Bu Blogda Ara

31 Ağustos 2019 Cumartesi

The Alan Parsons Project - I Robot 1977

                                     

 
Yazarken yoruldum. Adamlar ise 42 yıl önce bu kadar adamı biraya getirirken benim kadar yorulmuşlar mıdır bilmiyorum.

Yukarıda ki cümleleri yaklaşık bir hafta önce yazdım. Havaların sıcak olması, insanın içinde biriken keşkelerin çoğalmaya başlaması ve içeride koca bir uçurumun oluşmaya başlaması sonucu yarım bırakmıştım. Bu akşam da yazmaya hevesli değilim, yine de zorlayarak bitirmeye çalışacağım.

'I Robot' albümünü yazmayı istemem, 3 yıldır üyesi olduğum bilim kurgu grubu(facebook grubu)'nda paylaşılan bir yazı oldu. Yazı da Mustafa Kemal Atatürk'ün meclis'te okuduğu sonradan kitap haline gelen Nutuk'tan bir bölüm paylaşılmıştı. Atatürk, bilim kurgu yazının yaratıcılarından olan H. G. Wells'ten bahsediyordu.

Wells'in filmleştirilen 'Zaman Makinesi' hikayesinden etkilendiğim kadar başka bir şeyden  etkilendiğimi anımsamıyorum. O yüzden paylaşımı görünce yorum yazdım, H. G. Wells'in 'Zaman Makinesi' hikayesinden etkilenen rock grupları olduğunu belirttikten sonra en bilinenin de yine hikayede geçen Eloi adlı insan ırktan grup adını alan Alman progresif rock grubu Eloy'u söyledim. Benim yorumuma daha sonra bir kişi yorumda bulundu. Bilim kurgu kulubü'nde daha önce yayımlanmış Eloy hakkında bir yazı olduğunu yazdı. Ben de karşılık olarak bilim kurgu temalı albümler yapmış Banco, Tangerine Dream, Le Orme gibi gruplardan bahsettim. En sonunda aklıma The Alan Parsons Project grubunun 'I Robot' adlı albümü geldi. Yazan arkadaş yine bir başka yazıda Asimov kitaplarından etkilenerek albümler yapan grupların anlatıldığı bir başka yazı paylaştı. Sonuç, bir hafta önce karşılıklı yazışarak bilgi alışverişinde bulunmamdan sonra aynı duygu yoğunluğunu yakalayamadım. 


Alan Parsons'ı internet daha yeni çıktığında ortalıkta google bile yokken Pink Floyd'un 'Dark Side Of The Moon' albümünde adını aklıma kazımıştım. Ses mühendisi olarak albümde yer almıştı. Albüm ise atmosferi ve kaliteli ses düzeyiyle yıllar sonra bile tekrardan kayıtedilmedi yada mikslenmedi çünkü gereği de yoktu. Alan Parsons bu ilk kaliteli işinden bir kaç yıl sonra kendi grup projesi olduğunu açıkladığında bir çok müzisyen kendisiyle görüşüp albümde yer almak istediler. Aynı Terrence Malick 90'lı yıllarda savaş filmi çekeceğim dediğinde kapısında biriken Hollywood yıldızları gibi dönemin İngiliz müzisyenleri de Alan Parsons ile buluştular. Ortaya da kalabalık kadrolu albümler çıktı.

Alan Parsons ilk albümünde fransız edebiyatının önemli adlarından Edgar Allan Poe'yu işledi. Müzik de aynı Poe'nun hikayeleri gibi şiirseldi. İkinci albümünde yine bir edebiyatçının kitabını konu aldı. Bilim Kurgunun büyük adlarından olan Asimov'un 'I Robot' adlı kitabını albümün konusu yaptı. Filminden anımsayabildiğim kadarıyla bir robot kendi varlığının farkına varıyordu ve hikaye bunun etrafında dönüyordu. Filmin sonunda da kendi varlığının farkına varanın etrafında diğer robotlar toplanıyordu.

'I Robot' albümünün sonunda da bu konu 'Genesis Ch. 1 V. 32' olarak işleniyor.

Albüme katkı sağlayan adları gördüğümde ilk gözüme çarpanlar Camel grubuna 80'lerde katılan David Paton ile Cockney Rebel grubuyla o dönem efsane olmuş Steve Harley oldu. Steve Harley'in bestelediği bütün parçaları progresif olmasa da 'Death Trip', 'Sebastian' gibi parçalar progresif rock'ın da üzerinde olan art rock'a güzel örneklerdir.

'I Robot' albümü ilk albümdeki senfonik atmosfere göre daha zayıf bir atmosfer barındırıyor. Sanırım bunda (yani bana göre) Canterbury ekolünden yararlanılmış olmuş olmasıdır. Buna rağmen hikayenin albümde mükemmel biçimde anlatılması, verilen duygular yerli yerindedir. Albüm öncesi Asimov ile görüşüp albüm hakkında fikrinin alınmasının da bunda kesinlikle katkısı vardır.


Alan Parsons kendi adıyla kurduğu grup projesinin devamı albümlerini devam ettirdi. Yetmişlerde yaşayan efsanelerden biri oldu ve bunu günümüze kadar sürdürdü.

Ve efsane olmaya devam ediyor.

