Bu Blogda Ara

30 Nisan 2016 Cumartesi

Alan White - Ramshackled 1976

- Kırmızı mı, mavi mi ?
- Ne kırmızı mı, mavi mi?
- Metriks değil mi bu ?
- Ne metriki lan, bunlar benim tansiyon haplarım.

Eğer progresif rock dinliyorsunuz, grupları yada müzisyenleri karşılaştırma yapmayın. Albümleri olduğu gibi anlayarak dinlemeye çalışın.

Alan White’ın ‘Ramshackled’ albümünü de kıyaslama yaparak dinlemeye çalışmayın.

‘Ramshackled’ gibi kıyıda köşede kalmış albümler benim tansiyon albümlerim. Tansiyonum düştüğü zaman yada yükseldiği zaman, tansiyonumu düzenlemek için böyle albümleri dinlerim.

Niye böyle yazdım. Çünkü YES grubu eleştirilirken Alan White’ın karşısına hep Bill Bruford getirilmiştir. Ve Bill Bruford  yüceltilip, Alan White ise ikinci plana atılmıştır. Benim içinse YES grubunun tek davulcusu Alan White’ın ta kendisidir.  ‘Tales from Topographic Oceans’ ve ‘ Relayer’ albümlerinde davul çalan Alan White’tır. Ve YES tarihinin en iyi 3 albümü de, bu albümlerdir. Böyle müzisyenleri karşılaştırıp, birini yükseltip, diğerini küçültürken; Cem Yılmaz’ın filminde ki replikleri gibi bir durum oluşuyor. En azından beni güldürüyor.

‘Ramshackled’ albümü 1975 yılında çalınıp, kaydedilmiştir. Ertesi yıl, 1976’da piyasaya LP olarak sürülmüştür. 1977 yılında LP tükenmiştir.

Albüm; ‘Ooooh Baby (Goin`to Pieces)’ parçasıyla başlıyor. Blues seviyorsanız, bu parçayı da seveceksiniz. Giriş için fazlasıyla hareketli bir parça. Ve vokalde soul soundu var. Albümde bir kaç parçada daha soul soundu var.

Devam parçasında; ‘One Way Rag’ ise klasik R&B (ritim ve blues) ve soul tarzı. Basit bir parça desek yerinde olur. 60’ların R&B’sini hatırlamak için güzel bir parça.

Ve 3. Parça; Avakak. Tek kelime ile  Jazz-Fusion parçası. Hem klavye, hem davul ve hem de orkestral düzen Alan White’ın YES müziğiyle yetinmediğini gösteriyor.

‘Spring - Song of Innocence’ William Blacke’in bir şiirinin üzerine yazılmış bir parça. Vokalde YES’in solisti Jon Anderson, Gitarda YES’in gitaristi ise Steve Howe var. Jon Anderson’un parçalarına benzemiyor desek, yalan olur. Aynı zamanda ‘Tales from Topographic Oceans’ yada ‘Relayer’ albümünden çıkma gibi. Bu parça YES’in herhangi bir albümüne konmuş olsa, sırıtmaz.

5. parça; ‘Giddy’. 2. Parça gibi R&B ve Soul müziğini içerir. Alan White davulda ismini konuşturuyor. Eğlenceli ve yanında tam da bira içilecek parça.

6. Parça; ‘Silly Woman’. Komik sözleri olan bir parça. Reggea (Bob Marley). Albüme konmamış olsaydı, hatırlanacağını sanmıyorum.

‘Marching into a Bottle’  ve ‘Everybody’ farklı gibi görünüyor olsa da, aslında temelde folk müzik ve klasik müziğin birleşimi gibi duran iki parça. Steve Hackket’ı yada Jethro Tull seviyorsanız, parçalar harika.

Son parça; ‘Darkness’. 3 bölümden oluşuyor. ‘Darkness’ parçası progresif rock örneği için gösterilecek parçalardan birisi. Bence tabii. Klasik YES müziğinden uzak. Ancak düzenlemeleri YES’in elemanları yapmış.

Alan White; bu albümde herhangi bir parça yazmadı yada bestelemedi.Ancak albümün eklektik yapısı kendisinin ne kadar da güçlü bir davulcu olduğunu kanıtlar nitelikte. Şarkılar yada parçalar düzeyi değilde, albümün bütünü eklektik progresif rock’tır.

1974 yılında ‘Relayer’ albümü sonrası 1975 ve 1976 yıllırında YES grubunun bütün üyeleri solo albümler yaptılar. Ve bütün parçalar yine YES grubunun konserlerinde çalındı. 1975 ve 1976 yıllarında çıkan YES grubu üyelerinin bütün parçalarını YES müziğine dahil edebiliriz.

Albümde ki parçalar.

1 .Ooooh Baby (Goin`to Pieces)
2. One Way Rag
3. Avakak
4. Spring - Song of Innocence
5. Giddy
6. Silly Woman
7. Marching into a Bottle
8. Everybody
9. Darkness (Parts I, II & III)

- Alan Beyaz / Davul, Perküsyon
- Peter Kirtley / Gitar, Vokal
- Colin Gibson / Bas Gitar, Perküsyon
- Kenny Craddock / Klavye, Vokal
- Alan Marshall / Vokal
- Bud Beadle / Saksofon, Flüt
- Andy Phillips / Çelik Davul
- Steve Gregory / Tenor Saksofon, Flüt
- Henry Lowther / Trompet
- Madeleine Bell / Arka Vokal
- Joanne Williams / Arka Vokal
- Vicky Brown / Arka Vokal
- David Bedford / Orkestra Düzenlemeleri ve  Şefliği
- Jon Anderson / Vokal (4. Parça)
- Steve Howe / Gitar (4. Parça)

29 Nisan 2016 Cuma

Premiata Forneria Marconi - Storia Di Un Minuto 1972

Premiata Forneria Marconi; benim için italyan progresif rock’ın babasıdır. Nasıl ki King Crimson için ‘Father of Progresive Rock’ deniyorsa, PFM içinde İtalyan progresif rock’ın babası denir. 

‘Storia di un Munito’ albümü 1971 yılında tamamlanıp, 1972 yılında piyasaya sürülmüştür.  Çıkış albümleridir. Ve albümün çıkışı İngiliz progresif rock grubu King Crimson gibi çok sükse yapmıştır.  Benim en sevdiğim PFM albümlerinden birisidir. Böyle bir albüm kafa sallayarak dinlenilmez. Yağmur yağarken pencereden dışarıyı izleyerek dinlenecek bir albümdür. Bir başyapıttır. 

Albümün bütününde klasik, caz, hard rock, folk ve marşları görebilirsiniz. Bu tür müziklerin nasıl muhteşem bir şekilde harmanlandığına ‘Storia di un Munito’ albümü örnektir. İtalyan progresif rock’ın babalarını dinlemeye başlamak için en iyi albüm. 

Her parçasında sakinleştiriciliğin, dinlendiriciliğin olması hayranlığımı her dinleyişimde daha da çok arttırıyor. Çok defalar dinlemişimdir. Bu yazıyı yazarken şimdi 2. kez dinliyorum. 

PFM grubu sadece albümleriyle değil, konserlerinde çaldıklarıyla da ne kadar profesyonel müzisyen olduklarını 40 küsür yıldır kanıtlıyorlar. Albümü dinledikten sonra bir de konser kayıtlarını dinleyin. 

