Bu Blogda Ara

31 Aralık 2018 Pazartesi

Tan Ses - Cybele's Dream 2018




Yılın son gününü Türk progresif rock müziğini daha da güzel hale getiren bir albümle bitiriyorum. Bugün yazmayı düşünmüyordum ancak bir kaç gün önce Bora Çetin'in facebook'taki paylaşımı sayesinde öğrendiğim bir ad ve albümü bugün tam anlamıyla dinleyeyim demem üzerine, yazayım dedim hatta hazırladığım en iyi albümler arasına koymaya da karar verdim. (Bir kaç gün içinde de o listeyi de hazırlayıp bloğa koyacağım)


Tan Ses, 2 yıl önce ilk albümünü yayınlamış. Hemen ardından geçen yıl ikinci albümünü de eklemiş. Bu yılın yazında da 'Cybele's Dream' adında şimdilik son albümünü. Tan Ses, Anadolu Rock müziğinin kurucularından ve aynı zamanda Moğollar efsanesini başlatan kişilerden olan Murat Ses'in oğlu. Murat Ses gibi oğlu Tan Ses de yurtdışında yaşıyor. Kendisi bir şirkette üstdüzey yöneticilik yapıyormuş. Bu bilgiler tamamen Bora Çetin'in yazdıklarından. Google yahut internet üzerinde hiç bir bilgi yok.



'Cybele's Dream' albümünden bir kaç parça, albüm yeni çıkmış olmasına rağmen ödüller kazanmış. Albümün açılış parçası 'Journey to Gobeklitepe' ve 'Marashantiya Rapids'; ödül alan parçalar.

Albüm parçaların adları nedeniyle tarihte binlerce yıl öncesinin Anadolu'suna, Mezopotamya'ya ve Ortaasya'ya kadar gidebiliyorsunuz. Sadece parça adlarına indirgeyemeyiz bu zamanda yolculuğu, aynı şekilde müziğin içine yerleştirilen anadolu ezgileri de sizi tarih ile karşı karşıya getiriyor. Göbeklitepe'ye Yolculuk, Kibele'nin Rüyası, Upnapiştim'in (Nuh) Gemisi, Hitit şehri Maraşantiya(akıntısı), Galata Keltleri, Kilikye Kapısı, Selçuk Ay'ı(üç hilal!?) ve ölümsüzlüğü arayan Gılgamış'ı anan Sonsuz Arayış. Albümdeki parçaların türkçe karşılıkları ve kısmen açıklaması bu şekilde.

Bir kaç gün önce biraz daha hafif müzik dinlemek isteyince 70'lerin türk pop müziğinin içine daldım. Bir süre sonra pop'tan sıkılınca yine rock'a dönüş yaptım. Biralar bitinceye kadar da anadolu rock'ın içine gömüldüm. Daha önce dinlememiş olduğum Kardaşlar'ın 'Deniz Üstü Köpürür' parçasına son bira'da takıldım sonra da uyumuşum.

Bugün albümü baştan sonra dinleyince, özellikle 'Marashantiya Rapids' parçasında hammond sesini duymamla aklıma bir kaç gün öncesi geldi. Moog'un sesi ve çıkardığı melodiler o kadar orijinal geldi ki 70'ler Türk rock müziğine dönmem aynı anda oldu. Sonra da düşündüm, Retro adı altında
bir çok grup 70'leri tekrar günümüze taşıyordu. Türkiye'den de Anadolu Rock adı altında müzik yapan kişiler var ancak hiç biri 70'lerin yaratıcılığına yanaşamıyordu. Yapabildikleri en iyi şey, 70'leri tekrarlamaktan başka bir şey değildi.

Türkiye'de elektronik müzik tekno diye bilinse de, öyle değildir. 1960'larda 70'lerde Türk müzik insanları vardı, günümüzde de var. Can Atilla, bunun en iyi ve en kalitelilerinden. Elektronik müziğin gerçek efsanesi Tangerine Dream'e adanan bir albüme de mevcut. 2000'ler sonrası Can Atilla Türk ve Anadolu ezgilerini de kendi elektronik müzik anlayışının içine soktu. Daha sonra dizi ve film müzikleri derken 10 küsür yıldır insanlara elektronik müziği sevdirdi. Şuan bir çok hayranı var.

Tan Ses'in bu albümünü de Can Atilla'nın 2000'lerin başında müziğinin içine koyduğu halk ezgileriyle birlikte ortaya çıkan müziklere benzetttim. Modern müzik aletleri ve binlerce yıllık enstrümanlarının uyumu mükemmel ötesi.

Elektronik müzik hayranlığım bu albümle bir kez daha perçinlendi. Türk elektronik müziği denince
Can Atilla ile birlikte aklıma gelecek bundan sonra.

1. Journey to Gobeklitepe (4.40)
2. Cybele's Dream (6.04)
3. Boat of Upnapishtim (5.30)
4. Marashantiya Rapids (5.54)
5. Galata Celts (6.00)
6. Gate of Kilikia (5.24)
7. Seljuk Moon (8.21)
8. The Endless Search (6.12)

Süre : 48.05

Tan Ses / Besteci ve Tüm Sesler ve Enstrümanlar

23 Aralık 2018 Pazar

Sky - Sky 1979




Curved Air, progresif rock'ın temel gruplarından olması gereken bir grup. Albümleriyle değil belki ama grubun içinden çıkardığı müzisyenlerle unutulmaması ve temel alınması gerek.

Bir kaç örnek.

Curved Air'e katılıp müzik yapan ve sonra kendi kariyerlerinde efsaneleşen Eddie Jobson. 17-18 yaşında iken gruba dahil olan ve grubun efsane parçalarından olan 'Metamorphosis'in müziğini yapan Eddie Jabson daha sonra King Crimson, süper grup UK, Frank Zappa, Jethro Tull ve Yes gibi gruplarla çalıştı. Grubun bir diğer unutulmaması gereken ismi Darryl Way ise 1973'de kendi grubunu kurdu ve progresif rock adı altında 3 caz rock albümü çıkardı, sonra yine gruba geri döndü. Kısa bir dönem grupta yer alan Stewart Copeland ise daha sonra İngilizlerin efsaneleşen rock gruplarından Sting sayesinde ülkemizde bilinen The Police grubuna dahil oldu. Yine kısa bir dönem grupta olan Mike Wedgwood ise Canterbury ekolünün belki de en iyi temsilcisi Caravan'da müzik yaptı.

Gruptan benim favori müzisyenim ise Francis Monkman; Curved Air haricinde Brain Eno ve Phil Manzanera'lı 801 grubunda bulundu. Ayrıca Al Stewart'ın bir albümünde çalarken, Renaissance ve Alan Parson's Project gruplarının albümlerinde yer aldı. Müzisyenliğinin haricinde bir de film yapımcılığı var.

Curved Air'den sonra süre olarak en uzun çalıştığı grup ise (ikinci grubu da diyebilirsiniz) SKY. Curved Air grubunun müzisyenlerinden bahsettik, SKY grubuundan bahsetmez isek olmaz sanırım. Francis Monkman ve Avustralya'lı klasik müzik bestecisi ve gitar virtiözü John Willliams'ın öncülüğünü yaptığı grupta çalan diğer müzisyenlerin müzikal kariyeri ise şöyle. Kevin Peek; Manfred Mann, Jeff Wayne, Alan Parson's Project, David Bowie. Tristan Fry; Beatles, Nick Drake. Herbie Flowers ise Beatles üyelerinin solo albümlerinde yeraldı ve Jeff Wayne'nin 'War of The World' (hatırlanması için 32. gün programının jenerik müziği) albümünde o'da Kevin Peek ile birlikte yer aldı.

Albüme gelirsek, daha sonra yapacakları albümler gibi modern klasik müzik ile rock müziğin nasıl ustaca buluşturulduğunu gösterir. Ki zaten grubun biraraya gelmesinin asıl nedeni de budur.

Albüm, Monkman'ın 'Westway' parçasıyla başlar. Klasik müzik etkisi görünse de rock'a daha yakın. Devam parçası 'Carrillion' ise Beatles'ın son dönemlerinde akustik atmosfere döndüğünde ortaya çıkan müziklere benzer. 'Danza' bir latin klasik bestecisinin grup tarafından yorumlanışı. 'Gymnopedie No. 1' parçası ise geçen yüzyılın klasik müziğine yön vermiş isimlerden biri olan Eric Satie'ye ait, John Williams'ın akustik gitarı, parçanın melankolisinden ve hüznünden bir şey kaybettirmiyor hatta parçayı daha hüzünlü hale getiriyor.

Son iki parçanın her ikisi de Francis Monkman'a ait. 'Cannonball' kısa olsa da, her dinlendiğinde senfonik yapısı kulağa daha da hoş gelmeye başlıyor. Ve finalde de SKY grubunun bütün albümleri arasında en sevdiğim parçası olan 'Where Opposites Meet'. 5 bölümden oluşan 20 dakikalık parça, hem klasik müziğin hem de rock müziği aynı anda dinlenemenin zevkini tattırıyor.

Albümün atmosferi olsun müzisyenlerin virtiözlükleri olsun, klasik 70'lerin progresif rock'ını çağrıştırmasa da yeni bir dönem müziğini gösterir gibi duruyor. Sanki hiç var olmamış bir dönem.

SKY grubunu geçen yıl Francis Monkman'a odaklandığımda öğrenmiştim. Francis Monkman'ı daha fazla tanımak içinde albümlerinin hepsini indirmiştim.

Bir yıldan beri de bilgisayarımda duruyor, ne zaman sakin müzik dinleyesim gelse ilk baktığım yerde oluyorlar.

Progresif rock'ı bir de böyle sakin bir şekilde dinleyin.