Hem bilim kurgu hem de progresif rock hayranı olarak 'I Robot' albümü aynı filmi kadar etkileyicidir benim için. Hoş bana bilim kurguyu sevdiren progresif rock grupları olmuştur. Bilim kurgudan etkilenip müzik, albümler yapanlar olduğu kadar, progresif rock'tan etkilenip bilim kurgu filmi yapanlar da vardır.

Yes'in albümlerinden ve albüm kapaklarının çizimlerini yapan Roger Deans'den etkilenip Avatar filmini yapan James Cameron gibi.

Bilim kurgu can'dır.

1. I Robot (6.06)
2. I Wouldn't Want To Be Like You (3.19)
3. Some Other Time (4.05)
4. Breakdown (3.50)
5. Don't Let It Show (4.21)
6. The Voice (5.21)
7. Nucleus (3.35)
8. Day After Day (Show Must Go On) (3.43)
9. Total Eclipse (3.05)
10. Genesis Ch. 1 V. 32 (3.37)

Süre : 41.02

Alan Parsons / Akustik Gitar (4), Klavyeler, Yapımcı, Efektler, Vokoder, Arka Vokal
Eric Woolfson / Klavyeler, Klavnet, Piyano, Org, Arka Vokal

Konuklar
David Paton / Bas Gitar, Akustik Gitar (3,10)
Ian Bairnson / Akustik Gitar(3,4,10), Elektrik Gitar, Arka Vokal
B. J. Cole / Çelik Gitar (8)
Duncan Mackay / Klavye (7,10), Synth (1,4) 
John Wallace / Trampet (5)

Vokaller / Hilary Western(1), Lenny Zakatek (2), Peter Straker (3), Allan Clarke (4), Dave Townsend (5), Steve Harley (6)

Arka Vokaller / Jack Harris (8), Smokey Parsons, Tony Rivers (3,10), John Perry (3,10), Stuart Calver (3,10)

Yeni Filormani Orkestrası (4,10)
İngiliz korosu (1,7,9) 

Bob Howes / Orkestra şefi (1,7,9,10)

Andrew Powell / Orkestra Şefi (1,3-6,9,10), Hammond Org (8)

8 Ağustos 2019 Perşembe

S. Ramses - Secret 1978


                                    

Çalıştığım işyerinde müşteri olmadığı zaman çalışanlar müzik açıyorlar. Hep aynı müzikleri tekrar tekrar dinliyorlar. Neyse ki akşamları çalışmadığım için fazla maruz kalmıyorum.

Geçenlerde işe giderken gençlerden biri denk geldi arabada konuştuk biraz. Sordu müzik dinler misin diye, ben de sadece progresif rock dinliyorum dedim. O da dün akşam rap konserine gittiğini söyledi. Sonra da işyerinde çalan müziklere sinir oluyorum dedi. Hep o Alessio denen çalıyor onları falan dedi. İşyerinde konuşmaya o da dahil oldu. Çaldığı müzik elektronik müzikmiş. Sordum Klaus Schulze'i duydun mu diye. Bilmiyor. Dedim daha Klaus'u bilmiyorsun nasıl elektronik müziği seviyorsun dedim. Sonra konuşma bitti.

Yeni nesil mi diyeyim, yeni gençler mi diyeyim, bilemedim. Normal de böyle söyleyip küçümsemem de. Yine de böylelerini görünce bazen kendimi tutamıyorum.

Yine bir kaç gün önce facebook'ta Magma grubunun fan grubuna biri yorum atmıştı. Son çıkan albümü beğenemedim gibilerinden bir şey yazmıştı. Girip profiline baktım. Son çıkan albümü ELP'nin 'Love Beach' albümüne benzetmişti. Çok merak ediyordum ben de beğenmedim diyen kişiyi. O dediğim yeni nesil de gereksiz bir özgüven var. Belki de internetin yüzündendir, gereksiz bilgi yığınının içinde kendilerini buldukları içindir. Öğrendikleri bir kaç şeyle her sözü söyleyebileceklerini düşünüyorlar sanırım.

Verdiğim iki örnekte günümüz müziğinin sadece tüketim amaçlı olduğuna bir nevi cevaptır. Biri sadece müzik şirketlerinin pazarladıklarını dinliyor, diğeri de zeuhl gibi bir tür yaratmış grubun albümünü anlamaya çalışacağına 'beğenmedim' diyerek kendini kandırıyor.

Müzik hayatımın önemli bir kısmında hep varoldu. Uzun bir süre sıkıntılarımı atabilmek için kullandım ve iyi de geliyordu. Progresif rock'la tanışmamdan bir süre sonra her yeni grupla tanışmamla müziğe bakışım değişmeye başladı. Artık sıkıntılarımı azaltmak yada yok etmek için yada kendimi farklı göstermek için değil, yeni zevkler edinmek için dinlemeye yöneldim. Dinlediğim her grup her albüm yeni zevkler edindirdi ama bakışımı değiştirmedi. Çok az bir grup müziğe bakışımı değiştirdi.

Bunlardan iki tanesi Magma ve Tangerine Dream'dir. Birbirleriyle müzikal anlamda alakası olmayan iki grup. Öyle kendilerine özgün müzik üretmişler ki ardından onlarca müzisyen ve gruplar onları takip etmiş.