Bizim kültürümüzde ozan kültürü vardır. Neşet Ertaş, Aşık Veysel. Batı’da böyle bir kültür olmasa bile, bir çok batı ülkesinde bizde ki gibi ozanlaşan müzisyenler vardır. Amerika’dan Bob Dylan yada Jhonny Cash, İngiltere’den Al Stewart gibi. İtalya’dan da bir müzisyen var. Fabrizio De Andre.  Bazı popüler Amerikan grupları Bob Dylan parçalarını  çalarken, yada birlikte konserler verirken, İtalya’da da Fabrizio De Andre PFM ile konserler vermiştir. 1980 yılında birlikte yaptıkları bir konser albümleri de vardır. Askerliğimi yaparken o albümü az dinlememişimdir...Gerçek bir İtalyan müziği...Fabrizio De Andre daha çok Fikret Kızılok, Aşık Mahsuni Şerif tarzında, şarkıları sosyo-politiktir. 

‘Storia di un Munito’ albümünün açılış parçası; Açılış. Introduzione. Kısa bir parçadır. Ama albümün özünü de yansıtır.  Sonrasında gelen ‘Impressioni di Settembre’ (Eylül’ün görüntüsü) yumuşacık müziğiyle albüme odaklanmanızı daha fazla sağlar. Bu parça için ELP’nin ‘Lucky Man’ parçasından esinlenildiği söylense de, dinlenmesi bambaşka bir hazdır. İyi ki esinlenmişler!

Sonra ki parça ‘E Festa’. Bayram. Hani bazı grupların marş haline gelen parçaları vardır. The Doors’un ‘Light My Fire’, Pink Floyd’un ‘Another Brick İn The Wall’ gibi, PFM’nin marşı ‘E Festa’ adlı parçasıdır.

Not : Şuraya iliştireyim. İtalyanca festa sözü bayram demektir. Bizim bildiğimiz festival; festivale ete elveda demek. Festivale bir hristiyan geleneğidir. Bir ay yada 40 gün et yemezler. 

Albümün çıktığı 1972 yılında o kadar çok övgüler alır ki, King Crimson davulcusu Peter Senfield İngiltere’den koşarak İtalya’ya gelip PFM grubunun elemanlarıyla bir İngilizce albüm yaparlar. Albümün yapımcılığı King Crimson davulcusu Peter Senfield’dir. 1973 yılında tek albümleriyle Los Angeles’ta büyük bir konser verirler. İsterseniz o albümün konser kayıtları internette dolaşıyor, bulup dinleyebilirsiniz. 

Ve benim albümden en sevdiğim parça(lar). Dove... Quando...1. ve 2. Bölüm. Nerede… Ne Zaman…

İlk bölümü klasik gitarla Franco Mussida ustalığını o genç yaşında gösteriyor. 2. Bölüm klasik müzik gibi başlayıp caz’a dönebiliyor. 2. Bölümü dinlerken klasik müzik ve caz’ın birlikte nasıl çalındığını görebiliyoruz. 6 dakikalık parçayı dinlerken bir anda karşınıza Mauro Pagani’nin kemanı çıkabiliyor. Mauro Pagani İtalya’nın en güçlü kemancılarından birisidir. 

Sondan bir önceki parçası ‘La Carrozza Di Hans’. (Hans'ın At Arabası) King Crimson tarzı bir giriş ve devamı. Flüt dinlerken King Crimson’ı hatırlatmıyor mu?, elbette hatırlatıyor… PFM’nin en sağlam parçalarından birisidir. 

Son parça; ‘Grazie Davvero’. Gerçekten Teşekkürler.Neye teşekkür ediyoruz. Hayatı oluşturan Su’ya teşekkür ediyoruz. Asla yaşlanmayan su. Hayatın ana kaynağı. Üzerime yağmurlar yağıyor...

Son parça, bütün albümde olduğu gibi mükemmel bir şekilde bitiyor. Açılış ne kadar görkemliyse, kapanışta o kadar görkemli. 

- Franz Di Ciocco / Davul, Moog, Vokal
- Franco Mussida / Elektrik ve Akustik gitar, 12 Telli Gitar, Mandoloncello (Ud'a benzer bir alet), Vokal
- Mauro Pagani / Flüt, Küçük Flüt, Keman, Vokal
- George Square / Bas Gitar, Vokal
- Flavio Premoli / Org, Piyano, Mellotron, Klavye, Moog, Vokal

1. Introduzione (1:10)
2. Impressioni di Settembre (5:44)
3. E' Festa (4:52) 4. Dove... Quando... (Parte I) (4:08)
5. Dove... Quando... (Parte II) (6:00)
6. La Carrozza di Hans (6:46)
7. Grazie Davvero (5:52)



28 Nisan 2016 Perşembe

Moğollar - Fitaş Sinemasında 1972

Bundan 5-6 yıl önce progresif rock müzik gruplarının arşivlendiği en ünlü site olan progarchives’te Moğollar
grubu yoktu. Sadece Moğollar grubu mu, Barış Manço ve Erkin Koray bile yoktu. Forumlarda yazıla yazıla progarchives sitesinin arşivine eklendi. Eklenmesi gereken daha çok grup var. Örneğin Mustafa Özkent Orkestrası gibi. 


Moğollar 1968 yılında kuruldu. Grubu kuran Cahit Berkay değil, ilk 45’liklerin ve ilk albümün yapımcısı Murat Ses’tir. Aziz Ahmet (Vokal) ile birlikte.  Cahit Berkay daha sonra gruba katılmıştır. 1972 yılında ise hemen hemen bütün rock gruplarında olduğu ego çatışmaları yüzünden Moğollar grubu kurucusu Murat Ses gruptan çıkarılmıştır.

Aslında görmemiz gereken bu ego çatışmaları falan değil. O dönemin, yani 1968-72 arasındaki efsane olmuş Moğollar grubunun durumu. Yaptığı müzik.

Moğollar’ın Fitaş konseri  yada konserleri ünlüdür. Moğolları canlı dinleyebilmek yaptıkları müziği anlamamızda yararlı olacaktır. Moğollar Fitaş Sinemasında verdiği konserler ile çok ünlenmiştir.

Moğollar’ın o dönem yaptığı müzik klasik Avrupa ve Amerikan progresif rock grupları gibi değildir. Avrupa ve Amerikan progresif rock grupları, Davul (perküsyon), Gitar, Org’u temel alıp, doğulu enstrümanları entik müzik aleti gibi kullanırken, Moğollar grubu Türk ve Anadolu enstrümanlarını temel alıp, gitar, perküsyon ve Org’u etnik enstrüman gibi kullanıyordu. Murat Ses’in Org’u zurna sesi çıkartmak için kullanması buna örnektir. Bu farkı anlamak, Moğollar grubunun o dönemki müziğini anlamamızda yararlı olacaktır.
Murat Ses
 

 1972 yılında verdiği konser, Murat Ses’i Moğollarda canlı dinlemek için en güzel fırsat.

Albümün açılış parçası; Yeniliğe doğru Mevlana’nın bir şiirinden esinlenip ortaya çıkartılmış bir parça.

Moğollar bu toprakların müziğine bağlı ve onu geliştirmeye çalışan en güzel gruptur. Ne batı müziğini temel alan ne de arap müziğini temel alan yaklaşımı yoktur.