1. Westway (3.37)
2. Carrillion (3.27)                                                           
3. Danza (2.57)
4. Gymnopedie No. 1 (3.40)
5. Cannonball (3.39)
6. Where Opposites Meet Pt. 1 to P. 5 (19.30)

Süre : 36.50

John Willliams / Akustik Gitar
Francis Monkman / Piyano, Synth(ses düzenleyici), Harpsichord
Kevin Peek / Elektrik & Akustik Gitar
Herbie Flowers / Bas Gitar
Tristan Fry / Davul, Perküsyon

22 Aralık 2018 Cumartesi

Eloy - Floating 1974




Eloy, her dönem kendini yenilemiş ve değişmeyi başarmış ender grupların başında geliyor. Hatta 70'lerden günümüze kadar gelen gruplar arasında tek bile diyebilirim.

1970'lerin başında başladıkları müziğe geçen yıl bir albüm daha ekleyerek devam ettiler. İlk başladıklarında hard rock tarzında müzik yapıyorlardı. Ancak müziklerinde keskin bir dönüş yaparak dönemin ağır saykodelik müziğine odaklandılar. Ağır saykodelik müzikten de bir süre sonra senfonik yapılı müziğe geçtiklerinde Eloy efsanesi olacak albümler ortaya çıkardılar. 80'lere geldiğinde ise yine space rock denen türe yöneldiler. Günümüzde de şimdiye kadar edindikleri bütün deneyimlerle geçen yıl bir mükemmel bir albümle müzikte varolmaya devam ettiklerini belirttiler.

Eloy, farklı bir müziğe yöneldiği her dönemde kalitesini ve yaratıcılığını fazlasıyla gösterdi. Ağır saykodelik döneminin ikinci albümü, kendilerinin de 3. albümü 'Floating' de yaratıcılık ve kalite bakımından dönemin benzer müzik yapan gruplarınla kıyaslandığında kolaylıkla özel bir yer edinir.

'Floating', bir önceki albüm 'Inside''dan biraz daha az saykodelik ama bir o kadar da ağır bir albümdür. Başlangıç şarkısında, aynı zamanda albümün adı olan, caz ritimleri yoğun gözükse de Manfred Wieczorke'nin org kullanımı hard rock'a yaklaştırıyor. Bir önceki albümde 'Daybreak' tarzı beat anımsatmıyor değil.


İkinci parça 'The Light From Deep Darkness', hem uzunluğu hem de içerdiği yoğun ve ağır saykodelik atmosferden dolayı bence albümün en iyisi. Bence en iyisi çünkü 3-4 yıl boyunca saykodelik rock dinlemediğim zaman olmuştu bir kaç yıl öncesine kadar. Nemrud'un son albümünü o kadar çok sevmiştim ki, bir süre sonra aklıma sadece Eloy'u getirebildim dinleyebilmek için. Bu parça da dediğim gibi hem uzunluğu hem de ağır atmosferiyle beni kendisine çekip içinde hapsediyor. Bluesvari bir yapıda olmadığı içinde ne kadar kendimi versem de tekrar dinleme hissi yaratıyor.

'Castle In The Air', albümdeki ikinci favori parçam. Blues'un hiç sırıtmadan mükemmel bir biçimde içine yerleştirildiği parça.

'Plastic Girl', albümden en çok bilinen parça. Bir çok kişi tarafından çok sevilip dinleniyor olsa bile ısınamadığım Eloy parçalarının başında geliyor. Ama yine de albümün atmosferine uygun bir parça.

'Madhouse', albümdeki heavy'e, ağır prog'a yakışır bir parça. Dönemin ağır prog öncülerinden hiç bir farkı yok. 1974 yılını göz önüne aldığımızda Rush henüz ortalarda yoktu bile.

'Floating', Eloy'un yine mükemmelleştiği albümlerden biri. Eloy'u zamanına göre değerlendirip albümlerine de ona göre odaklanıldığında albümünde ne kadar iyi bir yapım olduğu ortaya çıkar.

1. Floating (3.59)
2. The Light From Deep Darkness (14.37)
3. Castle In The Air (7.13)
4. Plastic Girl (9.05)
5. Madhouse (5.16)

Süre : 40.10

Frank Bornemann / Elektrik Gitar, Vokal
Manfred Wieczorke / Org, Elektrik Gitar
Luitijen Janssen / Bas Gitar
Fritz Randow / Davul 

19 Aralık 2018 Çarşamba

Metamorfosi - ... E Fu Il Sesto Giorno 1972




Metamorfosi, Sicilya'lı Jimmy Spitaleri ve Roma'lı Enrico Olivieri önderliğinde Roma'da kurulmuş bir grup. Benim grubu tanımam 2007 idi sanırım, 2004 çıkışlı 'Paradiso' albümüyle olmuştu. Eski albümlerine o dönem bakmak aklıma gelmemişti çünkü yeni gruplardan biri sanmıştım. Daha sonra italyan progresif rock'ına daha çok odaklanmaya başlayınca grup tekrar karşıma çıkmıştı.

Grup ilk kez 1696 yılında biraraya gelse de, birlikte müzik yapmaya başlamaları 1971'i bulur. Grubun demirbaşlarından Enrico Olivieri Jimmy ile ilk tanıştığında 60'larda popüler olan beat yapan bir müzik grubunda çalmaktadır. Jimmy ile tanıştıktan sonra Enrico ve grup üyeleri daha deneysel müziğe yönelirler. 1971 yılında da müzik üretmeye başlarlar.

'...E Fu Il Sesto Giorno', altıncı gündü; tanrı'nın altı günde dünyayı yaratıp 7. günde dinlenmesine atıf yapılmış sanırım. Çünkü tanrı'nın 6 günde yarattıkları hala birbirlerini öldürme, birbirlerini gasp etme derdinde. Albüm bu tür konular üzerine ortaya çıkartılmış.

Albüm bazı yerlerinde beat-pop özelliği gösterse de grubun ilk albümü olduğunu düşünürsek o özellikler çok da dikkat çekmiyor. Albümü diğer albümleri 'İnferno' ve Paradiso' kadar dinlememiş olsam da şuan tekrar dinlerken kulağıma bazı sesler çok tanıdık geliyor. Delirium, New Trolls gibi italyan rock müziğinin önemli gruplarının az da olsa izlerini hissettiriyor. Albümün son parçası, 'İnno di Gloria' parçasında ise ritimler ve piyanodan kaynaklı The Who'nun efsane albümü aklıma geliyor.

Metamorfosi ve parçaların büyük çoğunluğunu yazan Jimmy bu albümle sadece müziğe başlangıç yapıyorlar. 1 yıl sonra çıkartacakları albüm ile progresif rock koleksiyonuna başyapıtlık bir albüm bırakacaklar. Hani bir süper grup kursan, bildiğin müzisyenlerden deseler, Jimmy sanırım aklıma ilk gelecek isimlerden biri olacaktır. Jimmy'nin sesi ve vokali gerçek anlamda baskın bir yapıya sahip.

Bu yüzden albüme ve müziğe odaklanma sorunu Jimmy'nin sesi sayesinde büyük ölçüde kolaya indirgeniyor. Grubun diğer değişmez kişisi, Enrico Olivieri ise 'Inferno' albümü öncesi sanki kendisini dener gibi deneyselliğe başvuruyor.

Metamorfosi grubunu tanımak için ideal bir albüm değil belki ama 'Inferno' gibi başyapıtlık albüm öncesi müzisyenleri tanımak için güzel bir deneyim olur.

1. Il Sesto Giorno (4.36)
2. ...E Lui Amava I Fiori (4.38)
3. Crepuscolo (9.05)
4. Hiroshima (5.23)
5. Nuovo Luce (3.55)
6. Sogno E Realta (5.57)
7. Inno Di Gloria (3.29)

Süre : 37.03

Jimmy Spitaleri / Vokal, Flüt
Luciano Tamburro / Elektrik & Ritim Gitar
Enrico Olivieri / Org, Harpiskord, Piyano, Flüt, Synth, Vokal
Roberto Turbitosi / Bas Gitar, Vokal
Mario Natali / Davul, Perküsyon

17 Aralık 2018 Pazartesi

Bubu - Anabelas 1978



Bir kaç yıl önce internette forumlarda dolaşırken progresif rock ve prog-metal ayrımı üzerine bir başlık görmüştüm. Başlığı açan prog-metal'in progresif rock olmadığını, progresif'in ilerici anlamında kullanılamayacağını, bunun 70'lerde yapılan müziğin tanımını olduğunu söylüyordu. 70'lerde yapılan progresif rock'ın  müzikal yapı itibariyle farklı olduğunu, örnek olarak 'Musical Box' parçasını veriyordu. 'Musical Box' gibi yapıya sahip bir parçanın prog-metal'de olmadığını söylüyordu. Üzerine daha bir çok örnek vermişti. Nitekim başlığı açan ve bunun hakkında yazan tamamen haklıydı. Prog-metal progresif rock'dan çok farklı bir müzik türüydü.

Örneğin prog-metal denen müzik türünde halk ezgileri ile opera sesleri aynı anda bulunmuyor. Yahut saykodelik sesler ile caz aynı anda olamıyor. Prog-metal bunlar yerine heavy metal'in alt türlerinden yararlanıyor. Progresif rock ise tanım itibariyle ortaya atıldığı 1969 yılından beri, avantgard, senfonik, caz yapısıyla var olmaya devam ediyor.

İlk olarak tanımlandığı grup, King Crimson idi. Aynı yıllarda dönemin bazı gruplarına da müziklerindeki ilerici seslerden dolayı progresif rock denmeye başladı. Bunlar YES, VDGG, Gentle Giant, Elp gibi gruplardı. 1-2 yıl sonra benzer sesler ve müzikal yapılar İtalya'dan da çıkmaya başladı. PFM, Le Orme, Banco del Mutuo Soccorso gibi gruplarda İngiltere'de çıkan müziğin benzerini yapmaya başlamışlardı.

