere örnek verecek olursak Steve Wilson'dur, Neal Morse'dur yada Pink Floyd'dur. Önemli isimlere örnek verecek isem, ki bunlar daha çoktur; Jon Anderson, Peter Hammill, Robert Fripp, Ian Anderson gibi isimler olur. Günümüzden, 2000 yılı sonrasından, yenilerden verecek olursam da Fabio Zuffanti'dir.

Bir de, bu iki kategorilendirme haricinde, yani popüler ve önemli isimler haricinde; unutulmuş yada unutulmaya yüz tutmuş, yahutta pek bilinmeyen isimler var. Jaki Liebezeit, Holger Czukay, Vittorio Nocenzi, Christian Vander gibi. Bu isimler yaşamlarının büyük bir kısmını müzik ile geçirmişlerdir ancak ne tanınırlıkları vardır ne de müzisyenlerin çoğunluğu tarafından bilinirlilikleri.

Peter Baumann da öyle bir isim. 19 yaşında dahil olduğu Tangerine Dream sayesinde müziğe bakışı ve katkısı çok farklı oldu. Eğer gerçek anlamda bir Tangerine Dream efsanesi diyebileceğimiz bir müzik varsa, bunda Edgar ve Chris kadar emeği olan bir isim, Peter Baumann.

19 yaşında 1972 yılında başladığı müziğe, 1976 yılında grupla birlikte müzik yapmaya devam ederken ilk albümünü çıkardı. 1 yıl sonra da gruptan ayrılarak kendi müziğini yapmaya devam etti. 80'ler ve 90'lar da çok sık olmasa da yine Tangerine Dream'in bazı albümlerine katkıda bulundu. 2015 yılında tekrar gruba dahil olma durumu vardı ancak kendi projesi olması ve Edgar Froese'nin ölümü nedeniyle bu olay gerçekleşmedi. 2016 yılında şimdilik son albümünü çıkardı, ki bu albümü geçen yıl yazmıştım. Albümü en az 3-4 kez üst üste dinleyerek yazmıştım.

Romance; Peter Baumann'ın ilk albümü. Dönemin Tangerine Dream müziğine paralel bir müzik anlayışı ve atmosferine sahip.

İlk 3 parçada Tangerine Dream'in 75-76 sonrası elektronik müziğini kendince senfonik bir halde sunuyor. Progresif rock deyince putlarımdan biri haline gelen Tangerine Dream'i, albümdeki ilk 3 parçayı dinlerken hiç aramıyorum. Sanki Tangerine Dream'in kaybolmuş parçalarını dinler gibiyim.
Hatta 3. parçada Pink Floyd'un 'Animals' albümünde (1976) Rick Wright'ın kullandığı synth bölümleri var.

Dinlerken bir an David Gilmour'un gitarı çalmaya başlayacak gibi hissediyorum.

Albümün kalan, diğer parçaları ise, 3 bölümden oluşan tek parçalık 'Meadow Of Infinity'. Dante'nin ünlü kitabı İlahi komedya'sının parçalarından biri olan cehennemi konu alır. Epik bir müzik ortaya çıkarmak için cesaret isteyen bir işi fazlasıyla yerine getiren Peter Baumann; bunu yaparken Münih senfoni orkestrasını kendisini yardımcı olarak kullanır. Anımsatayım, Peter Baumann 24 yaşındadır. Ve ortaya, elektronik müzik, klasik müzik ve kısmen de olsa opera'nın mükemmel bir karışımını ortaya çıkartıyor.

Bu son 3 bölümden oluşan tek parça bile Peter Baumann'ın müziğe bakışının, müziği yorumlayışının ne kadar farklı, kendine özgü ve yaratıcı olduğunun ispatıdır.

Yazıya başlarken popüler isimleri ve önemli isimleri; çok kısa da olsa anlatmaya çalıştım. Daha sonrada bu önemlilerin arasında pek bilinmeyen, unutulmaya yüz tutmuş isimleri sıraladım. Son olarak da Peter Baumann'ı ekledim.

'Romance' albümüyle epik progresif rock'ın keyfini çıkarın.

1. Bicentennial Present (4.46)
2. Romance (6.02)
3. Phase By Phase (7.35)
4. Meadow Of Infinity, Part 1 (18.35 including 5.)
5.The Glass Bridge
6.  Meadow Of Infinity, Part 2

Süre : 36.58

Peter Baumann / Klavyeler, Synth (ses düzenleyicisi)

Münih Filarmoni Orkestrası (4. parça)

5 Şubat 2018 Pazartesi

Teddy Lasry - E=MC2 1976




O kadar sıkıntı veriyor ki artık internet ve sosyal medya çoğu zaman kusacak gibi oluyorum. Her defasında da sığıntı bulduğum şey progresif rock grupları ve yaptıkları müzikler oluyor. Onda da görkemli müzikler (örneğin ELP) yada giriş-ayet-solo-ayet-solo biçimindekiler olmuyor, daha çok elektronik yada caz temelli müzikler oluyor. Onları dinlerken sokak ağzının tamamen bulaştığı sosyal medyayı unutabiliyorum.