Türk halk müziğinin nasıl modern hala getirilebileceğinin en iyi örneğidir, Moğollar grubu. Ancak malesef 12 Eylül sonrası bu müziği yapanlar ya kenara çekildiler, yada yurtdışına kaçtılar.

1972’de ki bu Fitaş konseri Türk progresif rock’ına harika bir örnektir. Konserde vokal Taner Öngür’dür. Cahit Berkay’ın Yaylı Tambur’u ve Bağlaması (ve gitar) ve Ayzer Dunga davulları dinlenmeye değer değil, alkışlanmaya değerdir. Tabi ki en önemlisi Murat Ses’in Org’u. Taner Öngür’ün samimi konuşmaları ve parçaları anlatması dinleyeni daha çok konserin içine çekiyor. En azından ben 3 kez baştan sona dinledim.

Albümün parçaları şöyle.
1- Yeniliğe Doğru
2- Garip Çoban
3- Erzincan Manileri (Garip Gönlüm)
4- Behind the Dark
5- Ağrı Dağı Efsanesi
6- Say What You Want
7- Sila
8- Alageyik Destanı
9- Moğol Halayı
10- Minutes
11- Berkay Oyun Havası
12- Ternek
13- Çığrık

Konserde  ‘Ağrı Dağı Efsanesi’ni de çalıyorlar. Dinlenmez mi şimdi bu konser kayıtları….

Konserin en çok ‘Ağrı Dağı Efsanesi’ kısmına bayıldım. Murat Ses’in Org’unu konuşturduğu bölüm. Konseri 3 kez dinlerken o kısmı 15 kez’den  fazla  dinlemişimdir. Bir İngiliz, bir İtalyan progresif rock grubunun müziği kıvamında. En güzel kısmı ise müziğin bizim olması.

Ağrı Dağı Efsanesi Murat Ses’indir.

Taner Öngür: Bas Gitar, Vokal
Murat Ses: Org
Cahit Berkay: Gitar, Bağlama, Iklığ (Kabak Kemane)
Ayzer Danga: Davul (perküsyon)

Not : Cahit Berkay’ın çaldığı Iklıg için Murat Ses’in yaptığı parçayı siz ‘Kaynanalar’ dizisi müziğinden hatırlıyorsunuz. 


26 Nisan 2016 Salı

Amon Düül II - Phallus Dei 1969

Krautrock rock dünyasının en önemli müzik hareketlerinden birisidir. Punk gibi türlerden çok daha fazla yeri vardır, Rock dünyasında.

Krautrock; Almanya’dan çıkma bir müzik. 68’li Alman gençliğinin ürettiği bir progresif rock türü. O yüzden dinlemeye başlamadan önce, farklı bir rock türü dinliyor olacağınızı unutmayın.

Kraut; Almanca lahana demek. Almanlar fakirlere, köylülere, aşağı tabaka insanlarına lahana’lar derler. Krautrock’tan bunu öğreniyoruz.


Faust grubu krautrock başlatıcısı gibi gözüküyor olsada, benim için ilk ve en önemli album Amon Düül II’dir,
‘Phallus Dei’ albümüdür.

Phallus Dei; Tanrı’nın çükü.

Bırakalım, krautrock’I yahut progresif rock’ı, Alman Rock müziğine verilebilecek en iyi örnektir, Amon Düül II grubu.

Albümün tamamında yeralan saykodelik doku üzerine gitar, bas, davul ve ortadoğu ezgileri ve enstrümanları kendine özgü müziğin ne olduğunu gösteriyor.

Phallus Dei……

Gözlerinizi kapayın ve hristiyanlık öncesi Anadolu’suna ve Yunanistan’ına  gidin. 2000 yıl öncesi. Anadolu Kybele kültü ve Yunanistan dyonisos kültürünün var olduğu o dönemde, devletsiz, dinsiz olarak yaşayan halkların inanç ritüellerini hatırlayın.

Amon Düül II; tam da 2000 yıl önceki o insanların müziklerini, eğlencelerini yansıtıyor ‘Phallus Dei’ albümde.
Ateşler yakıp, etrafında şarap içerek dans eden o paganları hatırlayın. (Pagan sözü latin dillerinde köylü demek)

Albümden ‘Phallus Dei’ parçasını dinlerken aldığım tad, 2000 yıl öncesinin o pagan ayinleri gibi.
Albüm bilindik saykodelik rock’ın dışında bir albüm.  Deneysellikten biraz uzak. En azından gereksiz saykodelik gitar soloları yok.

Albümü dinlerken kulaklarınızı tırmalayan o sesin keman olduğunu unutmayın. Davul sürekli kendini tekrar eden bölümlerle sarhoşluk etkisi yaratabiliyor.

Normal de ben kadın vokalleri sevmem, ama Amon Düül II’nin vokali istisna. Bir kaç kadın vokal daha var, Renate gibi. Onların başımın üstünde yerleri var.

Alman ve İtalyan progresif rock gruplarının İngiliz ve Amerikan rock gruplarından farkı, ortadoğu ve asya müziğine olan ilgileri. Amon Düül II grubunda da bu var. Türk Davulu, Ortadoğu Tef’i  ve Sitar.

Albümün 3. Parçası olan ‘Luzifers Ghilom’da Sitar’ı duyabilirsiniz. Albümde beni en çok gaza getiren parça. Sonrasında gelen sesler bana He-man’i hatırlatmıyor desem, bir şeyleri saklamış olurum.

Amon Düül II grubu komünler halinde yaşayan 68’li alman gençliğinin grubu. Amon Düül ikiye ayrılmadan önce kaç kişilerdi, bilinmiyor. Bir hayli kalabalık oldukları kesin. Alman RAF grubu lideri Andreas Baader’in Amon Düül II grubunun yaşadığı eve gidip uyuduğuna dair rivayetler de var.

60’ların hippi müziklerine ilgi duyuyorsanız ve dinlemek istiyorsanız, Amerikan gruplarına ilgilenmeyin, Amon Düül II dinleyin.


- Christian "Shrat" Thiele / Bongo, Keman, Vokal
- Renate Knaup / Vocal, Tef
- John Weinzierl / 12 Telli Bas, Gitar
- Chris Karrer / Keman, Gitar, 12 Telli Gitar, Soprano Saksafon, Vokal
- Falk-Ulrich Rogner / Org
- Dave Anderson / Bas Gitar
- Dieter Serfas / Davul, Elektrik Zil
- Peter Leopold / Davul

Misafirler:
- Holger Trülzsch / Türk Davulu
- Christian Burchard / Vibrafon



25 Nisan 2016 Pazartesi

Novalis - Banished Bridge 1973

Thomas Moore Ütopya’sını okudunuz mu? , okumadıysanız okuyun.

Campanella’dan Güneş Ülkesi’ni de okumadıysanız, onu da okuyun.

Önemlidir.


Bir de Alman şair Heinrich Von Ofterdingen var. Takma ismi Novalis. Hatta Novalis adlı bir şiiri de var. Şiirsel bir ütopya desek daha iyi olur.

Thomas Moore ile Campanella okuduktan sonra bir de Novalis’i okuyun.

İki Novalis var, biri Alman şair diğeri Alman senfonik progresif rock grubu olan Novalis. ‘Banished Bridge’ albümü Novalis gubunun ilk albümü.  Albümü nasıl dinlemek isterseniz öyle dinleyin. Pink Floyd’u hatırlamak isterseniz, Pink Floyd müziğini görebilirsiniz. Yada King Crimson dinlemek isterseniz (Lizard), King Crimson’ı da görebilirsiniz. Hatta dinlerken Keith Emerson ve Rick Wakeman’ı bile hatırlayabilirsiniz.