Çok geçmeden diğer avrupa ülkelerinde benzer gruplar çıkıp benzer müzikler yapmaya  başladılar. Hatta sadece kendilerine özgü müzik yapan gruplar da bir süre sonra ortaya çıkan bu progresif rock'dan yararlanmaya hatta içine dahil olmaya başladılar. Bir süre sonra da döneme damgasını vurdu.

Hemen hemen her ülkeden progresif rock'a dahil olan gruplar oldu. Türkiye'den çıkanlar ise saykodelik yada halk müziği temelli oldu. Latin amerika'dan çıkanlarda da latin halk müziği ezgileri  ağırlıktaydı. Her ülkenin kendi sesleri grupları tarafından müziğe eklendi. Tabi bunların dışında olanlar da vardı. Modry Efect, SBB, Magma gibi...

Arjantin'den 1978 yılında çıkan bir grup da söylediğim o bir kaç gruba dahildir. Bubu adıyla tek albüme imza atan grup, günümüzde müziğinin kalitesinin keşfedilmesiyle 2016'da iki parça çıkardılar, bu yıl da yılın en iyi albümlerinden birisine imza attılar.

1978'de çıkardıkları 'Anabelas' albümü diğer latin amerika ülkelerinden çıkan gruplardan bir hayli farklı bir albüm çıkardılar. Yazının başında bahsettiğim, 70'lerin başında ki progresif rock'a uygun bir şekilde yaptıkları albümü kolaylıkla progresif rock nedir sorusunun cevabına karşılık verebilirim.

Klasik müzik destekli avantgard atmosferi, caz görünümü ve enstrümanlardaki hakimiyet ve komposizyonluk bakımından dinlenmesi, hazmetmesi zor bir albüm gözükse de, bir süre sonra progresif rock'ı gerçekten dinlemeye başladığınızı görüyorsunuz.

'Anabelas' albümü de, Bubu grubu da kendi ülkelerinde ve kıtalarında örnek olamadılarsa bile günümüzde onun tarzında müzik yapmaya çalışan bir çok grup var. Özellikle eklektik ve avantgard müzik yapan gruplar tarafından dinlenildiğini rahatlıkla görürsünüz.

'Anabelas' albümü, 1978 yılında çıkmış olsa bile, bir çok progresif rock klasiği gibi zamana sığamıyor olmasıyla klasik albümler arasında yerini sağlam bir şekilde almıştır.

Dinleyin, dinletin...


1. El Cortejo De Un Dia Amarillo (19.25)
a. Danza De Las Atlantides
b. Locomotora Blues
2. El Viaje Anabelas (11.12)
3. Suenos De Maniqui (9.16)

Süre : 39.53

Petty Guelache / Vokal
Eduardo Rogatti / Elektrik Gitar
Sergio Polizzi / Keman
Cecelia Tenconi / Flüt, Bas Flüt
Wim Forstman / Tenor Saksafon, Sözler
Edgardo 'Fleke' Folino / Bas Gitar
Eduardo 'Polo' Corbella / Davul, Perküsyon
Daniel Andreoli / Yapımcı

Konuklar

Mario Kirlis / Piyano
Koro / Cecilia X Z, Golo, Manzana, Maqui, Marcelius 'El Potente', Voulet


12 Aralık 2018 Çarşamba

Il Balletto di Bronzo - YS 1973




Gianni Leone, rock ve progresif dünyada pek popüler olmasa da, özellikle İtalya'da prog kuşağı tarafından çok bilinen bir isimdir. 1967'de müzik hayatına başlayan Gianni Leone, 1970'de Sirio 2222 adında ilk albümünü çıkartır. Yine aynı grubun farklı bir ad almasıyla, Il Balletto di Bronzo, 1973 yılında ikinci albümünü çıkartır. Sonrasında konserlere devam ederler ama ancak Gianni Leone, 1976'da ABD'ye gider ve daha önce ürettiği parçaları bir albüm adı altında toplar. Gianni Leone'yi Leo Nero adlı albümüyle bir kaç ay önce yazmıştım. Özellikle Gianni Leone ile başladım çünkü Gianni Leone'nin kendisi böyle mükemmel ötesi bir albümün çıkmasına neden olmuştur.

Il Balletto di Bronzo, 'Sirio 2222' albümüyle en iyi 100 İtalyan rock albümü arasında yer almıştır. Müzikal anlayışlarında kesin bir dönüşüm olmuştur bir yıl içinde, Gianni Leone sayesindedir, ve italyan progresif rock albümlerinin arasında en doyumsuz olanlarından 'YS' ortaya çıkmıştır.

Albümdeki mellotron kullanımı öyle kaotik ve melankoliktir ki ilk başlarda, kısmen bir yıl önce çıkan bir başka italyan grup, Museo Rosenbach'ı anımsatır. Hatta 3'lü kadın vokallerin tiyatrol sesleri de Il Rovescio Della Medaglia grubunu kısmen anımsatır. Ama albümün başından sonuna kadar klavyelerin başından kalkmayan ve vokaliyle Gianni Leone albümün en yaratıcı noktasıdır.

Açılış parçası 'Introduzione' kaotik, karmaşık yapısı ve Gianni Leone'nin Keith Emersonvari barok stili klavye kullanımıyla albümde en dikkat çekici parçadır. Özellikle 5. dakikadan sonra çalmaya başlayan ikili klavye (iki tuşlu enstrümanı da Gianni Leone aynı anda çalar) o kadar mükemmeldir ki; davul ve gitarlarla birlikte progresif rock'ın doruğuna ulaşır. 11. dakikadan sonra aynı kaotik yapı devam eder, Museo Rosenbach'ın 'Zarathustra' albümüne en çok burada benzemektedir. Parça başladığı gibi tiyatrol vokallerin yardımıyla yine aynı kaotik biçimde biter.

Ardından gelen 3 parçada kısadır ama ilk parçadaki kadar kaotik bir atmosfere sahiptir. Özellikle rüzgar sesi veren klavye ve aralara eklenen folkik ve klasik müzik sesleri ile açılış parçasındaki avantgard hava devam eder.


Bir nevi kapanış parçası olan 'Epilogo' ise diğer parçalardan biraz daha farklıdır. Klasik müziğe benzer bir altyapıya sahip parça devam etmeye başladıkça saykodelik bir hal almaya başlar. Sonlarında ise krautrock tarzı elektronik seslere bırakır. Ve yine özellikle Gianni Leone'nin klavye kullanımı yine ortaya çıkar. Minimalist dokunmalarla albümü dramatik bir sona ulaştırır. Albümün sonu başladığı gibi tiyatral vokallerle son bulur.

1990'lı yıllarda albümün tekrar basımında albüme iki parça daha eklenir. Bu yazıyı yazarken bir tanesini dinlediğim için onu'da ekledim. Değinmeden geçemem. 'La Tua Casa Comoda' albüme sonradan eklenen parçalardan biri. Kendi düşüncem bu şekilde kısa parçalarla devam etseydi grup, italyanın değil, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi gruplarından biri haline gelirdi.

Parçadaki bütün enstrümanlar mükemmel bir şekilde kullanılıyor. Gianni Leone'yi klavye kullanımından dolayı hayranım ama bu parçadaki bas gitarın durumu parçayı bambaşka yerlere götürüyor.

Bu parçayı YES grubu yapmış olsaydı, sanırım YES'in en bilinen parçalarından biri olurdu.

Il Balletto di Bronzo; grup olarak varlığıyla ve yaptıkları başyapıtlık bu albümüyle progresif rock'ın
bilinmesi gereken en önemli gruplarından biridir.


1. Introduzione (15.11)
2. Primo Incontro (3.27)
3. Secondo Incontro (3.06)
4. Terzo Incontro (4.33)
5. Epilogo (11.30)

6. La Tua Casa Comoda (3.45)

Süre : 37.47

Lino Ajello/ Elektrik Gitar
Gianni Leone / Vokal, Piyano, Hammond Org, Moog, Mellotron, Spinet Piyano, Celesta Piyano
Vito Manzari / Bas Gitar
Giancarlo Stringa / Davul

Konuklar

Giusy Romeo / Geri Vokal (1)
Rosanna Baldassari / Geri Vokal (1)
Flavia Baldassari / Geri Vokal (1)

9 Aralık 2018 Pazar

Salamander - The Ten Commandments 1971


On Emir, Musa'ya tanrı tarafından bir dağda verildiği söylenen yasaklar dizisi. Musevilerin önemli tarihi olaylarından biri olarak kabul edilen on emir, tevrat'ın son bölümlerinde yer alır.

Ancak günümüzde bazı mısır tarihçileri On Emir'in Akhenaton'un emirlerinden alıntı olduğunu ileri sürüyor. Bazı tarihçiler ise Musa'nın, eski mısırdaki gerçek ismiyle Osarsif'in Akhenaton'un takipçisi olduğunu söylüyor. Kimisi de Akhenaton ile Musa'nın yada Osarsif'in aynı kişi olduğunu iddia ediyor.

Her ne olursa yada kim olursa olsun, 3500 yıldır ortadoğu'da tek tanrılı düşüncenin gelişiminde önemli bir yer tuttuğu şüphe götürmez. Etkisi günümüzde de devam ediyor olup üzerine kitaplar yazılıyor, filmler çekiliyor.

Müzikali yapıldı mı bilmiyorum ama bir rock grubu tarafından albüm konusu edildi. Salamander adında tek albümüyle 70'lerde yer alan bir grup, on emir'i konsept olarak konu etti.

Orkestral müzik eşliğinde On Emir'i yorumlayan grup, genel olarak 60'ların sonlarında ağır saykodelik izlerini taşıyor. Albümün bazı yerleri Moody Blues tadında olsa da, orkestrayı duymazdan gelirsek, Black Sabbath tadında bir müzik tarzı ortaya çıkıyor. 

Albümü daha önceden de dinlemiştim dikkat etmemiştim bu kadar ama bugün tekrar dinlemeye kalktığımda niyeyse eskiye göre daha çok dinlettirdi.