Birkaç gün önce de böyle oldu. Midemi o kadar bulanık hissettim ki, kendimi youtube'de Klaus Kruger parçalarını dinlerken buldum. Birkaç gün öncesinde de zaten La Düsseldorf dinliyordum. Yarım saat, 45 dakika kadar dinledikten sonra yan tarafta öneriler gözüme çarptı. Bir albüm özellikle ilgimi çekti. E=MC2.

Almanların 70'lerde yaptığı elektronik müzikten şimdiye kadar hiç sıkılmadım (ve sıkılacağımı da sanmıyorum). Ama bu sefer de biraz dönemin fransızlarına bakasım geldi. Çünkü E=MC2 albümü fransız müzisyen Teddy Lasry'e aitti. 2 yıl önce Magma grubuyla ilgili yazılan birşeyler ararken önüme 1974 yada 75 yılına ait bir röportaj geçmişti. Ya danimarka yada isveç dilinde idi, çevirip okumuştum. Sorulardan bir tanesi şuydu.

Grup üyeleri sürekli değişim halinde, grup müziğini nasıl ayakta tutuyorsunuz?

Christian Vander'in cevabı ise, 'Evet, bir hayli zorlanıyoruz çünkü gruba katılan müzisyenlerin bir çoğu kendi albümleriyle yada diğer grup projeleriyle uğraşıyorlar. Buna rağmen yeni müzisyenleri aramıza katarak devam ediyoruz' olmuş.

Magma'nın bas gitaristliğini yapan müzisyenin 75 sonrası albümlerinden bir kaçını dinlemiştim. Minimalist, halk ezgilerinin bolca kullanıldığı, indo (yerli) prog tarzındaydı. Ama Teddy Lasry adını hiç duymamıştım.


Teddy Lasry ise; bu albümü dinlemeye başladıktan sonra öğrendim, Magma'nın ilk albümünde (1969) saksafon çalan bir müzisyen. İlk albüm sonrasında kendi albümlerine yoğunlaşmış. Kendi müziğini yaparken de dönemin elektronik ezgilerinden yararlanmış ama çok daha önemlisi yaptığı müzik minimalist bir müzik.

Öyle ki parçalarını ve bu albümü üstüste dinledikten sonra vardığım kanı; albümün prog, caz yada elektronik müzik örneği olmadığıdır. Teddy Lasry müziği, bana daha çok kendi müziğini kendi yapan bir müzisyen gibi geldi.

Hani, Frank Zappa'nın kendi müziğini yapması sonucu, zappa müzik; Pink Floyd'un saykodelik rock ile başlayıp sonrasında kendine özgü müzik yapması dolayısıyla ortaya çıkan Pink Floyd efsanesi gibi; Teddy Lasry'de kendi müziğini ortaya çıkarmış. Teddy Lasry kendi başına kendi müziğini yaparken yardımcı olarak Jean Luc Ponty ile çalışmış davulcu Andre Ceccarelli ve yine daha önce çalıştığı Magma grubunda bas gitarist Jannick Top yer almış.

E=MC2 albümünde; minimalist, zeuhl, folk ve elektronik müziğin mükemmel bir bileşimiyle karşılaşıyorsunuz. Kimi yerde Vangelis, kimi yerde Klaus Schulze, kimi yerde de Magma'nın seslerini duyar gibi oluyorsunuz, albümü dinlerken.

Teddy Lasry; Einstein'ın ünlü denklemi E=MC2'yi bu albümünde konsept olarak işledi. Enerji, kütle ve ışık hızı'nın bir araya geldiği denklem ancak uzay'la, evren'le ilgili olabilirdi. Teddy Lasry'de öyle yaptı; albümü tamamen insan zihinlerinde oluşabilecek şekilde müzikal olarak dile getirdi. Ortaya da kendi müziğiyle anılmasını sağlayacak bir albüm çıktı.

Teddy Lasry'nin E=MC2 albümüyle yeni bir müzikal anlayışla karşılaştınız.

1. Life (1.30)
2. Quasar (7.00)
3. Eart (4.00)
4. Nebular (6.00)
5. Birth Of Galaxy (6.30)
6. Birds Of Space (8.00)
7. Nonsense (3.15)
8. Life (1.30)

Süre : 36.07

Teddy Lasry / Piyano, Flüt, Saksafon, Elektronik (Synth (ses düzenleyicisi)) ve Efektler,

Konuklar
Andre Ceccarelli / Davul (2, 7)
Jannick Top / Bas Gitar (2, 6)