İyi hatırlarım, 10 yıl önce ‘Pink Floyd dinlemiyorum ben Novalis dinliyorum’ derdim. Millette yüzüme bakardı, ne diyor bu böyle diye. O dönem koyu bir Alman progresif rock müziğine sarmıştım. 6 aydan fazla sürmüştür o dönem. Başka hiçbirşey dinlemiyordum. Novalis dinlediğim en iyi gruplardan birisiydi, o zaman.

Pink Floyd’un ‘Ummagumma’  albümünü hatırlarmısınız?

Hatırladıysanız, albümde ki ‘Laughing’ parçasını hep ‘Ummagumma’ ona benzetmişimdir.


Albümde ki bütün parçalar Klavyeci Lutz Rahn ve Vokal Jürgen Wenzel’e (Gitar) ait.

Albüme ismini veren ‘Banished Bridge“ parçasının açılış kısmı gereksiz bir şekilde uzamasına rağmen, sonrasında toparlayıp güzel bir progresif rock parçasına dönüşebiliyor.

En sevdiğim parçası albümde ‘Inside of me (inside of you)’. Sevmem de en önemli etken parçanın bol melodik ve armonik bir yapısı olması. Ve ‘Jürgen Wenzel’in vokali.

En sevmediğim kısmı; albümün ingilizce olması. Daha sonra yaptıklarının farkına varıp, kendi dillerine dönüyorlar. Sonra çıkan albümlerin hepsi almanca.

Novalis grubu senfonik progresif rock için başyapıt olacak albümler çıkarmış mıdır. Bunu bilemem. Ama dinlenmeyi ve hatırlanmayı hakedecek bir gruptur.




1. Banished bridge (17:06)
2. High evolution (4:27)
3. Laughing (9:10)
4. Inside of me (inside of you) (6:40)

- Hartwig Biereichel / Davul, Perküsyon
- Lutz Rahn / Org, Mellotron, Piyano, Synthesizer (Sentezleyici)
- Heino Schünzel / Bas Gitar
- Jürgen Wenzel / Vokal, Akustik Gitar


24 Nisan 2016 Pazar

Komara - Komara 2015

Albümü dinlemeye başlamadan önce bir ayağa kalkın.

Bir dakikalık saygı duruşunda bulunun.

Çünkü geçtiğimiz yıl çıkan en iyi albümlerden birisidir.

Albümü bir ay önce dinlemeye başladım. Ve en az 10 kez bütünüyle dinlemişimdir. 90’lı yılların King Crimson albümleri gibi. İlk dinlediğim anda arkadaşa dedim. King Crimson, V.D.G.G. tarzı müzik var yapıyor bu grup. 10 üzerinden 10 yıldızlık albüm, yani. King Crimson’a benzetmem de boşuna değilmiş. Eski King Crimson üyesinin grubu.

90’lı ve 2000’li yılların King Crimson grubundan Pat Mastelotto’nun grubuymuş. Pat Mastelotto; King Crimson grubunun 90’lı ve 2000’li yıllarda davulculuğunu üstlenmiştir, Bill Bruford yerine.

Grubun diğer iki üyesini yeni öğrenmiş olmama rağmen, albümü tekrar tekrar dinledikçe her iki üye’ye de hayranlığım katlanarak arttı.

David Kollar; Slovak gitarist.

Paolo Raineri; İtalyan Trompetçi.

Benim progresif rock’ın en sevdiğim iki türünden birisidir, Eklektik Progresif Rock (Bir diğeri Senfonik Progresif Rock). İçinden ne çıkacağı belli olmaz bu tür müziğin. Sürpriz yumurta gibi. Kötüsü de denk gelebilir. Ama iyi bir albüm çıkarsa karşınıza  tadından yenmez.

Kamoro grubu, Eylül 2014 yılında kurulmuş. 2015 yılının ilkbaraharında satışa çıkmış.
Albümün tamamına hakim olarak Trompet’in sesini duyabilirsiniz. Ancak biraz daha dikkatli dinlemeye dikkat edin, hem davulun nasıl kulak tırmalayıcı olduğunu, hem de David Kollar’ın gitarının nasıl doğu (Türk,Fars, Hint, Arap) ezgilerini çıkardığını anlarsınız. Adam gitar ile Sitar sesi çıkartmış.

She Sat in Black Silt; tek kelime, harika bir parça…

Açılış parçası (İntro) son dönemin en iyi açılış parçalarından birisi. Dinlerken o-ha dedirtiyor.
(İç  Ses) Neredeydiniz lan  siz.

Albümü ilk dinlerken ‘Ufuk Ötesi’ adlı bilim kurgu filmi geldi aklıma.

Ne alaka!

Kamoro’nun yaptığı albüm tam da bilim kurgu filmleri müzikleri gibi.

Albüm boyunca Jazz, Avandgarde, Blues, Rock,  Zeuhl, Deneysel (Experimental), Doğu Halk Ezgileri, Endüstriyel ne ararsanız var. Yalnız şu Endüstriyel Müzik tanımını bir türlü anlayıp, benimseyemedim. Makina sesleri çıkartınca Endüstriyel Müzik mi oluyor şimdi. Bu bildiğin elektronik ağırlıklı müzik.
Dinleyin bu albümü, yetmedi arkadaşlarınıza da son dönemin progresif rock albümlerine örnek olarak gösterin.

Grup Üyeleri.

David Kollar - Gitar, Bas
Pat Mastelotto (King Crimson) – Akustik ve Elektrik Davul ve Perküsyon
Paolo Raineri - Trompet, Vokal
Leashya Munyon ve Bill Munyon -  Vokaller

1. Dirty Smelly (4:12)
2. 37 Forms (8:11)
3. A Collision of Fingerprints (5:03)
4. She Sat in Black Silt (5:13)
5. 2CFAC (3:33)
6. Pasquinade (6:11)
7. Abraso (0:17)
8. God Has Left This Place (5:34)
9. Afterbirth (6:44)
10. Inciting Incidents (1:17)




Not : Albümü dinlerken bira için, tamam, ama biranın yanında fıstık yemeyin fazla, sonra benim gibi midenizden gelen sesleri dinlemek zorunda kalırsınız.

23 Nisan 2016 Cumartesi

Edgar Froese 2015

Sürrealizm bize ne anlatıyor. Gerçeküstücülük.  Rüyalarımızda beliren nesnelerin yada varlıkların aslında neyi anlattığınımı anlatıyor. Yada görmek istediklerimizimi anlatıyor. Aslında her ikisini de anlatıyor. Gerçeküstücülüğün kurucusu Salvador Dali iken bunun müzikteki yansıması, temsilcisi Edgar Froese’dir.

20 Nisan 2016 Çarşamba

Yes - Drama 1980

Hayatınızda hiç pop türlerini duydunuz mu ?. Hani rock türleri yada metal türleri var ya, onun gibi pop türleri de vardı. 20-30 yıl öncesinde. Artık pop müzik tamamen ticari birer ürün olduğu için türlere ayrılmasına da gerek görülmüyor. Gerçeği günümüzde bir çok rock ve metal türü de ticari ürün oldukları için pek pop müziklerden farkları yok. Alternatif ve soft rock gibi.