On Emir'deki on emir albümde on parça olarak yer alıyor. Öldürmeyeceksin emri karşılığına 'Kill' adında bir parça yapılıp konulmuş. Yalan söylemeyeceksin'e de 'False Wintwess' diye bir parça konulmuş. Tanrı'nın gününde iş yapmayacaksın, dinleneceksin'e 'God's Day' konulmuş. On Emir'i bu şekilde bir rock albümünün içinde bulmak, özellikle orkestral atmosferiyle bulmak, şaşırtıcı gelebilir ama progresif rock gruplarının konsept olarak işlemediği konular çok azdır.

Salamander orkestral atmosferiyle müzikal havası veriyor olsa da, dinlerken orkestrayı duymamazlıktan gelin. 4 kişilik grubun çıkardığı seslere odaklanın. Albüm gerçekten de çok yaratıcılık ürünü bir albüm.


1. Prelude Incorporing He's My God (7.15)
2. Images (3.24)
3. People (2.50)
4. God's Day (2.27)
5. Honour thy Father and thy Mother(1.38)
6. Kill (3.31)
7. Thou Shalt not Commit Adultery (3.07)
8. Steal (4.20)
9. False Witnwess (3.54)
10. Possession (3.15)

Süre : 35.41

Alister Benson / Org, Vokal
Dave Chriss / Bas Gitar
John Cook / Davul
Dave Titley / Vokal, Elektrik Gitar

3 Aralık 2018 Pazartesi

Türkiye'de çıkan en iyi progresif rock albümleri - Best of prog rock in Turkey

Bloglarda yada kurulan fan sitelerinde genelde yapılan ilk işlerden biri dinlenilebilecek listelerdir. Hatta listenin başında nasıl dinlenilmesi gerektiğine dair kısa yada uzun yazılar da bulunur. Genel olarak bu tarz liste hazırlamanın amacı müziğe belli bir yerden yönlendirilmesidir. Şimdiye kadar hiç öyle bir amacım olmadı. Açtığım bu blogda sadece bir kez liste hazırlamıştım. O listede sadece bilinen daha doğrusu ezberlediğim albümlerdi. Herhangi bir amaçla o listeyi hazırlamadım.

Yaptığım bu listede Türkiye'de bilinen yada az bilinen progresif rock'a uygun albümleri birarada tutmak içindi. Bahsettiğim site ve bloglardaki gibi herhangi bir amacım yoktu. Buradaki her albüme akılda kalıcı, kısa açıklamalar ekledim.

Türkiye'de yapılan progresif rock bu listeden ibaret değil. Muhtemeldir ki bu listede olabilecek bir çok grup ve albüm vardır. Umarım listeyi gören, ulaşan yerli yabancı kişilere az biraz yardımı dokunur.


İhtiyaç Molası – Milad 1999

Bu albümü vede grubu en sona bıraktım çünkü diğer albümleri sık sık olmasa da dinliyordum. İhtiyaç Molası'nı da en son 2 yıl önce son albümleri çıktığında dinlemiştim. O yüzden tamamen albümü dinleyeyim diye en sona bıraktım. İhtiyaç Molası Çanakkale çıkışlı bir grup, adlarını da Çanakkale-İstanbul arası gidiş gelişlerde verilen moladan koymuşlar. Grubun müziğin belirli bir formu yok. Doğaçlamalar üzerinden parçalar oluşturulmuş. Özellikle keman ve klavye bana klasik türk müziğini anımsatıyor. Dinlenilmesi, bilinmesi gereken bir grup.  


Mazhar & Fuat – Türküz Türkü Çağırırız 1973 

Türküz türkü (türk'e ait) söyleriz. Sosyal medyada çokça esprisi yapılan türk'ü çağırmak değildir. Çağırmak, şarkı söylemek anlamındadır. Türkü de türk'e ait demek. Albüm Aşık Veysel'in en bilinen türkülerinden olan 'Türküz türkü çağırırız' yeniden yorumlayarak oluşturulmuştur. Albümdeki parçaların çoğu günümüzde herkes tarafından ezbere bilinmektedir. Akustik atmosfer, saykodelik ve folk ezgiler ile öyle güzel uyum sağlıyor ki, albümü eşsiz kılıyor. Ki zaten Mazhar ve Fuat aynı atmosferi bir daha yakalayamadılar. Benim için Türk rock müziğinin hem müzikal atmosferi hem de yılına göre kayıt kalitesini düşünürsek gelmiş geçmiş en iyi albümlerden. 


Mozaik – Ardından 1985

Listedeki belki de tek avrupa-i müzik yapan grup, mozaik'tir. Buradaki kastım, listedeki grupların ve albümlerin büyük çoğunluğu bir şekilde anadolu yada türk müziğinden esintiler taşır, ancak Mozaik'de bu durum yok denecek kadar azdır. Mozaik, 70'ler avrupa merkezli progresif rock'ını günün Türkiye şartlarında ve 80'lerinde devam ettirmeye çalışmışlardır. 90 sonrası grup dağılmış olsa da, grup üyelerinin bir çoğu müziğe devam etmişlerdir. Mozaik'i dinlemek, yaptıkları müziği anlamak için 'Ardından' albümünden 'Hareket Etmeyelim' yeterlidir.  


Barış Manço & Kurtulan Express – Yeni Bir Gün 1979

Türk rock müziğinin en verimli dönemi kuşkusuz 70'ler. Ancak o dönemin kötü tarafı, 60'lar sonu 70'ler başında ülkede varolan aranjman parçalar üretimi; yani avrupa'da popülerleşen, özellikle fransa ve italya, parçalara türkçe sözler yazıp plak yapmak. 70'lerin ortalarında aranjman işlerinden vazgeçilmesi türk rock gruplarının müzikal başarısıdır. Daha sonra ise türk popu kendi ülkesinin değerlerine döndü. Karşılarında da yine türk halk ezgilerini müziklerine katan Barış Manço, Moğollar, Cem Karaca gibi isimleri buldular. Barış Manço, önceki yıllarda olduğu gibi bu yıllarda da türk pop müziğine yön vermeye devam etti. '2023' albümü bunun ilk örneğidir. 'Yeni Bir gün' ise Türkiye'de yapılan rock müziğin zirve albümlerindendir. 


Moğollar – Danses Et Rythmes De La Turquie D'Hier A Aujourd'hui – Anadolu Pop 1971

Anadolu rock yada pop'un isim babası, Moğollar kurucusu Murat Ses'e aittir. Dolayısıyla Moğollar grubunu Anadolu Rock'ın isim babası sayabiliriz. 70'li yıllarda grup üyeleri çoğu kez değişmiş olsa da, kendi albümlerinde kendi çizgilerini koruyup devam etmişlerdir. 80'lerde ise Cahit Berkay'ın yaptığı bir çok parça Moğollar'ınmış gibi bilinse de, Moğollar'ın değildir. 90'larda Moğollar adıyla tekrar müziğe dönseler de, 70'lerin müzikal duygusundan çok farklıdır. Türkiye'de 'Anadolu Pop' diye bilinen albüm fransa'da yayınlandı ve aynı yıl Pink Floyd'un da ödül aldığı yerden bir ödül aldı. Albüm Anadolu rock'ın başlangıcı olarak alınsa tam yerini bulur. 


Cem Karaca & Edirdahan – Safinaz 1978  

Edirdahan grubu kendi arasında öyle güzel bir atmosfer yakalamıştı ki, benim için şimdiye kadar kurulan en iyi gruptur. Daha önce bir çok grupla birlikte çalışan Cem Karaca'nın önderliğinde kurulan grubun tek albümleri 1978 yılında çıkan 'Safinaz''dır. Grup ertesi yıl İngiltere'de Pink Floyd'ın ardından konsere çıkmıştır. 'Safinaz' albümü ise iki uzun parça ve bir kısa parçadan oluşur. Uzun parçalar şiir üzerinden okunur ki; daha önce yapılmamıştır.  Daha sonra da yapılmamıştır. Şiir odaklı parçalar ve koca bir orkestrayı aratmayacak Edirdahan grubu, türk rock müzik tarihine damga vurmuştur. 


Erkin Koray – Elektronik Türküler 1973

Türkiye'de arabeskin babası Orhan Gencebay ise, rock müziğin babası da Erkin Koray'dır. Ancak bu babalık sözde değildir. 60'larda yaptığı şarkılar dönemin bir çok grubuna örnek olmuştur. Aynı durum 70'ler ve 80'ler dönemi için de geçerlidir. Erkin Koray albümleriyle değil de, parçalarıyla anımsanır, 10'larca parçası da ezbere bilinir. Erkin Koray, 1960'ların sonlarında Moğollar'la başlayan halk müziklerini rock formunda çalma işine O'da dahil oldu. Anadolu rock denince Moğollarla birlikte anılması, bilinmesi gereken ilk isimlerden. 'Elektronik Türküler' ise albüm bazında Erkin Koray'ın en başarılı dönemi. Albümde davul çalan, aynı zamanda yeraltı dörtlüsü'nün üyesi Sedat Avcı, bir kaç yıl sonra Hardal adında bir grup kurup iki tane muhteşem albüm yapacaktır. 'Elektronik Türküler' albümü ise Türk progresif rock denince akla gelen ilk albümlerden olacaktır. 'Türkü' adlı albümün son parçası bir başyapıttır.  


Mehmet Ozan - İstanbul Express  1979 

Mehmet Ozan, Türkiye'de pek bilinmeyen değil, hiç bilinmeyen isimlerden. Danimarka'da Danimarkalılarla kurduğu grupta, Türk ve balkan halk müziklerini caz haline getirerek müzik yapmıştır. Uzun yıllar sonra yine kendisinin youtube'ye video yüklemesi ve müzik bloglarında paylaşım yapmasıyla az biraz tanınır olmuştur. Benimde tanımam prognotfrog'un 2008 yada 2009'da blog'a koydukları video yüzündendir. 'İstanbul Express' adlı ilk albümü de Mehmet Ozan'ın tanınması için en iyisidir.   