Serge Lafosse Tangerine Dream'in izinden giden bir müzisyen. İlk albümünü kendisi yapar. S. Ramses adıyla çıkartır. Devam albümü olmaz. Bir yıl sonra bir gruba dahil olur 80 yıllarda elektronik müzikte varolmaya devam eder. 90'lardan sonra müzikten çekilir.

Geçen yıl toplu olarak albüm indirirken bulmuşum. Bir yıldır bilgisayarımda duruyor. Sadece bu albüm değil. Bunun gibi onlarca albüm var dinlemediğim. Bir kaç gün önce bu denk geldiği için dinlemeye başladım ve bilgisayardan 3 gündür sadece bu albümü dinliyorum.

S. Ramses adını verdiği bu ilk ve son çalışması, Tangerine Dream'in 1975 sonrası senfonik yapıya geçtikten sonrasını takip eden bir albüm. 'Strotosfer' albümünün ilk parçadaki etkisi dinlerken hissedilir. Sonrasında gelen 4'er dakikalık iki parçada da bu etki aynı şekilde devam ediyor.

Son parça, albüme adını veren 'Secret' de ise Tangerine Dream etkisi olduğu kadar Vangelis etkisi de var. Senfonik yapıya biraz daha minimalist bir şekilde yaklaşılmış. Parça başından sonuna dramatik bir atmosfere sahip.

Yukarıda belirttiğim müziğe bakışımı değiştiren gruplardan biri olan Tangerine Dream'i elektronik müziğin her yerinde arıyorum. Bulduklarımı da zevklerimin arasına ekliyorum.

Serge Lafosse'nin bu ilk ve tek albümü de bilgisayarımda ki tangerine dream klasöründe yerini aldı.

1. When The Birds Die Away (9.27)
2. Deuce (4.00)
3. Aoss (4.00)
4. Secret (15.31)

Serge Lafosse / Klavyeler, Synth(ses düzenleyicisi)

1 Ağustos 2019 Perşembe

Anyone's Daughter - Anyone's Daughter 1980


Anyone's Daughter grubu 1972'de ilk kurulduğunda kurucu üyeleri daha lise dönemindeydi. İlk albümlerine kadar da dönemin bir çok gruplarının parçalarını çalarak kendilerini geliştirdiler. Deep Purple parçalarını da belki daha çok ağırlık vermelerinden dolayı kurdukları grubun adını da bir Deep Purple parçasından aldılar. Yarı amatör olarak müzikten profesyonel müziğe geçişleri 1979 yılındaki albümleriyle oldu. Bir yıl sonra ikinci albümlerini çıkardılar. İlk albümlerinde 'Adonis' adında uzun bir parça yapmışlardı. Parça albümün yarısını kapsıyordu. İkinci albümlerinde daha çok kısa parçalara yer vererek albümü oluşturdular. Bir yıl sonrasında kendi dilleriyle yaptıkları albümde Herman Hesse'nin bir kitabını işlediler. 1'er yıl arayla iki albüm daha çıkardıktan sonra konser kayıtlarını albüm yapmaya yöneldiler. Grup 1986 yılında dağıldı. 2000'ler sonrasında devam ettilerse de 80'ler atmosferini yakalayamadılar.

Anyone's Daughter grubunu youtube'de 2010'da tesadüfen bulmuştum. Gruba adını veren 'Anyone's Daughter' parçasıyla ilk kez tanımıştım. Sonrasında diğer albümlerini teker teker bulup dinlemiştim.

O günden beri Wishbone Ash gibi canım sıkıldığında morale ihtiyacım olduğunda bir albüm açıp dinlemeye başlıyorum. 


'Adonis' adındaki ilk albümlerinde grubun adıyla parça yapmışlardı. Bir yıl sonra yaptıkları bu ikinci albümlerinde de albüme adını verdiler. Zamanında cover yaptıkları Deep Purple grubunun etkisi hem bir parçalarına hem de bir albümlerine yansıdı. Ancak ilk albümlerinde denedikleri uzun parça yazma denemelerini sonraki albümlerinde devam ettirmediler. Daha kısa parçalarla yetindiler. Örneğin 1984'den sonra çıkardıkları konser albümlerinde 'Adonis' parçasını koymadılar.

Grup hakkında genel bilgileri geçip albüme gelirsek; ilk albümdeki yaratıcılıktan çok daha iyi olduğunu bir albüm olduğunu söyleyebilirim. Albümün kısa parçalardan oluşması progresif rock'daki 'uzun parça daha iyidir' anlayışını değiştirir niteliktedir. Hemen hemen her parçasındaki yaratıcılık yani parçaların hiç bir grubun parçalarına benzemiyor oluşu kısa parçalarla da müzikte mükemmelliğin yakalanabilir olduğunu gösterir.



                                         


Anyone's Daughter grubu 1979'daki ilk albümleri öncesinde Deep Purple başta olmak üzere bir çok grubun parçalarını cover'lamıştır. Belki amatörce belki profesyonel olarak ama bu genç insanlar için rock (progresif) müziğinde öğrenilmesine yol açmıştır. Anyone's Daughter'ın her albümünde 70'leri 70'ler yapan bir çok rock grubunun izlerini görebilirsiniz.