Size 30 küsur yıl öncesinden bir pop türü söyleyeyim. Power pop. 1975-85 yılları arasında yapılan kaliteli bir pop  müzik türü.



Benim için de en akılda kalıcıları The buggles grubu. Grup iki kişiden oluşuyor. Trevor Horn (gitar vokal) ve Geoff Downes (klavye). İlk albümleri 1979 yılında çıktığında 17 batı ülkesinde 1 numaraya yerleşiyor.

İşte tam bu dönemde Progresif rock grubu Yes ayrılma, dağılma aşamasında. Çıkardıkları ‘Tormato’ adlı albümleri neredeyse bir fiyasko niteliğinde. Grubun lideri diyebileceğimiz Jon Anderson, bir diğer üyesi klavye’nin Tanrısı Rick Wakeman gruptan ayrılmışlar ve kendi solo albümlerini yapmaya başlamışlar.

Grubu 11 yıldır dinleyen benim için grubun lideri herkesin kabul ettiği Jon Anderson değildir.

Bas gitarist Chris Squire’dır.

Bütün Yes tarihi boyunca bütün albümlerinde varolan, emeği geçen, bir çok Yes parçasının da bestecisi Chris Squire. Geçen yaz aylarında malesef aramızdan ayrıldı.


1979 yılında dağılma, yokolma sürecinde olan Yes grubunu tekrar hayata döndüren kişidir. Yaptığı ise; The Buggles grubunu Yes grubuna dahil etmek oldu. Ve ortaya tek albümlük bir Yes dönemi ortaya çıktı.
Pop müzik deyince yüzünüz ekşimesin. Pink Floyd’un davulcusu Nick Mason 1970’li yıllar için şöyle der; Bizim yapmak istediğimiz tek şey, pop müziğin nasıl geliştirileceğiydi o yıllar.

Chris Squire; Jon ve Rick yerine iki tane taze kan buldu. Aynı yıl (1979) albüm çalışmalarına başladılar.
Drama ismini alacak albümleri için konserler düzenlediler. Ve 1980 yılında albümü yayınladılar. Albüm ve konserler o kadar başarılıdır ki, belki de en çok YES tarihi içinde konser kayıtları (satılamayan albüm olarak) bu dönemde yapıldı.

YES dinlemeye başlamak için en ideal albüm olarak DRAMA albümünü gösteririm. 70’li yıllarda ki yapılan müzik ilk başlayanlar için biraz zordur. Siz DRAMA albümünü dinleyin, sonra diğer albümlere geçersiniz.

Jon Anderson’suz ve Rick Wakeman’sız ilk albümleridir. Ancak albümde ki ne Trevor Horn’un sesi ne de Geoff Downes’in klavyesi eski YES grubunu aratır durumdadır. Farklı bir albümdür. Tek albümlük bir YES dönemidir. 1979-1981 arası.


Geoff Downes 1982 yılında ASIA grubunu kurar. Jon Wetton (King Crimson), Carl Palmer (ELP) ve Steve Howe (YES) ile ASIA dönemi başlar. Steve Howe’un ayrılması Chris’I yeni bir gitarist aramaya iter. Devamında Chris, 12 yıl boyunca YES grubuna gitaristlik yapacak olan Trevor Rabin’i bulur. Trevor Rabin’in bestelediği ve YES’in daha sonraki bir albümünde yer alan bir parçası (1985), 2009 yılında James Cameron tarafından ‘Avatar’ filminde kullanılmıştır. Dedim ya, YES’in lideri aslında Chris Squire’dır.
Geoff Downes’in mükemmel klavye hakimiyeti ve Steve Howe’un ağır gitar akorları albümün açılış parçası ‘Machine Messiah’ tüm YES tarihinin en önemli parçalarından biri haline getirir. Sadece bu parçayı dinleseniz dahi YES grubuna sempati duyacağınız kesin.

YES; dinlemesi zor bir gruptur.

İlk YES dinlemeye çalıştığım zamanları hatırlıyorum. Hiç bir şey anlamadan kapayıp, Novalis yada Amon Düül II’ye geçiyordum.

Ne zaman YES’in 1979 yılında ki bir ‘Drama’ konser kaydını dinledim,evet, ondan sonra YES’in yaptığı müziği sevmeye başladım.

1979-80 yıllarında konserlerinde albümde ki 6 parça değil, 10-12 parça çalınıyordu.

Albümde sadece 6 parça vardır. Diğer parçalar ise sadece konserler de çalındılar. ‘We can fly from here’ parçası da öyledir. Diğer parçalar sonra basılan ‘Drama’ albümüne eklendiler.

2010 yılında Chris 8 yıl aradan sonra yine grubu toplamaya karar verir ve Geoff Downes (Asia grubu) ile iletişime geçer. ‘We can fly from here’ adlı parça temelli ‘Fly from here’ adlı albüm üzerine çalışıp, 2012 yılında albümü yayınlarlar.

Albümü bütünüyle dinleyin.Atlama yapmayın. Konsept album denilen türden bir albümdür.

Albüm için 10 üzerinden kaç verirdin deseler, 9 verirdim.

Grobschnitt’in ‘Nickel-odeon’ parçası gibi ‘Drama’ parçası da teknik rock’a örnektir.

Son olarak album, Steve Howe’un en iyi ikinci gitar çalışmasıdır. Bir diğeri ‘Relayer’ albümüdür.

1. Machine Messiah (10:27)
2. White Car (1:21)
3. Does It Really Happen? (6:34)
4. Into the Lens (8:31)
5. Run Through the Light (4:39)
6. Tempus Fugit (5:14)
- Trevor Horn / Vokal
- Steve Howe / Gitar (Lead), Mandolin, Geri Vokal
- Geoff Downes / Klavye, Synth
- Chris Squire / Bas gitar, Piyano (5), Geri Vokal
- Alan White / Davul, Perküsyon, Geri Vokal


18 Nisan 2016 Pazartesi

Le orme - Collage 1971

960”ların beat müziği yapan gruplarından progresif yapan rock grubu çıkar mı? Elbette çıkar. Birisi İngiltere’den YES grubu, diğeri İtalya’dan Le orme.


Le orme ‘Collage’ (kolaj) albümüyle 1971 yılında klasik beat müziğinden sıyrılıp, ilk progresif rock albümünü çıkardı. Albüm barok müziğiyle başlıyor. Albüme de ismini veren ‘Collage’ parçası sanki bir Dvorak süiti. Ama giriş parçası italyan klasik müzik sanatçılarından Domenico Scarlatti’ye ait.

Sonata in E major, K 380.

Ortaçağ Rönesans dönemi klasik müziklerinden fırlamış  gibi. Burada Antonio Pagliuca’nın Hammond org’a müzikal anlamda bütünüyle sahip olması, parçayı tam da senfonik progresif’e örnek bir çalışma olduğunu gösteriyor.

Ben bu Le orme’nin ilk progresif rock albümünü çalınış tarzıyla aynı dönemin İngiltere’sinden çıkan ELP (Emerson, Lake and Palmer) grubuna benzetirim. Klavye’de yer alan Antonio Pagliuca Keith Emerson rolünde, kadife sesi ve bas gitarıyla Aldo Tagliapietra aynı Grek Lake ve Michi dei Rossi de tam Carl Palmer gibi. Şöyle desek yerinde olur. 1971-1973 arası Le Orme’si İtalyan ELP’si. Tabii ki bu sadece bir benzetme.