21. Peron – 21. Peron 1975

Türk rock müziğinin hazinelerinden. İzmirli bir grup gencin kendi imkanlarıyla yaptıkları müziğe az biraz kıymet verilseydi, şimdi bir moğollarımız değil, iki tane olurdu. Halk ezgilerini müziklerine o kadar ustaca yerleştirmişler ki, her dinlendiğinde hayran olmamak mümkün değil. 


Nemrud – Nemrud 2016 

Grup kurucusu Mert Göçay'ı ilk olarak Eloy grubunun gitaristi Frank Bornemann ile yaptığı röportajdan isim olarak tanımıştım. Daha sonra Facebook sitesinde karşılaşmıştık. Bir süre sohbetimiz de olmuştu. Nemrud grubunu ilk albümleri çıkmadan önce Mert'den öğrenmiştim. Nemrud ilk albümünü çıkardığı anda hem yurtiçinde hem yurtdışında aynı anda tanınmaya, sevilmeye ve takdir edilmeye başlandı. Çok geçmeden ikinci albümlerini de yaptılar. Ancak ilk albümlerindeki 60'lar sonu saykodelik karanlığını artık pek kaldıramadığım için ısınamamıştım. 2016 yılındaki son albümlerinde ise klavye'nin yoğun olarak hissettirilmesi ile ülkeden çıkan en iyi işlerden biri olduğuna karar verdim. Hatta bu listenin ilk sırasına bile yerleşebilir. 


Fenomen – Fenomen 2006

Nemrud grubuna konuk olarak katılıp daha sonra ise grubun üyelerinden farksız bir şekilde albümlerde yer alan klavyeci Mert Topel'in 10 küsür yıl önce emeğinin geçtiği albüm. Türkiye'de yapılan rock ve caz müziklerinin bağıntısız olması bu albümü biraz özel kılıyor. Çünkü caz ve rock'ı bu ülkede buluşturabilen müzisyen yada gruplar çok ama çok az. Fenomen grubu bu konuyu kapatmıyor tam tersine caz ve rock'ın Türkiye'de birarada çalınabileceğini gösteren bir kapı açıyor. 


Gevende - Kirinardi 2017 

2000'lerin ortalarında müzik yapmaya başlayan Gevende, hiç ülkeyle alakası olmayan melodilere, ritimlere ve müzik anlayışına sahip. İlk iki albümlerinde ki halk müziğini geçen yıl çıkardıkları albümle geride bıraktılar. 'Kirinardi' albümü ise progresif rock'ın efsanelerinden Pink Floyd, King Crimson gibi grupları hissettiriyor. Müzik kalitesini her albümde daha da yükselten Gevende şimdiye kadar en iyi gruplardan biri değil, aynı zamanda önümüzdeki yıllarda da türk progresif rock'ı denince akla ilk gelecek olanlardan.    


Pentagram – Unspoken 2001

Pentagram kimine göre türk rock ve metal müziğinin medar-ı iftiharıdır, bana göre ise değildir. Pentagram grubu da 70'lerdeki grupların yaptığı yada izlediği gibi ilk önce dünyayı takip etmişler sonrasında içinde yaşadıkları toplumun müzikal değerlerini kendi müziklerine katarak Unspoken albümünü ortaya çıkarmışlardır. Benim için Barış Manço'nun 2023'ü neyse Pentagram'ın Unspoken albümü de öyledir. Heavy Metal ile başladıkları müziğe ülkenin gerçeklerini (Ümit Yılbar) dikkate alarak devam etmeleri sonucu ülkeyi birleştirici olarak gördükleri efsaneleşmiş 'Anatolia' albümünü çıkardılar. Bir sonraki albümleri de 2001'de 'Unspoken' oldu.


Asia Minor – Between Flesh And Divine 1980

İki Türk ve iki Fransız tarafından kurulmuş, 70'ler sonu ve 80'lerde müzik yapmış bir grup.  Çıkardıkları albümlerde her  iki kültüründe yeri yok denecek kadar azdır, hatta yoktur. Yani ne Fransız ne de Türk kültürü etkisi vardır. Özellikle 70'lerin senfonik rock müziğinin ve seslerinin izlerini albümlerinde rahatlıkla görülebilir. Müzikalite açısından Camel, Caravan, Kaipa gibi grupları anımsatır. Grup üyesi Eril Tekeli günümüzde Türkiye'de müzik yapmaya devam etmektedir. 


Siddhartha – Siddhartha 1998

Türkiye'de yapılan saykodelik rock müzik genel olarak 70'lere öykünme içerir. 70'lerin Anadolu rock grupları gibi halk müziklerini alırlar albümlerine, hatta çoğu zaman aynı parçaları, buna göre müzik yaparlar. Ne kadar saykodelik oldukları tartışılır tabi. Siddhartha ise sadece 90'larda varolmuş ve yaptıkları 1 saatin üzerinde olan albümle Türkiye'deki bu anlayışı değiştirmiştir. Ancak takipçileri pek olmamıştır. Nekropsi, Nemrud, Gevende gibi kendilerine özgü müzik anlayışı ortaya koymuşlardır. Günümüzde varlığını devam ettirmese de Türk prog müziği denince aklıma ilk gelen gruplardan. Pink Floyd, Hawkwind, Eloy, Far East Family Band gibi saykodelik rock akımının öncülerinden fazlaca esinlenmişlerdir.  


Nekropsi – Mi Kubbesi 1996

Kendilerine has müzik anlayışlarıyla takdir-e şayan'ın ötesinde bir grup. 90'lı yıllardan günümüze fazla albüm yapmamış olsalar bile müzik üretmeye devam ediyorlar. Müziklerinde elektronik müziğin alman ekolü ve 70'lerin saykodelik havası ağır basıyor. Elbette ki bilinmesi gereken ilk albümü de Mi Kubbesi. 


Labirent – Çağın Harikası 1997 

Rock dünyasında sesini çok az duyurmuş yada duyuramamış Ankara'lı progresif rock grubu. 90'lı yıllarda Gazi üniversitesinin senfoni orkestrasıyla olan konseri TRT'de konseri yayımlanan, yazdıkları savaş ve emperyalizm karşıtı parçalarla klipler yapan bir grup. Çağın Harikası Avrupa parçası duruşuyla Pink Floyd'a selam yollar nitelikte.


Hayvanlar Alemi - Twisted Souvenirs 2014

Bu listeyi hazırlamama neden olan grup ve albümü. 
2000'lerin ortalarından itibaren başladıkları albümlere sessiz sedasız yenilerini eklemeye devam ediyorlar. İlk çıkardıkları albümden itibaren takip etmeye çalışdığım için, müziklerindeki değişimi az çok farkedebiliyorum. Bu albümlerinde de krautrock'ın efsane gruplarından Can'dan esinlenmeler var. Özellikle avantgard havası ve folkik yapısıyla Can'ın izdüşümü gibi. 


Hardal – Nasıl ? Ne Zaman ? 1980 

Türkiye'de kurulmuş en iyi grupların başında gelen Yeraltı Dörtlüsü'nden Sedat Avcı ve Aydın Şencan'ın öncülüğünde kurulmuştur. 70'ler denince akla gelen türk rock müziğinden bir hayli farklı müzikler ortaya çıkarmışlardır. Özellikle 70'lerde İngiltere'de ve Almanya'da komunler halinde yaşayan insanların gittikleri mekanlarda amatör ruhla (amatörü kötü anlamda kullanmıyorum, bahsettiğim gruplar Birth Control, Ramses, T2 gibi gruplar) çalan gruplara benzer bir atmosfere sahiptir. Hardal anaakım rock ekolünden yaptığı albümlerle Türkiye'de özellikle bilinmesi gruplardan. 


Can Atilla – Ave 1999

Genel olarak dizi ve film müzikleri sayesinde tanınsa da Türkiye'de yaratıcılık anlamında en iyi müzisyenlerin başında olan biri. Elektronik müziğin Alman ekolünden gelen Can Atilla, 90'larda çıkardığı albümlerle elektronik müziğe olan hakimiyetini fazlasıyla gösterdi. 'Ave' albümü ise esin kaynağı olarak gördüğü Alman elektronik müzik devlerini yad eder nitelikte. 

22 Kasım 2018 Perşembe

Beggar's Opera - Pathfinder 1972


Geçen yılın en iyi albümlerinden biri, bir çok prog takipçisinin hem fikir olduğu Wobbler'in son albümü 'From Silence To Somewhere' idi. Bir yıl önce son bir yılda çıkan albümleri bulup dinledikten sonra kendime göre iyi albümlerini yazarken Wobbler'in o son albümünü de yazmıştım. Aynı dönem karşıma bir grup daha çıkmıştı. Tusmorke adındaki bu grup yıl içinde iki albüm birden çıkarmıştı.

Yeni yılda ise yeni çıkan albümler üzerinde çok fazla durmadım. Yazın ortasında Tusmorke'nin yeni bir albümü daha çıktı. Geçen yıldan bildiğim için grubu hemen albümü bulup dinlemeye başladım. Bir süre sonra farkına vardım ki, nisan ayında Beggars Opera'nın bir albümü yazarken dikkatimi çeken klavye kullanımlarıydı ve çok benzer şekilde Tusmorke'nin albümünde bu klavye kullanımının olduğunu farkettim. Grup üyelerinin adlarına bakınca, klavye çalanın aynı zamanda Wobbler grubunun kurucusu ve klavyecisi olduğunu gördüm. Sonrasında hem Tusmorke'nin eski albümlerini hem de Wobbler'in albümlerini tekrar, özellikle klavye kullanımına dikkat ederek dinlemeye başladım.