Albümün en uzun parçası, 8 dakikalık  'Another Day Like Superman''dir. Parça Vangelis'in folkik ve dramatik tınılarına benzer bir şekilde açılır. Bluesvari folkik ezgilerle devam eder ve vurucu bölümü ondan sonra başlar. Uwe Karpa'nın gitar çalma tarzını Steve Howe, Steve Hackett, David Gilmour, Ritchie Blackmore, Andy Latimer gibi progresif rock'ın tanınan bir çok gitaristine benzetirim. Her albümde her parçada farklı bir şekilde gitar çalar. Bu parçada da Steve Hackett tarzı gitar çalar ve beni mest eder.

Anyone's Daughter grubu popüler yada rock yıldızı olmak için müzik yapmamıştır. Gençliklerinde dinledikleri müziği taklit ederek değil, yorumlayarak progresif rock'ın yerini tüketimciliğin aldığı yıllarda kendilerinin de zevk alacağı biçimde kendi müziklerini yapmışlardır. 7 yıl gibi kısa bir sürede 8-9 albüm yapmışlardır.

Albümün kısa parçalardan oluştuğuna fazlaca vurgu yaptım belki ama müzikal atmosfer ve kalite bakımından 70'lerin devamı niteliğindedir. Anyone's Daughter kendi dönemlerinde gelişen neoprog'a takılmayıp 70'lerin yaratıcılığını devam ettirmişlerdir. Sadece bu albümlerinde değil, bütün albümlerinde caz, klasik müzik, folk ve elektronik sesleri en mükemmel biçimde kullanmaya çalışmışlardır.

Anyone's Daughter 70'lerin kalitesini 80'lere taşıyıp devam ettiren ama müzikte herhangi bir iddiası olmadığı için müzik yapmayı bırakan bir gruptur. Gerçekten progresif rock'tan zevk alacağınız, özellikle 80'ler dönemi için bir Alman mucizesidir. 

1. Swedish Nights (4.54)
2. Thursday (3.59)
3. Sundance Of The Haute Provence (3.39)
4. Moria (3.52)
5. Enlightment (5.01)
6. Superman (3.56)
7. Another Day Like Superman (8.03)
8. Azimuth (1.27)
9. Between The Rooms (4.22)

Süre : 39.13

Uwe Karpa / Elektrik & Akustik Gitar
Harald Bareth / Vokal, Bas Gitar, Glockenspiel
Matthias Ulmer / Klavyeler, Piyano, Vokal
Kono Konopik / Davul


29 Temmuz 2019 Pazartesi

Birth Control - Backdoor Possibilities 1976


                                 

1960'ların sonunda çıkan progresif rock dönemin bir çok rock gruplarını etkiler. Black Sabbath, The Who, The Doors, Led Zeppelin gibi gruplar ilk aklıma gelenlerden. Daha sonraları bu tarz gruplar rock müziğin efsanelerinden olurlar. Bir çok progresif rock grubu unutulup, bilinmiyorken bu grupların yaptığı müzikler klasik olarak tanımlanır.

Progresif rock'a ilgi duyup dinlenmeye başladıktan bir süre sonra o klasik yada rock efsanelerinin yerlerini progresif rock grupları almaya başlar. Bir süre sonra da rock müziğin o kadar da şablon müziğe dayanmadığı görülmeye başlanır. Hemen hemen bütün progresif rock gruplarının belli dönemlerde değiştikleri görülür. Örneğin Deep Purple(bazıları prog demese de progtur), 70 öncesi yaptığı müzik ile 70 sonrası yaptığı müzik birbirlerinden çok farklıdır. Deep Purple dağılıp,  Rainbow grubunda grup üyelerinin bir kısmı müziğe devam ederken yine ortaya çıkan atmosfere farklıdır. Aynı şeyi Pink Floyd içinde söyleyebiliriz. Belli yıllar arasında müziklerinde ciddi değişiklikler yapmışlardır. Varolan ile yetinmemişler, hem kendilerini geliştirmişler hem de yaptıkları müziklerini.


1970 öncesi kurulan Birth Control grubu da klasikler yada efsaneler arasında gözükmüyor hatta adı bile bilinmiyor olsa da, merak edip dinleyenler için gerçek anlamda bir klasik rock grubudur. Birth Control grubu da bir çok progresif rock grubu gibi belli dönemlerde değişiklere gitmiş, diğer gruplar gibi müziklerini geliştirmişlerdir. Günümüzde rock gruplarının çoğu 70'lerin bir nevi ekmeğini yemekle meşguller.

Birth Control, ilk albümlerinde hard rock'a yakın dururlar. Mellotron kullanırken dahi müziğin atmosferi serttir. Aynı dönemde The Doors'un 'Light My Fire' parçasını da yine sert bir atmosferde yorumlarlar. Bir kaç albüm sonrasında grubun müziği değişmeye başlar. Albümlerin içinde artık caz ritimleri vardır. Gitar ve org soloları ilk dönemki gibi sert değil, caz ve blues ağırlık kazanır.

1976 yılındaki bu albümleri ile diğer albümlerinden farklı, bambaşka bir albümle ortaya çıkarlar. Albüm daha çok 1971-75 arası Yes-Genesis atmosferindedir. Cazı müziklerinde yine kullanmaya devam ederler ancak albümün atmosferi sert değildir, senfoniktir(seslerin birbiriyle uyumlu olması).