İkinci parça Eva İnverno (kış dönemi) ; şehir hayatında gece çalışan bir kadına olan aşkı anlatıyor. Nedense albümde bana en soğuk gelen parça bu. Klavye’de Antonio bir Jon Lord edasıyla Org solosu veriyor. Davul ve gitar sadece destek verir gibi. Tam bir çok iyi çalışılmış Hammond org solosu var. Kısa.

3. Parça; benim parçam. Cemento Armato. Nasıl birebir çevrilir. Şöyle olabilir. Çimentodan ordu. Şehir hayatının sıkıcılığından, alıp başını uzaklara gitmekten bahsediyor. Yaşadığı şehirden sıkılan günümüz insanını ne güzel de anlatıyor.

Bir önceki parçada ki org solosundan çok daha doğaçlamalı ve başarılı bir solo var Cemento Armato’da. 1969’un Deep Purple Jon Lord sololarını aratmıyor. Michi dei Rossi davulda Carl Palmer sanki. Albümün en uzun parçası da ‘Cemento Armato’ parçası. Diğer bütün parçalar klasik Le orme parçaları gibi kısa ve öz. Ama parçanın sonunda şarkı tam patlayacakmış gibi bir his verirken birden kesilmesi bana albümün eklektik yapısını da gösteriyor.

4. Parça, diğer ilk parça gibi Hammond org temelli tamamen italyan melodileriyle dolu. Sguardo verso il cielo. Gökyüzüne bir bakış. Şarkı söylemenin güzelliğinden bahsediyor. Şehirden kurtuluş.

Sonrasında ki 5. Parça ilk parça gibi enstrümental bir parça. Aldo’nun bas gitar şovu şarkıyı bütünüyle ilginç ve bir o kadar da bir klasik progresif rock parçası haline getiriyor. Dedim ya, eklektik bir havası var albümün. Jazz ritimlerini bu şarkı da tamamen görürsünüz. Evisione Totale (Toptan kaçış).

Son iki parça ‘İmmagini’ (görüntüler) ve ‘Morte di un fiore’ (bir çiçeğin ölümü). Her iki parça da kısa. İmmagini Peter Gabriel’li Genesis dönemi şarkı sözleri gibi. Ay’da ki derelerden, güneşte’ki bahçelerden bahsederken şehir dışı yaşamın doğallığını anlatır aslında.

‘Morte di un fiore’. Bir çiçeğin ölümüne üzülürmüsünüz. Şehir insanının nasıl bir yıkılmış, yakılmış bir kale’ye üzülürse, kırlar da yaşayan insanlarında üzüleceği şey, bir çiçektir.

‘Morte di un fiore’ klasikleşmiş Le orme şarkısıdır. Eski bir kot pantolon ile çayırların ortasında uzandığınızı ve bu parçayı dinledeğinizi hayal edin.

Çünkü Le orme’de aynısını yapıyor bu parçada.

Albümde ki bütün parçalar Antonio Pagliuca ve Aldo Tagliapietra tarafından yazılmıştır.

1. Collage (4:42)
2. Era inverno (5:00)
3. Cemento armato (8:08)
4. Sguardo verso il cielo (4:12)
5. Evasione totale (6:56)
6. Immagini (2:58)
7. Morte di un fiore (3:00)

- Aldo Tagliapietra / Vokal, Bas Gitar, Klasik Gitar
- Toni Pagliuca / Org ve Klavye
- Michi Dei Rossi / Davul ve Perküsyon



16 Nisan 2016 Cumartesi

Can - Ege Bamyasi 1972

2002 yılı, İstanbul’a yeni gelmişim. Bir iş de bulmuşum kendime. Ama ne arkadaşım var, ne de sohbet edecek bir tanıdık. Akrabaların yanında kalıyorum.  Evden işe, işten eve geçiyor günler. Kendimi oyalamak için her gün gazete alıyorum. Hafta da bir kitap da alıyorum. Yetmiyor tabii. Müzik cd’leri biriktiriyorum. O dönemler mp3 çalarlar revaçta. Pink Floyd, Led Zeppelin, Deep Purple, Queen daha sonraları Udo, Opeth, Dream Theatre, artık ne bulursam topluyorum. Dinliyorum da hepsini. Film cd’leri de topluyorum. Onlar için çanta almıştım, biriktirmek için. Şuan çalışmıyor hiçbiri.

Bir gün yine işten çıkmış, eve dönüyorum. Film cd’lerine bakayım dedim, tezgahtan. Baader diye bir film gördüm. Arkasını okudum. Hemen aldım. Almanya’nın 70’li yıllarda ki RAF (Red Army Faction) adlı sol örgütünün (terör) lideri Andreas Baader’in filmi.

İzledim. Tekrar tekrar izledim. Filmde kullanılan müziklerden sadece birisini biliyordum. The Who’nun bir parçası. Diğerlerini ilk kez dinliyorum. İlginç gelmişti. Filmin sonunda Andreas Baader ve bir arkadaşı araba garajında polisler tarafından kıstırılıyordu. Çatışmaya çıkıyor, Andreas Baader ve arkadaşı öldürülüyordu. Komiser Andreas’ın yanına gelip, başını kucağına alıp, ağlıyordu. Dramatik bir son.


Çatışma çıktığı anda ve Baader’in ölmesi ve sonrası çalan müzik çok hoşuma gitmişti. İş’ten eve gelirken şarap yada bira alırdım. Akrabalar bahar gelir gelmez köye gittikleri için, ev bana kalmış oluyordu. Tek başıma şarap partisi yapıyordum. Ve çok iyi hatırlıyorum, filmin cd’sini koyup sonunda ki o müziği dinleyip dinleyip, şarabımı bitiriyordum.

Kim olduklarını 2006 yılında Pink Floyd Türk sitesinin forumlarında paylaşılan albümlerden birisini indirip dinleyince öğrendim.

CAN grubu; Cannibalism, Anarshism, Nihilism. Yamyamcı, Anarşistlik,Hiççi.

Filmin sonunda çalan parça CAN grubunun Ege Bamyası adlı albümünün ikinci parçası ‘Sing Swan Song’.
Baader’i anlatan 2008 yılı başka bir yapım daha var. Bir terör filmi isminde geçen. Almanların yaptığı ama tam amerikanvari bir film. Eğer merak edip izlemek isterseniz, 2002 yapımı Baader filmini izleyin derim. Filmde kullanılan renkler dahi Almanya’yı anlatıyor. Andreas Baader karakterini oynayan daha da çok bir Alman’a benziyor. 2008 yılı filmindeki oyuncudan daha karakteristlik bir yüzü ve oyunculuğu var.
Albümü indirip, mp3 çalara yükleyip ilk dinlediğim zaman, nasıl mutlu olmuştum. Anlatılamaz. Kaybettiğin bir dostu bulmuş gibi oluyor insan.

2008 yapımı Baader yada RAF filmini beğenmedim. Tam bir amerikanvari, şovanist denir ya, evet öyle.  Janis Joplin, Led Zeppelin gibi isimlerin müziklerinin ne işi vardı o filmin içinde.

Amon düül (II) grubunun anılarında vardır. Bir gece konser çıkışı eve gelirler. Eve girerler. İçeride yatakta birisi vardır. Andreas Baader.