Şimdi tamamen her iki grupta da klavye ve bilimum tuşlu çalgıları çalan Lars Fredrik Froislie'nin etkilendiklerinin başında Beggars Opera'nın klavyecisi Alan Park olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Beggars Opera ve Tusmorke-Wobbler arasındaki en güzel bağlantı, Beggars Opera'nın 'Time Machine' adlı parçasıdır. Belki de benzerlik kurmam yada bulmam tamamen tesadüftir.

Beggars Opera'yı bir önceki Novalis yazımda bahsettiğim bundan 12-13 yıl önce forumunu takip ettiğim Pinkfloydturk.net'de tanımıştım. Aynı yazıda dediğim gibi o dönem internet üzerinde albüm bulup dinlemek bir hayli zordu. O yüzden Beggars Opera'nında yanılmıyorsam ilk iki albümü ulaşılabilir durumdaydı. Doğaldır ki 'Time Machine' parçasını o zaman, şimdi olduğu gibi, şarap bira içerken zevkle dinliyordum. Aradan onca zaman geçtikten sonra şimdi düşününce o dönem dikkate aldığım bir çok grubu Beggars Opera'yı tercih ederek haksızlık etmişim.

Beggars Opera, Dilenci operası, 18. yüzyıldan kalma bir müzikalin adı. 1969 yılında iki iskoç müzisyen tarafından kurulduktan bir süre sonra kadro 5 kişiye ulaşır ve bir süre dönenim popüler müziklerinden olan beat müziği yaparlar. 1970 yılında ise ilk albümlerini çıkartırlar. Hem konserler hem de  her yıl çıkartılan albümlerle 1976 yılına kadar grup olarak müzik yapmaya devam ederler.

1972 yılında çıkan 'Pathfinder' albümleri de ilk iki albümünde olduğu gibi, beat-saykodelik temel üzerine kuruludur. Yukarıda bahsettiğim grubun en öne çıkan enstrümanı yada sesi, klavyelerdir. Neredeyse her saniyede tuşlu çalgılardan herhangi birisini rahatlıkla duyabilirsiniz. Muhtemeldir ki, Beggars Opera'da dönemin bir çok grubu gibi diğer grupları dinleyerek kendi müziklerini oluşturdular. Ve doğaldır ki aynı dönemin bazı gruplarının müziklerine benzer yanları var. Örneğin King Crimson, Moody Blues, Jethro Tull gibi.  'From Shark to Haggis' parçasında elektrik gitar kullanımı King Crimson'dan Robert Fripp'in gitar kullanımına benziyor. Aynı parçada britanya folk müzik öğelerinin olması da Jethro Tull anımsatmıyor değil. Aynısı albümün açılış parçası 'Hobo' da da gözüküyor.

Albümün en dikkat çekici parçası kuşkusuz 'The Witch'. Karmaşık armonik yapısı, iki enstrümanın, elektrik gitar ve org, kısa aralarla solo olarak çalınması da parçayı daha da ilgi çekici hale getiriyor. Bu parçada saykodelik müziğin, Moody Blues gibi, nasıl yaratıcı olarak progresif'in içine ustalıkla yerleştirildiğini, dikkat ederseniz kolaylıkla farkedersiniz.

Albümden bir parçaya daha dikkat çekmek isterim. 'Stretcher' parçasında grubun kurucusu Rick Gardiner'in elektrik gitar solosunun 15-20 yıl sonrası rock müziğine nasıl temel oluşturduğunu farkedersiniz. Aynı gitar kullanımı ve neredeyse atmosferi aynı şekilde 80'lerin sonu ve 90'ların başlarında özellikle Satriani tarafından bir çok parça için kullanıldı.

Beggars Opera belki progresif rock'ın öncü gruplarından birisi olarak görülmüyor ama her progresif rock dinleyicileri tarafından bilinmesi gereken bir grup. 'Pathfinder' albümü de bilinmesi gereken grubun bilinmesi gereken albümlerinden birisi.

1. Hobo (4.40)
2. MacArthur Park (8.20)
3. The Witch (5.26)
4. Pathfinder (3.44)
5. From Shark to Haggis (6.38)
6. Stretcher (4.50)
7. Madame Doubtfire (4.15)

Süre : 37.53

Martin Griffiths / Vokal
Alan Park / Klavyeler
Rick Gardiner / Elektrik Gitar, Vokal
Gordon Sellar / Akustik Gitar, Bas Gitar, Vokal
Ray Wilson / Davul

19 Kasım 2018 Pazartesi

Novalis - Brandung 1977



2 ay önce, Eylül başında, Novalis'in 1977'deki konser kayıtlarını içeren albümünü yazmaya başlamam Facebook'ta bir arkadaşın paylaşımı yüzünden oldu. Paylaşılan albüm 'Brandung' idi. Ama Brundung albümünü değil de o an konzert albümünü yazmaya karar verdim. Çünkü ben de bir anısı vardı.

Konzert albümünü ilk dinlememin üzerinden sanırım 11 yıl geçti. 2005 yahut 2006 yıllarında o zaman varolan, şimdi sadece facebook grubu olarak devam eden, Pinkfloydtürk.net'in forum kısmında görüp dinlemiştim. O dönem youtube gibi kolay erişilebilir yerler olmadığı için albümleri bulmak bir hayli zordu. Çünkü henüz internete albümler yüklenmiyordu. 'Konzert' albümünü de 2007 sonlarında bulmuştum. Her sabah işe yürürken, işyeri eve çok yakındı, mp3'de açar 'Konzert' albümünü dinlerdim. O dönem öyle bir etki bırakmıştı ki ben de, yine o dönem dinlediğim Camel'e bile tercih eder olmuştum. Gerçi Camel'i de sonradan youtube iyice yaygınlaşmaya başlayınca sevmeye başlamıştım. Şuan karşılaştırma yapsam Novalis'i 10 yıl önce olduğu gibi tercih ederim.

Novalis'in ilk 4-5 albümü gerçekten benim için özel bir yere sahip. Sanırım Novalis'in bu ilk dönemi parçaların karmaşık yapıları ve doğaçlamaların fazla olması nedeniyledir. Son albümü olarak belirtebileceğim de 1977'de ki 'Konzert' albümüdür. Sonraki albümlerde ise Novalis'in müziğinde ciddi bir değişim olacak, grup daha melodik ve sade parçalar yazacaklardır.

1977'deki 'Konzert' albümü, benim için olduğu gibi bir çok dinleyicinin de farkedeceği gibi, grubun ilk döneminin sonu olurken, ikinci dönemin başlangıcı ise aynı yıl çıkan 'Brandung', yani bu albümdür.


'Brandung', Novalis'in senfonik atmosferinin yerini daha melodik ve daha anlaşılır bir atmosfere bıraktığı bir albümdür. Bırakın progresif rock'ı, rock'dan anlamayan birine dahi bu albümü dinletseniz, albümün kesinlikle 70'lere ait olduğunu söyleyecektir. Bu durum, albümü kötü bir albüm yapmaz elbette ama 70'lerin progresif rock gruplarının oluşturduğu atmosferler göz önüne alındığında, Novalis müzikte biraz daha kolaycılığa kaçmıştır. Ama bu yanlış yada hatalı bir durum değildir. Bundan önceki albümlerinde olduğu gibi kendilerinin oluşturduğu müzikal atmosferlerde, 'Brandung' albümüyle başlayan bir şekilde kendi müziklerini yapmışlardır.

Novalis, 'Brandung' albümüyle kendi müziğinin bir nevi tanımını yaparken, pop'a kaçmamış, yine rock ve yaratıcılık anlamında ki progresif'in içinde olmuştur. Bundan sonraki albümlerinde de aynı çizgisini devam ettirmiştir.

Albüm ise, dediğim gibi Novalis'in ilk dönemi ile ikinci döneminin tam ortasında, geçiş albümü niteliğinde bir albüm. Önceki albümlerinde varolan egzotik-senfonik atmosfer yerine melodik-kolay anlaşılır bir albüm. Bazı parçalarda dönemin saykodelik rock'ından bazı izler de görebilirsiniz, 'Astralis' parçasında olduğu gibi.

Albümde uzun parça olarak yer alan 17 dakikalık 'Sonnenwende' hakkında bir şeyler söylemek gerek. 4 bölümden oluşan bir hayli de senfonik öğeler taşıyan parça, aynı dönemin bir başka Alman grubu Grobschnitt'in 'Rockmoppel's Land' albümünü anımsatıyor. Aynı ülkeden çıkma ve benzer müzikal eğitim ve eğilimlerin olduğu düşünülürse bu çok da garimsenmiyor. Ancak 4 bölümün her biri bir diğeriyle yapı olarak çok farklı olduğu için, parçayı bir bütün olarak göremiyorum. Novalis'in yaptığı sanırım son uzun parça, sonraki albümlerinde bu konuda diretmediler. 10 yıl öncesinin bilgisinden bu kadar anımsıyorum, belki de yapmışlardır. Kontrol etmek gerek.

Novalis, benim 10 küsür yıl önce progresif rock'ı, bilinçli olarak, ilk dinlemeye başladığım zamanların başucu gruplarından biriydi. Grobchnitt, Le Orme, PFM, Eloy, Amon Düül II, Curved Air gibi gruplarla birlikte. 'Brandurg' albümünü Novalis'in o ilk dönemin muhteşem albümlerinin arasına koyamasam da, gruba olan sevgim ve saygımdan dolayı her albümü gibi özel bir yere sahip.

Novalis'i ilk dinliyorsanız, bu albümü pas geçip, 'Konzert' albümünü yada 1977 yılı öncesi albümlerini dinleyin. Eğer Novalis'i daha önceden benim gibi dinlediyseniz, bu albümde o kadar kötü bir albüm değil. 