Rock döneminde, yani 60'larda ve 70'lerde bir isyanın tanımı (günümüzde heavy metal grupları bu işi üstlenmiştir) da olmuştur. Bütün rock tarihinin en politik grupları bu dönemde çıkmıştır. Pink Floyd'un yapmış olduğu sistem eleştirisinin bir benzeri günümüzde yoktur, yapılmamaktadır ama Pink Floyd taklidi yapan bir çok grup vardır. Birth Control grubu da, önceki albümlerini yazarken belirtmiştim, adını dönemin Papa'sının kürtaj hakkında ki açıklamalarına tepki olarak alırlar. İlk albümlerinden itibaren müziklerinde politik tavırlarını ortaya koyarlar ve sonraki albümlerinde de bu tavırlarını devam ettirirler. Pink Floyd'un 'Animals' albümü gibi sistem eleştirisi albümüne benzer 'Plastik People' albümleri hem sözler hem de müzikal atmosfer açısından mükemmel bir albümdür.

'Backdoor Possibilites' albümü de grubun yine politik tavrını devam ettirdiği bir albüm. Sistem ve toplum eleştirisini 'Plastic People' albümünde olduğu gibi devam ettirirler. Yukarıda belirttiğim üzere albümün müzikal atmosferi 70'lerin başı Yes-Genesis döneminin ve atmosferinin ortaya çıkartılması, grubun müziğinin bambaşka bir yere gittiğini gösterir.

Sert, ağır rock olarak adlandırılan Birth Control grubu bu albümüyle müzik yapmaya başlasalardı ve bu şekilde devam etselerdi, büyük ihtimal senfonik tür olarak adlandırılacaklardı.

Yes'in ve Genesis'in mükemmelliği ararken yakaladıkları mükemmel ötesi atmosferlere Birth Control grubu da bu albümüyle bir ekleme yapar. Ancak sadece tek bir albümle yetinirler. Sonraki albümlerde bu tarz atmosferde olan albümleri olmaz. Daha basit, daha anlaşılır, daha kolay dinlenilir albümlere yönelirler. Müziklerinde yine değişime açıktırlar ve kendilerini de değiştirirler ama dinleyici kitlesi de değişmiştir. Yine de popüler olacağız diye kendilerini satılığa çıkarmazlar.

75 sonrası bütünüyle art rock olarak adlandırılması gereken progresif rock yerine dinleyeciler bir süre sonra popüler kültüre yönelirler. Bir süre sonra da progresif rock ve grupları küçük topluluklara müzik yapmaya başlar. Birth Control de belki müziklerinin kitleye ulaşmasında sıkıntı yaşadıkları için bir çok grup gibi daha dinlenilir albümler yapmaya yönelirler. Bu durumu daha önce yaptıkları 'Buy' adlı parçada yaptıkları sistem eleştirisi varken yapmak zorunda kalırlar.

'Backdoor Posibilities' albümü benim için son Birth Control albümü. Bu albümden sonraki albümleri de severek dinlesem bile bu ve önceki albümlerinden aldığım zevki alamıyorum.

Son olarak ise Birth Control de bir çok progresif rock grubu gibi bilinmesi değil, klasik ve efsaneleşmiş rock gruplarından biri olması gerekiyor.

1. One First of April (7.41)
-  Prologue 2.32
-  Physical and mental short circuit 3.58
- Subterranean escape 1.11
2. Beedeepes (8.34)
- Film of Life 5.37
- Childhood Flash-back 0.52
- Legal Labyrinth 2.05
3. Futile Prayer (5.55)
4. La Cigüena de Zaragoza (8.17)
- The Farrockaway Ropedancer 4.28
- La moineau de Paris 2.24
- Cha cha d'amour 1.25
5. Behind Grey Walls (6.53)
6. No Time to Die (6.10)

Süre : 43.30

Bruno Frenzel / Elektrik & Akustik Gitar, Vokal
Zeus B. Held / Hammond Org, Elektrik Piyano, Moog, Arp Synth(ses düzenleyicisi), Grand Piyano, Alto Saksafon, Tubular Bells, Vokal
Peter Föller / Bas Gitar, Vokal
Bernd Noske / Davul, Perküsyon, Solo Vokal

Konuk
Michael / Perküsyon (4)

22 Temmuz 2019 Pazartesi

Jean Michel Jarre - Equinoxe 1978



Jean Michel Jarre adını lise yıllarından beri bilirim. Daha yeni yeni müzik dinlemeye başladığım zamanlarda elime geçen her kaseti dinliyordum. Jean Michel Jarre adını da dinlediğim karışık kasetlerden birinde görmüştüm. Yıllardır da adının nasıl yazıldığını dahi iyi anımsarım.

Pink Floyd sayesinde öğrendiğim progresif rock gruplarını ilk dinlemeye başladığımda doğal olarak Pink Floyd benzeri grupları (Camel, Eloy, Novalis, Amon Düül II gibi) daha çok dinliyordum. Çok sonraları diğer türleri de dinlemeye başladım. Bu tarz değişiklerinden bir süre sonra da müziğe bakışım değişmeye başladı.