Andreas Baader, krautrock dinler. İngiliz, özellikle amerikanvari müzikleri hiç dinlemez. Haklıdır, sebepleri vardır.

Sebeplerinin tanımını en iyi yapan, CAN grubu üyesi Irmin Schmitt’tir.

Şöyle söyler;

‘68’in bütün genç devrimcilerinin anne ve babaları ya naziydi, ya da naziler yüzünden acı çekmişti. Ve bu tamamen Almanya’ya özgü bir durumdu. Bu karmaşık ilişkiler 68 olaylarının en büyük itici gücü oldu. 20 yıl boyunca kültürümüzde uzaklaştırıldık. Bombalanan sadece kentler değildi, kültür de bombalanmıştı. Ve yok olan kültürü yeniden inşa etmenin olanağı yoktu...’


CAN Alman krautrock türünün en bilinenlerinden. Krautrock İngiliz, Amerikan ve hatta italyan rock müziğinden çok farklıdır. Elektronik öğelerin yoğunluğu ve enstrümanların doğaçlamaları klasik jazz ya da blues  temelli rock müziğinden ayrılır.  O yüzden krautrock dinlemeye başlarsanız, çok farklı bir müzik dinleyeceğinizin farkına varın. Seversiniz yada sevmezsiniz, bu Krautrock türünü ve ekolünü yok etmiyor. Rencide de etmiyor....

CAN grubunun en bilinen albümü Ege bamyası olmasına rağmen, CAN çok daha öncesinde ki müzikleri de kayda değerdir. En azından Holger Czukay gibi bir elemanları vardır. CAN grubu Latin, Türk, Fars, Yunan, Slav, Arap gibi bir çok kültürün müziğinden yararlanarak albümler yapmasına olanak sağlamıştır. Bunu Holger’e borçluyuz desem, ayıp etmem. Vokal bir Japon, Damo Suzuki.

CAN grubuna 68 kuşağı grubu yada hippi diyebilirmiyiz.

Tabii ki deriz.

Kim çorbaya, kaşığa, çatala hatta tencere için şarkı yapar ki!....

Böyle bir albümün nesine krıtik yazacaksın. Yahut eleştiri. Dinleyip anlamasanız dahi, sadece ‘Sing Swan
Song’ şarkısı yeter size.



1. Pinch - 9:28
2. Sing Swan Song - 4:44
3. One More Night - 5:35



4. Vitamin C - 3:32
5. Soup - 10:29
6. I'm So Green - 3:02
7. Spoon - 3:03

- Holger Czukay, Bass Gitar
- Michael Karoli, Gitar
- Jaki Liebezeit , Davul
- Irmin Schmidt , Klavye
- Damo Suzuki , Solist








NOT : Irmin Schmitt’in sözlerini 98 yılı Cogito 68 Mayıs’ı sayısından bakarak yazdım. Yanlış olmasın...


14 Nisan 2016 Perşembe

Grobschnitt - Ballermann (1974)

Öhommmm.

Merhaba,

Benim,

Canım,

Progresif,

Rock,

Sever,

Arkadaşlarım.

Ögghhhööööö....

Bugün,

Size,

Grobschnitt,

Grubunu,

Yazacağım.

Grobscnitt grubu; çok kötü, çok kaba bir grup.  Zaten adı üzerinde grobschnitt; kaba grup. Sanki böyle bir mahallenin gençleri toplanmışlar, bir müzik grubu kuralım deyip bu grubu kurmuşlar. Yetmemiş kendilerine takma isimler de bulmuşlar, eğlenmek için.

Eroc,  Mist,  Wildschwein,  Lupo ve Popo.

İki albüm yapmışlar. Pink Floyd gibi saykodelik, Amon düül (II) gibi krautrock türünde olmuş bu iki albümde.
......

Grobschnitt grubu nasıl anlatılır ki, elbette ki gülerek anlatılır. Grubun kendisi absürt komedi anlayışına sahiptir.  Hemen hemen bütün konserlerinde absürt komikliklere yer vermişlerdir. Hatta bir stüdyo albümünün bir bölümünde ‘yaşa cocaaaa colaaaaaa’ diye bağırıyorlardı. (Millet yıkılıyordu gülmekten)

Ne demek istediğimi Ballermann albümünü dinlemeye başlayınca anlarsınız. İlk parça ‘Sahara’’da dalga geçerek çalmaya başlıyorlar. Hep öyle Avrupalı medeni müzikleri olan opera, klasik müzik gibileri dinleye dinleye grup elemanları da böyle bir yol seçmişler. İlk parça da anlatıyor, nasıl medeni afrika’nın medeni müziğini.  Yanlış anlaşılmasın burada küçümsenen ne opera yada klasik müzik  değil, ne de afrikanın yerel  müzikleri.  Tiye alınan modern müzik adı altında ortalıkta dolaşanların küçümsenmesidir.

‘Wonderfull Music’. Şahane müzik. Harkülade müzik. Efsane olacak müzik. Şeker müzik.  Ne derseniz  deyin, Wonderfull Music gerçek anlamıyla şahane bir parçadır. Tertemiz bir kayıt ve Stefan’ın gitarı. Bu parça bana hep Yes grubunun ‘Wondrous Stories’ parçasını hatırlatır. Her ikisi de başka bir paralel dünya’dan gelmiş gibi. Ama ‘Wonderfull Music’ daha önce yazılmıştır. Grobschnitt bir adım önde.

Grobschnitt’in ilk iki albümünü krautrock türüne sınıflandırdık ama bu albüm tam bir senfonik progresif rock albüm örneğidir. Ve Solar Music Live ve Rockpommell albümlerinin de köküdür bu albüm. Solar music Live albümü bu albüm sonrası ortaya çıkmıştır. Ballermann albümünde iki bölüm halinde 30 küsür dakika iken , Solar Music Live albümü 70 dakikaya yaklaşır.

‘Drummer’s Dream’ ve ‘Morning Songs’ parça örnekleri ’Rockpommell’ albümünün habercisidir. Grobschnitt bu albümüyle rastgele müzik yapan bir grup olmadığını göstermiştir. Kendilerine özgü teknikleri olan bir gruptur. Tek yada iki albümlük gruplar gibi de değildir. Hatırlarım 1989 konser kayıtlarını 10 küsür yıl geçmiş olmasına rağmen enstrümanlara olan hakimiyetlerinden hiç bir şey kaybetmediklerini.

Tavsiye; Eğer Tech/Extreme metal yada rock dinlemeye çalışıyorsanız, yahut art rock türü örneği müzikler arıyorsanız, Ballermann albümünü dinleyin.

Niçin mi ?

Nickel-Odeon ve Magic Train parçaları olduğu için.

Her iki parça da Krautrock için örnek gösterebileceğimiz parçalar olsa da günümüz teknik  rock müziğine de temel olabilecek nitelikte parçalardır.

Temel parçalardır......

Ve Solar Music.

- Do you like Solar Music ?
- Yes, You do.

Öyle, yok efendim, ben duymamamışam,  işitmemişem, dinlememişem, bilememişem demek yok.

Seveceksin.

Seviyorsun.

Sevdin.

Sevmişsin.

Hehahehahehahehahe.

Solar Music, tanrısal bir müziktir.

Evrensel müziğimizdir o bizim.

Galaksilerin, Yıldızların arasından gelmiştir O.