1. Irgendwo, Irgendwahn (4.35)
2. Wenn nicht mehr zahlen und figuren (3.03)
3. Astralis (8.50)
4. Sonnenwende (16.56)
a. Brandung (3.42)
b. Feuer bricht in die Zeit (3.56)
c. Sonnenfinsternis (3.30)
d. Dammerung (5.48)

Süre : 33.24

Fred Mühlböck / Vokal, Akustik Gitar, Flüt
Detlef Job/ Elektrik Gitar, Vokal
Lutz Rahn / Hammond, Klavnet, PPG Synth(ses düzenleyicisi), Mellotron, Grand Piyano
Heino Schünzel / Bas Gitar, Vokal
Hartwig Biereichel / Davul, Perküsyon

11 Kasım 2018 Pazar

Perigeo - Azimut 1972




Perigeo, klasik italyan progresif rock gruplarından bir hayli bir müzikal atmosferi olan bir grup. İlk dinlediğimde, ve dinlediğinizde, italyan gruplarından ziyade 60'ların caz gruplarına benzediğini göreceksiniz. Return to Forever, Weather Report gibi grupların ilk albümlerine olan benzerliği şaşırtmasın çünkü her iki grup gibi Perigeo'da 60'ların özellikle Miles Davis müziğinden esinlenerek albümler yaptılar.

1971 yılında biraraya gelen grup henüz ortada italyan progresif rock denen bir atmosfer olmadığı için dinledikleri ve takip ettikleri caz müziğine yoğunlaşırlar. Yaptıkları müziğe olumlu tepkilere alınca aynı yıl albümleri olmadan Avrupa'nın bir çok ülkesinde konserlere davet edilirler. 1972 yılında da bu ilk albümleri 'Azimut' u çıkartırlar.

1971'deki verdikleri konserler ve 1972'deki çıkardıkları ilk albüm, aynı dönemin Weather Report grubunun müziğiyle neredeyse tamamen aynıdır. Her ikisi de 60'lardan kalma caz anlayışıyla ilk müziklerini ve albümlerini yaparlar. Bir kaç yıl sonra da Perigeo, İngiltere'nin en önemli caz gruplarından Soft Machine ile ortak konserlere çıkarlar.

'Azimut', klasik caz-füzyon albümlerinden doğal olarak farklı. Temel aldıkları müzik ve gruplar yukarıda da dediğim gibi 60'ların sonu rock, avantgard müzikler değil; 1960'ların klasik caz'ıdır. Bunda tabi sadece dinledikleri yada takip ettikleri müzik ve grupların etkisinin dışında grubu kuran ve liderliğini yağa bas gitarist, Giovanni Tommaso'dur. Kendisi grubun kuruluşu öncesinde ABD'de bulunmuş ve bu süre içinde dönemin bir çok caz grubu ve müzisyenleriyle ilişkiye girmiştir. İtalya'ya döndüğünde de çok geçmeden grubu biraraya getirmiştir.

'Azimut' albüm olarak 70'ler başı caz-rock ve caz-füzyon'unu sevenler için kesinlikle dinlenilmesi ve unutulmaması gereken bir albüm. Aynı şekilde Perigeo'nun sonraki albümleri de dinlenilmesi ve bilinmesi gereken albümlerden.

Perigeo, bu albümden bir kaç yıl sonra İtalya'da ki caz-rock gruplarına istemeden de olsa benzemeye başlayacak. Daha enerjik, avantgard ve tempolu müzikler yapacaklar. Bu ilk albüm klasik italyan atmosferine benzemese de hem albümdeki parçaların kalitesi hem de müzisyenlerin üst düzey virtüözlüğü italyan diye bilinmese de caz-füzyon diye bilinecek.

İtalya'dan çıkma ama italyan progresif ve caz-rock'ına bir hayli uzak Perigeo'nun ilk albümü, ilk dinlediğimden beri, yaklaşık 3 ay önce, en az Weather Report yada Return To Forever kadar anımsayacağım.

1. Posto Di Non So Dove (6.18)
2. Grandangolo (8.25)
3. Aspettando Il Nuovo giorno (11.27)
4. Azimut (7.20)
5. Un Respiro (1.40)
6. 36° Parallelo (9.50)

Bruno Biriaco / Davul, Perküsyon
Franco D'Andrea / Akustik & Elektrik Piyano
Claudio Fasoli / Alto & Soprano Saksafon
Tony Sidney / Elektrik Gitar
Giovanni Tommaso / Vokal, Bas Gitar

5 Kasım 2018 Pazartesi

Dai Kaht - Dai Kaht 2017




Daha önce zeuhl müziğinin yaratıcı grubu Magma ve zeuhl müziğin önemli gruplarından Ruins (japonya) ile çalışan Atte Kemppainen öncülüğünde kurulmuş bir grup, Dai Kaht. Geçen yıl çıkardıkları ve grubun adını da aldığı ilk albüm, zeuhl müziği için başyapıt gözükmese de, bir kaç yıl sonra zeuhl müzik grupları arasında yer alacağı kesin.


Atte Kemppainen, Magma grubuna hem hayranlık hem de saygı duyması, onu Kobai dilini kullanmasına engel oluşturmuş. O'da bu saygı neticesinde farklı dillerden sözcükler toplayarak albümdeki sözleri oluşturmuş. Şuan için oluşturulan bu dilin bir adı yok.

Albüme adını veren Dai Kaht; Atte'nin oluşturduğu yapay dilde great planet, mükemmel gezegen anlamına gelir. Albümün konusu ise; yeni bir dünya bulan insanoğlunun, oraya ulaşmaya çalışırken, uzay gemisindeki ilişkileri üzerine kurulu. 

Gbyybkaggör, Addurrenn, Kadett Mozami adlarında 3 karakter Doover Üouh (dünya 5) adlı uzay gemisinde yol alırken aralarında oluşan iletişim, felsefik olarak konu edilir. Ben merkezci Gbyybkaggör, felsefe ve içsel olarak olgunlaşmış bir nevi aziz konumundaki Addurrenn ve her iki taraftan yana olmayan, olaylara nötr bakan Kadett Mozami.

Albüm konu itibariyle Magma'nın izinden gidiyor. Hem konsept (bütünlüklü) bir albüm olması hem de avantgard atmosferi albümün müzikal yapısını Zeuhl'e tamamıyla sokuyor.

Albümü ilk dinlediğimde çok beğenmiştim ve aslında beğenmeye de devam ediyorum (Beğenmesem zaten yazmazdım).

Ancak tekrar tekrar dinledikçe, 2000 yılında Magma'nın çıkardığı K.A. albümüne benzetmeye başladım. Magma, K.A. albümünde yeni çıkan rock ve pop türlerini de içine alacak şekilde ortaya bir albüm çıkarmışlardı. Dai Kaht grubu da benzer bir şekilde bu albümü oluşturmuş. Şamanik, arabik, uzakdoğu sesleri günümüz rock ve pop müzik atmosferine sokularak albüm oluşturulmuş.

Kimi yerlerde punk, folk, ağır saykodelik ve hatta 60'ların acid rock'ı da rahatlıkla görülebiliniyor. Parçalar o kadar özgün ki, herhangi bir parçayı herhangi bir rock yada pop müzik şablonuna sokamıyorsunuz. Atte, yapmak istediğini tamamen gerçekleştirmişe benziyor. 

2017, yani geçen yıl en sevdiğim, beğendiğim albümler diye 30 küsür albümlük bir liste hazırlamıştım, ve bu Dai Kaht'ın da yeri vardı. Blog üzerinde yayınlamadım çünkü her albüm için kısa ve öz bazı şeyler yazmak istemiştim. Daha sonra da çalıştığım işin vermiş olduğu bazı sorunlar yüzünden o listeyi bir türlü bitiremedim.

Umarım bir hayli geç de olsa yakın zamanda bitireceğim.

Dai Kaht içinse; yukarıda yazdığım grup ve albüm ile ilgili bilgileri Atte'nin verdiği bir röportajdan öğrenmiştim. 2013 yılında böyle bir grup kuran ve Zeuhl tarzı müzik yapmaya karar veren ve kendi imkanlarıyla bu albümü çıkaran Atte, ikinci albümü de çıkarma isteğinde. Bu sefer, yani ikinci albümde kadroya kalabalıklaştırma düşüncesinde. Özellikle vokalleri çoğaltma üzerine.

Umarım isteğini gerçekleştirir, hatta piyano ve üflemeli çalgıları çalan birilerini bulur da, Zeuhl müziğin keyfini doruklarda yaşarız.

1. Karaouh (4.27)
2. Wakü (3.32)
3. Helvet Sttröi (3.01)
4. Gbyybkaggör (5.00)
5. Addurrenn (3.57)
6. Kadett Mozami (7.50)
7. Advent (5.56)
8. Doover Üouh (7.27)

Süre : 41.10

Atte Kemppainen / Vokal, Bas Gitar
Osmo Saairen / Davul, Vokal
Ville Sirviö / Elektrik Gitar
Tommi Routsalainen / Ritim Gitar

31 Ekim 2018 Çarşamba

Pierre Moerlen's Gong - Downwind 1979




Didier Malharbe'yi blog üzerinde sohbet ederken ilk bir arkadaşın önermesiyle 10 önce tanımıştım. Sohbetin konusu da 70'ler caz-rock'ın günümüzdeki varlığı idi.  Yeni dönemden bir çok grup ve müzisyen konuşulup dinlenilirken Didier Malharbe'nin 2000'lerin başında Hadouk Trio ile birlikte yaptığı albüm önerilmişti. World jazz olarak tanımlanan Hadouk Trio'nun müzikleri o dönem çok hoşuma gitmişti, hala da hoşuma gidiyor ve dinliyorum, o yüzden Didier Malharbe'nin diğer albümlerini de merak edip aramıştım. Karşıma da zaten bildiğim ama absürt atmosferinden dolayı pek ısınamadığım Gong grubu çıkmıştı.

Sonrasında ise Gong'u Didier Malharbe'ye odaklanarak dinlemeye başladım. Çok geçmeden önüme Pierre Moerlen's Gong diye geçen 'Downwind' albümü geldi. Devamında yine Pierre Moerlen's Gong albümlerine odaklanmaya başladım. Sonuç ise Gong grubuna bakış açım değişti.