YES, VDGG, Grobchnitt gibi gruplar progresif rock'a bakışımın değişmesinde ilk aklıma gelen gruplardı. Bir süre sonra da Tangerine Dream ile tanıştım, daha önce de dinlemiştim bir çok albümünü ancak gerçek anlamıyla TD müziğiyle tanışmam bir kaç tür ile yetinmemeye başladığım zamanda oldu. Tangerine Dream'in müziği de aynı YES, VDGG, Pink Floyd gibi müziğe bakışımda büyük değişiklere yol açtı.

Hatta bloğumda en çok yazdığım Tangerine Dream grubudur.

Jean Michel Jarre'yi de yine Tangerine Dream dinlediğim zamanlarda tekrar dinlemiştim(hala da dinliyorum). Elektronik müzik dendiğinde aklıma ilk Tangerine Dream gelse de hatta elektronik müzik dendiğinde alman ekolünü tek geçiyor olsam da diğer ülkelerden çıkmış müzisyen ve albümlerini de dinleyip takip ediyorum yada hakkında bilgi ediniyorum. Örneği Kitaro, Vangelis gibi bütün dünya tarafından bilinenleri de seviyor olmama rağmen Tangerine Dream ve alman ekolü ile kıyaslayamıyorum bile.

Onlar çok farklı, Alman ekolü çok çok farklı.

Yakın zamanda yazdığım Anna Själv Tredje grubunu yazarken de dinlediğim albümünün Alman ekolünden olduğunu yazıda belirtmiştim. Demek istediğim elektronik müzikde genellikle progresif elektronik türünde kıstasım her zaman Tangerine Dream olmuştur yada diğer Alman müzisyen ve gruplardır. Aynı avantgard dendiği zaman akıllara Fransızların gelmesi gibi.

Beni elektronik müzikte şaşırtan tek kişi Jean Michel Jarre'nin yaratıcılığıdır. Diğer elektronik müzisyenleriyle karşılaştırılamayacak kadar kendine özgün bir yaratıcılığı vardır. Bu yaratıcılığı da Mike Oldfield'e benzetirim. Her ikisi de yaptıkları bir kalıba sokmadan bir çok müzik türünü kendi müziklerinin içine yerleştirirler. Jean Michel Jarre'de bu albümünde klasik müzik, avantgard gibi kendi ülkesinde fazlaca yapılan müzik türünü albümüne yerleştirmiştir.

Bir önceki 'Oxygene' albümüne göre albüm daha senfonik, daha ritmik ve daha deneyseldir. Deneysellikten anlatmak istediğim experimentallik değil, kendi müziğini geliştirmek için senfonik ve folk ezgilerini albümüne yansıtıyor. Bu haliyle de Tangerine Dream'in 1975 sonrası müzikal değişiminden sonra çıkardıkları albümlere benziyor. Ancak Tangerine Dream üyeleri gibi sentezciyi kullanarak sesleri üstüste bindirerek müzik yapmak yerine hem ritimleri hem de melodileri farklı şekilde kullanarak farklı bir yaratıclık sergiliyor.

O yüzden Jean Michel Jarre, elektronik müzikte beni en çok şaşırtan müzisyendir. Albümde sesler, ritimler ve melodiler o kadar değişken ki ne klasikleşmiş Alman ekolüne benziyor ne de folk ve klasik müzik ezgilerini kullanarak Vangelis'in yaptığı müziklere benziyor. İçinde yaşadığı dönemin gelişen elektronik müzik akımından etkilenmiştir burası kesin ama taklidini yapmayıp kendi müziğini oluşturmuştur. Eğer benzetecek olursak 'Oxygene' albümünü Klaus Schulze müziğine 'Equinoxe' albümünü de Tangerine Dream'e benzetebilirim.


'Oxygene' albümünde sentezleyicileri sesleri üstüste binecek şekilde albümü yapmıştı. Bu albümde ise diğer müzik türlerini de müziğine ekleyerek çok farklı bir atmosfer ortaya çıkardı. 

Jean Michel Jarre'nin iki albümü de daha sonra 80'lerde özellikle pop müziğini etkileyecektir. Aynı Tangerine Dream ve diğer elektronik müzik müzisyenleri ve grupları gibi. Jean Michel Jarre ise bu albümlerle yetinmeyecek günümüze kadar elektronik müziğin öncülerinden biri olacaktır. Hala da elektronik müzik denince akla gelen ilk isimlerden birisidir.

80'leri 90'ların ilk yarısını anımsayanlar Jarre'nin müziklerini bileceklerdir. Çünkü Jarre'nin müzikleri dönemin bir çok TV belgeselinde ve programlarında kullanılmıştır. Bu kadar bilinmesini sağlayan dönemin belgesel hazırlayan, TV programı yapan aydın kitlenin Jean Michel Jarre müziğini modern müzik diye kabul etmesidir.