Artık Gong dendiği zaman aklıma iki isim geliyor. Didier Malharbe ve Pierre Moerlen.

Gong grubunu Daevid Allen ile bilenler Pierre Moerlen'li dönemine şaşırabilirler. Çünkü o efsaneleşen grubun müziğinden çok farklı bir müzik ortaya çıkmıştır. 1975'de gruptan ayrılan Allen sonrası müzik caz müziğe doğru kaymaya başlamıştır. 1979 yılında ise grup tamamen Pierre Moerlen'in kontrolüne geçmiştir. O'da ilk olarak daha önce grupta birlikte çalışan Didier Malharbe'yi geri çağırmış, yine 1975 yılında konserine katıldığı Mike Oldfield'ı ve Canterbury'nin efsaneleşen isimlerinden Steve Winwood albüm kayıtlarına katmıştır.

Pierre Moerlen albümü hazırlarken çok geniş bir kadro tutmuş sanki kendi solo albümünü yapar gibi. Bu da bana 1975 yılında YES grubunun davulcusu Alan White'ın ilk solo albüm çalışmasına benzetmeme yol açmıştır. Alan White müzik kariyeri boyunca sadece iki albüm çıkarmış, genel olarak YES grubunun Chris Square'dan sonra değişmez ikinci ismi olmuştur. Alan White ilk albümünü hazırlarken müziği bir şablona oturtmaya çalışmamış, dönemin rock müziğinde önem arz eden caz, folk, pop, senfonik gibi müzikal öğeleri albüme koymaya çalışmıştır. Bir nevi progresif rock müziğinin ne kadar geniş olduğunu göstermeye çalışmıştır.

Pierre Moerlen'in gerçek anlamda ilk önderliğinde olan bu albümü yıllar sonra tekrar dinlediğimde de Alan White'ın yapmaya çalıştığının bir benzerini yapmaya çalıştığını gördüm. 'Downwind' albümünü belli bir müzik üzerine oturtmayıp, albümü oluşturan parçalardaki müziği geniş tutmaya çalışmış. Bazı parçalarda 70'lerin power pop denilen müziğim atmosferi olduğu kadar, Jean Luc Ponty'nin o naif caz esintilerini anımsatan bir parça da var. Bir parçasında blues sizi alıp götürürken, bir parçasında Santana'nın latin rock'ına takılır kalırsınız.

Eğer yukarıda bahsettiğim şekilde dinlerseniz ve Pierre Moerlen'in davullarına odaklanırsanız albümün aslında ne kadar da yaratıcı fikirlerle ortaya çıktığını anlar ve zevkini fazlasıyla çıkartırsınız. Burası kesin.

Ancak söylemeden yada yazmadan es geçilemeyecek olan, albüme adını veren parça; 'Downwind'. Parça daha başlar başlamaz, Mike Oldfield'in elinin değdiğini hemen anlıyorsunuz. Albümdeki en uzun parça olması sebebiyle dinlemeye başladığınızda en çok keyif alacağınız ilk parça. Timpani'nin olması ve Mike Oldfield'in duygusal gitar solosunun bulunması sebebiyle, dinlerken Tubular Bells aklınıza gelebilir. Ancak parça devam ettikçe Pierre Moerlen'in davullarının müziği nasıl kontrol ve yön verdiğini anlarsınız.

Hele ki parçanın sonunda bana Gong'u sevdiren adamın, Didier Malharbe'nin saksafon solusu, parçayı daha da bir başyapıtlık progresif rock'a örnek gösteriyor.

İşimden dolayı bir hayli boşladığım müzik yazılarıma, geçenlerde facebook ve Twitter'da yazdığım Pierre Moerlen niye en iyi davulcular arasında gösterilmiyor sorduktan sonra sanırım bu yazı cevap niteliğinde olmuştur.


1. Aeroplane (2.39)
2. Crosscurrents (6.11)
3. Downwind (12.30)
4. Jin-Go-Lo-Ba (3.24)
5. What You Know (3.40)
6. Emotions (4.44)
7. Xtasea (6.39)

Süre : 40.11

Pierre Moerlen / Davul, Timpani(3,7), Vibrafon, Glockenspiel (3), Hammond Org (1,7), Marimba (3), Oberheim (2,5-7), Piyano (1,2), Synths (ses düzenleyicisi)
Ross Record / Elektrik Gitar (5), Geri Vokal (1,4)
Hansford Rowe / Bas Gitar, Wal Bas (2,3), Vokal (4)
Benoit Moerlen / Vibrafon (1,2,4,5,7), Kahkahalar
Francois Causse / Konga(2,4,5), Marimba (2,4)

Konuklar
Mike Oldfield / Elektrik Gitar & Bas Gitar & Irlanda Davulu(3)
Mick Taylor / Elektrik Gitar (5)
Steve Winwood / Minimoog & Korg Synth (3)
Dider Lockwood / Keman (2,6,7)
Didier Marherbe / Saksafon (3)
Terry Oldfield / Flüt (3)

3 Ekim 2018 Çarşamba

Rodolfo Maltese Group - Il Gabbiano Jonathan 1989 (2009)


Rodolfo Maltese, 3 yıl önce bugün hayattan ayrıldı. 1966 yılında, 19 yaşındayken italyanların en bilinen pop gruplarından Homo Sapiens adlı grubuyla müzik hayatına başladı. (Homo Sapiens grubu  isim olarak bilinmese de 'un'estate fa' parçası 70'lerde, özellikle Türkiye'de çok bilinen bir parçaydı. Tarık Akan ve Gülşen Bubikoğlu filmlerinde çok kullanıldı. Hatta Türkçeye de çevrilerek Tanju Okan ve Nilüfer tarafından 'Kim Ayırdı Sevenleri' söylendi.)

1973 yılına kadar 6-7 yıl boyunca grupla birlikte müziğe devam etti. 1973 yılında Banco grubundan Vittorio Nocenzi'nin daveti üzerine Banco grubuna katıldı. 70'li yıllarda İtalyan efsanesinin değişmez isimlerinden birisi oldu. 

Rodolfo Maltese, gitaristliğinin yanısıra, Banco döneminde gruba trompet çalarak da katkıda bulundu. 

1980'lerin ortasında grubun müziğe ara vermesiyle, kendi grubunu kurmaya karar verdi. 1986 yılında kendi adıyla grubunu kurdu. Aynı yıl 'Fly By Night' adında bir albüm kaydetti.  Ancak aramalarıma rağmen o albümü bulamadım. Büyük ihtimalle kaydedildi ama satışa sunulmadı. 

90'lı yıllarda tekrar biraraya gelen Banco grubuyla konserlere katıldı. 'Nudo' adlı destansı konser albümünde de yer aldı. 

90'lı ve 2000'li yıllarda yıllarda bir çok caz ve rock gruplarına misafir müzisyen olarak destek verdi.(Tony Carnavale albümlerine bakmanızı öneririm)  

1992 yılında akdeniz müziği ile caz ve rock müziğinin karışımı müzik yapan Indaco adlı grubu kurdu.  Hem Indaco hem de Banco grubuyla 90'lı ve 2000'li yıllarda sürekli konser alanlarında oldu. Indaco grubuyla ilk albümünde (Vento del deserto), Pink Floyd'un 'Set the Controls for the Heart of the Sun' cover'ı mükemmel bir şekilde çaldı. Belkide Pink Floyd cover'ları en profesyonelce çalınış hali bu albümdeki. 

1989 yılında çıkardığı ilk solo albümü 'Il Gabbiano Jonathan' albümü 2009 yılında CD olarak tekrar basıldı. Albümde kendi bestelediği parçalar olduğu kadar, grubun piyanisti Andrea Alberti ile de ortak parçalar yazdı. 

'Il Gabbiano Jonathan', Rodolfo'nun daha önce çalıştığı Banco yada Indaco atmosferine sahip benzer bir albüm değil. Albüm daha çok akdeniz esintili, R&B soul türünün hakim olduğu bir caz rock albümü.

'Flamingo' adlı ilk parçası  Al Di Meola'nın 'Casino' albümünün izlerini taşıyor. Ardından gelen yine aynı şekilde Latin-akdeniz ezgileriyle bir caz-rock parçası. 

Albümde gerçekten profesyonelliğin göstergesi olan iki parça; 'Long Time Ago' ve 'Births86 Uno'. Özellikle 'Births86 Uno' karmaşık yapısıyla caz-rock'dan ziyade progresif rock'a daha yakın bir parça, ki albümde üstüste defalarca dinlediğim tek parça. 

Kalan parçalar yumuşak ve akdeniz tonlarıyla kısa parçalardan oluşuyor. 

Rodolfo Maltese'yi anmak için en güzel başlangıç sanırım 'Il Gabbiano Jonathan' albümü olacaktır. Yaz-kış, ilkbahar-sonbahar; her mevsim sıkılmadan dinleyebileceğiniz mükemmel bir albüm. 

1. Flamingo (5.59)
2. Mirage (3.20)
3. Long Time Ago (8.14)
4. Eleonor (6.24)
5. Geronimo (6.27)
6. Births86 Uno (6.00)
7. Il Volo Del Gabbiano (2.27)
8. Births86 Due (2.47)
9. Classical Gas (2.58) 

Süre: 44.36 

Rodolfo Maltese / Elektrik ve Akustik Gitar, Synth(ses düzenleyicisi), Yapımcı 
Toni Armetta / Bas Gitar
Walter Martino / Davul
Francesco Marini / Saksafon
Massimo Carrano / Perküsyon
Andrea Alberti / Piyano, Sözler 

Konuklar 
Vittorio Nocenci / Minimoog (Flamingo) 
Riccardo Cocciante / Vokal (Long Time Ago, Births86 Due) 
Alfredo Golino / Davul (Classical Gas)
Beppe Centarelli / Ritim Gitar (Classical Gas)