1. Equinoxe (2.23)
2. Equinoxe (5.01)
3. Equinoxe (5.11)
4. Equinoxe (6.54)
5. Equinoxe (3.47)
6. Equinoxe (3.23)
7. Equinoxe (7.24)
8. Equinoxe (5.04)

Süre : 39.07

Jean Michel Jarre / Synth(ses düzenleyicisi), Org, Mellotron

14 Temmuz 2019 Pazar

Futuro Antico - Futuro Antico 1980


                                             
Aktuala,  1972 yılında İtalya'da çıkan çok kendine özgü bir grup. Müzikleri dönemin bir çok italyan progresif rock gruplarından çok farklı bir atmosferine sahip. Aktuala grubu Walter Maiaoli tarafından eşiyle birlikte kurulur. Bir kaç yıl sonra da albüm yapmaya başlarlar. Müziklerinde özellikle akdeniz, ortadoğu ve asya ezgilerinden beslenirler. Bu konuda krautrock grubu Popol Vuh ile tamamen olmasa da benzerlik gösterir. Her iki grupta avrupa'da doğru dürüst bilinmeyen kültürlerin müziklerini, ezgilerini rock müziğin içine koymuşlardır. Her iki grupta esinlendikleri ezgilerin ait olduğu kültürlerin geçmişleriyle ilgilenmişlerdir. Popol Vuh bilinme ve tanınma konusunda Aktuala grubuna göre biraz daha şanslı denilebilinir.

Walter Maioli, Aktuala grubu dağıldıktan bir süre sonra Riccardo Sinigaglia ile birlikte müzik yapmaya karar verir. 'Futuro Antico' adıyla bir albüm çıkarırlar bu aynı zamanda ikilinin kurduğu grubunda adı olur. Albüm yayımlandıktan sonra her ikisi de kendi müzikal kariyerlerine devam ederler. Belli aralıklarla tekrar bir araya gelerek yine albüm yapmaya devam ederler. Her ikisi de müzikal kariyerinde diğer sanat dallarıyla ilişkilidirler. Ridney Scott 'Gladyatör' filminde Walter Maioli'nin müziklerinden yararlanır. Aynı şekilde Riccardo Sinigaglia'da film müzikleri yapar.

Elektronik müzik, teknolojik enstrümanlarla yapılan genelde uzay seslerini bir nevi taklit eden müzik türü diye akla gelebilir. Ancak elektronik müzikte doğadaki sesler de taklit edilir. Bu seslere  hayvanlar ve insanlar da dahildir. Örneğin Edgar Froese 'Aqua' albümünde endonezya'ya yaptığı yolculukta ülkeden etkilenmiş ve doğada bolca bulunan ve yaşamın da kaynağı su üzerine albüm yapmıştır. Walter Maioli de Aktuala grubunu kurarken müziğin odağını bunu oturtmuştur.

Maioli Aktuala'yı; güncel anlamına gelen sözcüğü (ve aynı zamanda kavram olan) eski ile yeninin birleşimi olarak sunar. Riccardo Sinigaglia ile olan projesinde de bunu net olarak (antik gelecek) gösterir.

Progresif rock 60'ların sonunda ortaya çıkan bir müzik türü değil bir müzik anlayışıdır. 70'li yıllardaki yükselişi ve günümüzde de varlığını hala devam ettirmesi sadece yapılan müziğin mükemmelliğinden kaynaklı değil, dönemin müzisyenlerinin müzikal anlayışından, müziğe bakışından kaynaklıdır. O dönemin müzisyenleri dünyada var olan hemen hemen her şey ile ilgilenmişler, kimileri progresif rock'ın popüler olduğu 70'lerde tanınmaya çalışmışlarsa da 80 sonrası müziğin bir meta aracına dönüşmesiyle birlikte yaptıkları müzik art rock'a (sanat rock) dönüşmüştür. Kimisi de popüler olmaya çalışırken karşılarına çıkan tüketimciği görüp buna karşı tepki vermişlerdir. Pink Floyd'un 'Wish You Were Here' ile 'Animals' albümleri ilk akla gelen tepkisel albümlerdir.

Progresif elektronik rock ise günümüz progresif rock dinleyenlerinin nasıl diğer türler ile ayırım yapıp progresif rock'ı bir nevi kutsuyor ve öne çıkartıyorsa, ben de progresif elektronik rock ile diğer progresif rock anlayışlarıyla ayırım yapabiliyorum.

Çünkü elektronik müzik de diğer progresif rock'ın alt türleri müzisyenlerinin müzikal anlayışları bir hayli farklı. Aynı diğer rock türleri ile progresif rock anlayışının farklı olması gibi.

'Futuro Antico' 4 parçadan oluşan bir albüm. Albüm yukarıda belirttiğim gibi günümüz teknolojik enstrümanlarıyla eskinin seslerinin birleştirilmesinden oluşuyor. İlk parçada ('Ao – Ao') eskinin sesleri biraz daha hakim. Walter Maioli'nin ney'i kullanıyor oluşu eskinin daha baskın bir atmosferi olduğunu gösteriyor. İkinci parça da (Schirak) ilk parçanın izinden gidiyor gibi gözüküyor ama parçanın ikinci yarısında Anadolu sesleri duyulmaya başlıyor.

'Uata Aka', albümün en sevdiğim parçası. İlk iki parçadaki eskinin ağırlığı yerini elektronik sesler ve ritimler alıyor. Özellikle synth'in ritimleri ve moog'un kusursuz kullanışı ve flütün enfes üflenişi bende popol vuh-tangerine dream karışımı bir zevk hissettiriyor.

Son parça albümün ve Walter Maioli'nin müzikal anlayışını yansıtıyor. Orta asya'nın (günümüzde de eski geleneğimiz denilerek devam ettirilmeye çalışılan) gırtlak müziğini elektronik olarak seslerle birlikte duyabilirsiniz. (sadece müzikle ilgilenmeyip politika, felsefe, tarih ile ilgilendiğim için gırtlak müziğini tanımam zor olmadı)
Futuro Antico, başta da belirttiğim gibi italyan progresif rock'ının bilinmeyenleri arasında, müziğe ve dolayısıyla sanaya yön vermeye çalışan Walter Maioli'nin bir projesi.

Aktuala ile yapmaya çalıştığı müziğin, yani eski ile yeninin bütünleşmesini, bir nevi insanın ve toplumun geçmişten kopmayı engellemeye çalışması olarak yorumladım. Bunu 'Futuro Antico' albümünde de mükemmel bir şekilde ortaya koymuşlar.

1. Ao - Ao (11.01)
2. Schirak (7.39)
3. Uata Aka (10.28)
4. Futuro Antico (11.02)

Süre : 40.20

Walter Maioli / Ney, Flüt, Elektronik Efektler
Riccardo Sinigaglia / Org, Moog, Piyano, Synth(ses düzenleyicisi), Elektronik Efektler

11 Temmuz 2019 Perşembe

Pentwater - Pentwater 1977



Son Todd Rundgren'in Utopia grubundan sonra ne yazacağım hakkında bir fikrim yoktu. Dinleyecek bir şey de bulamadığım için aklıma eski bloğum geldi. Bloğu açıp adlarını unuttuğum gruplara bakmaya başladım. Gözüme ilk parçan Pentwater grubu çarptı. 1992 yılında çıkan albümünü dinleyip, bloğa link ile birlikte koymuşum ama grubun müziğini dahi anımsamıyordum. Daha sonra da sırayla yazarım albümlerini diyerek ilk albümünü arayıp bulup indirdim.

Karşıma ne çıktı dersiniz? Progresif rock'ın efsanelerinden olması gerekirken unutulup gitmiş bir grup çıktı.

Grup adını bir nehirden almış. Grup, bir grup kolej arkadaşlarının kendi aralarında 1970'lerin başlarında kurulmuş. 1976 yılında Starcastle ve Rush ile birlikte sahne almışlar. 1977 yılında da ilk albümlerini çıkarıp bir süre sonra da ortadan kaybolmuşlar. Mike Konopka, grubun liderliğini üstlenmiş. Gitar, vokal ve flüt haricinde albümde, grupda ve de sonraki yıllarda da keman da çalmış. Grup bilinmiyor olmasına rağmen 1992 yılında ikinci albümlerini, 2007 yılında da üçüncü albümlerini çıkarmışlar.

Neden efsanelerden biri olması gerekiyor dedim çünkü yaptıkları müzik tam olarak 1970-1972 yılları progresif rock'ın şaha kalktığı dönemlerinin birebir aynısı olduğu için. Özellikle o dönemin Yes, King Crimson, Genesis ve Gentle Giant gruplarının kalitesinde ve atmosferde ilk albümlerini yapmışlar. 1992 yılında çıkardıkları albümün de ilk albümlerinden aşağı kalır yanı yok.

5 kişilik grubun 4'ü vokallerde bulunuyor. İki elektrik gitar bazı parçalarda Wishbone Ash gibi bir arada aynı anda çalıyor. Ne dönemin amerikalıları gibi şöhret peşindeki gruplar gibi hareket ediyorlar ne de avrupa'daki bazı gruplar gibi progresif rock'ı şablonlar üzerine oturtup müzik yapıyorlar.

Albümdeki bütün parçalar birbirinden farklı biçimde bestelenmiş.

Öyle ki ikinci parçanın girişi Pink Floydvari bas gitarla açılır. Bir başka parçada YES'in 1969-71 yılları arasındaki atmosferi hakimdir. Yine bir başka parçada tam anlamıyla Gentle Giant tarzıdır. 
Albümün bütünü 1972 öncesi progresif rock anlayışıdır ancak albüm 1977 yılında çıkmıştır.

İki gündür ilk kez dinlediğim albümü sanırım bu 10. dinleyişim. Her dinleyişim de herhangi bir parçada yeni bir şeyler farkediyorum. Grubu daha önce dinlemiş olmama rağmen bu kadar güzel müzik yaptıklarını daha yeni görebiliyorum. O yüzden daha fazla uzun yazamayacağım çünkü albümü anlatabilecek sözcük bulamıyorum. Sanırım 1992 yılındaki albümlerini yazarken yazı bu kadar kısa olmayacak.

Rock efsanelerinden biri olması gerekir iken sadece bir avuç insanın biliyor olması da progresif rock'ın (art rock) ne kadar marjinal bir sanat anlayışına sahip olduğunu gösterir. Pentwater grubu da aynı bir çok progresif rock grubu gibi marjinal bir grup olarak kalır.

1. Am (2:46)
2. Living Room Displays (4:57)
3. Memo (4:09)
4. Orphan Girl (8:32)
5. Frustration Mass (3:36)
6. Palendrone (3:55)
7. War (5:04)
8. Gwen's Madrigal (4:00)

Süre : 36.59

Thomas Orsi / Perküsyon, Vokal
Ken Kappel / Klavyeler, Vokal
Mike Konopka / Gitar, Flüt, Keman, Vokal
Ron Le Saar / Bas Gitar, Elektrik Bas Gitar, Vokal
Ronnie Fuchs / Gitar, Obue