Tanrının yani güneşin kendisidir.

Evrenin başlangıcından beri vardır,

İçimizde yaşar.
...................

Grobschnitt, ne krautrock, ne de senfonik progresif rock grubudur.
Grobschnitt; Art Rock grubudur.
Sanatsal Rocktır O. (Hatta en iyi örneğidir )
Şuan ‘Solar Music’ dinliyorum ve duyduğum şey kuşların sesleridir.... (Domuz sesleri de var)
Yaşamın sesi.... 

12 Nisan 2016 Salı

Banco del Mutuo Soccorso - Canto di Primavera

Banco grubunu dinlemeye bu albümden başlayın. Çünkü yumaşacık müziğiyle sizi sıkmaz. Klasik İngiliz progresif rock gruplarıyla pek fazla bir ilişkileri yoktur.

Aslında Türk dinleyicisi olarak Banco grubunu gayet iyi tanıyoruz. Grubunun herhangi bir şarkısını dinlememiş olsanız da, grup üyelerinden Gitarist Roberto Maltese (Maltalı) Homo Sapiens grubundan gelme bir müzisyen. Homo Sapiens grubunu isim olarak bilmiyor olsakta, 1972  yılında yaptıkları bir parça unutulacak gibi değildir.

Un'estate fa.

Şarkıyı bir çok kişi hatırlayacaktır. En azından 70’lerin Türk filmlerini izleyenler kesinlikle hatırlayacaktır.

Aynı yıl, 1972 yılında Roberto Maltese Homo Sapiens grubunu bırakır ve Banco Del Mutuo Succorso grubuna katılır. Bir kaç yıl öncesi ölümünün öncesine kadar grup ile bağını koparmaz.

Grubun solisti Francesco Di Giacomo; Pavarotti gibidir. Çok güçlü bir sesi vardır bir progresif rock grubu için. Ama cüssesi daha çok andırır Pavarotti’ye. Francesco da bir kaç yıl önce ayrıldı aramızdan.
Canto di Primavera; albümü kimilerince çok övülür, Kimilerince de çok abartıldığı söylenir. …Di Terra albümünden başlayan müzikal çöküşün son albümü olduğunu da belirtirler. Bence hiç o tür yorumlarla vakit kaybetmeyin. Böyle grupların progresif yapacağız, jazz yapacağız gibi bir düşünceleri olmadı.

Canto di Primavera, Baharın Şarkısı.

Albüm kapağında bir pencere var. Pencere aralanmıştır ve baharın ışığını görürsünüz. İçeriye kadar girmiştir.

Albüm Ciclo (çevrim) adlı jazz temelli bir giriş parçasıyla başlar. Enstrümantel olan parça klavye ve bass gitar ile devam ederken saksafon girer. Ve üçlü ses devam ederken, klasik italyan ezgisini duyarsınız. Benim için bu albüm RPI (Rock Progressive İtaliano), italyan progresif rock için en iyi örnektir. Albüm,akdeniz müziği ezgilerinin italyan türüdür.

Canto di primavera ile devam edersiniz. Eğlencelidir. İtalyan müziğini hissedersiniz.

Her dinleyişimde bana mutluluk veriyor bu parça.

(bahar) çingenenin aşkı (zevki) deniz gibi

Denizden geliyor ve sen bilmiyorsun nereden geliyor.

Diye başlıyor, tekrar tekrar devam ediyor.

Sono la Bestia; ben canavarım


Sono la Bestia, Canto di Primavera parçası gibidir. İtalyana özgü müziği hissedersiniz. Saksafon, gitar ve davul uyumunda hiç bir pürüz bulunmaz. Tertemiz bir akdeniz şarkısı gibidir.
İlk 3 parça bitimi sonrası Niente gibi hafif ve yavaş bir parça karşılar sizi.

Niente, hiç  (hiçbirşey).
Eski Banco albümlerinin soundundan gelmedir. Piyano ve sonra gelen gitar ile Francesco birşeyler anlatır. Sonra ki parça önemlidir, sanki ön hazırlık gibidir. O yüzden öğrenmek isterseniz, ne anlatmaya çalıştığını lütfen gidin sözlerini öğrenin.

E mi viene da pensare, düşünceler geliyor (aklıma).
Demetrio Stratos ölümü üzerine bir konserinde şöyle bir şey demesi,
“…La primavera è quella che abbiamo nella nostra testa, non è solo una stagione…” parçanın onun için yapılmış olabileceğini aklıma getirmiyor değil.
'Bahar başımıza gelen birşeydir, sadece bir dönem değil.'

Düşüncem parçanın Demetrio Stratos’a adanmış olabileceği.

Demetrio bir yunan asıllı fotomodel, manken ve şarkıcı. Efsanevi italyan Jazz rock grubu Area’nın solistidir. 1979 yılında Amerika’ya gittiği zaman hayatını kaybetmiştir.

Interno città;  Şehrin içi.

Parça 1970’lerin bir çok jazz rock grubunun parçası gibidir. Ama en ayırtedici özelliği Francesco gibi bir vokale sahip olmaları. Doğaçlama yapmadan, klavye, saksafon ve davulla usulca giderken bir anda hissedersiniz ki, notalar patlama noktasına gelmiş, ama duraksayıp geri başa dönüyorlar. Saksafon albüme bütün melodiyi veriyor. Parçanın ikinci bölümü de ilk bölümü gibi tam patlamaya doğru giderken, saksafon bütünüyle başa geçip, tek başına üstleniyor bu görevi. Sonrasında klavye destek veriyor gözükse de Luigi Cinque parçanın gerçek sesini veriyor.

Albümün en zor dinlenebilecek parçasıdır belkide.
Lungo il margine, kenarı boyunca.

Depresif bir hale gelebilirsiniz dinlerken. Piyano kişiyi bunalıma sokup delirtecek düzeyde.

Son parça Circobanda.

İlk parça gibi bu parça da enstrümental. Ritim açısından Ciclo’ya benzer gözükse de Canto di Primavera’nın sonu gibidir. Eğlenceli başlanan albümü sıcacık bir bahar müziği ile bitirirsiniz. Parçanın sonu orkestra gibidir. Bütün sesleri yalın olarak duyarsınız. Sesler arasında ki ahenk kendilerini bozuntuya vermeden tekrarlayarak devam ederler.

Ve klavye son notalarına ses verip albümü bitirir.


9 Nisan 2016 Cumartesi

Museo Rosenbach - Zarathustra 1973

Albümün kayıtları 1972 yılında yapıldı. Satışa çıkarılabilmek için 1973 yılının beklenmesi gerekti. Ve 1973 yılında Friedrich Nietzsche'nin en ünlü kitabı Zerdüşt temel alınarak yapılan konsept albüm ortaya çıktı. 1972 yılında yapılan kayıtlar yaklaşık 20 yıla yakın bir süre sonra piyasaya sürüldü.

Museo Rosenbach; Rosenbach Müzesi.

Ve albümleri Zarathustra; Zerdüşt.

Museo Rosenbach, Nietzsche'nin Zerdüşt’ünün birebir kopyasını yapmadılar. Kitabının özeti bile değildi. Zerdüşt kitabının ana fikri üzerinden üstinsan’ı anlattılar. Süpermen yada superuomo.

Albümünün giriş parçası bilindik progresif rock parçaları tarzında. 20 dakikalık bir parça. Zarathustra. Ve diğer progresif rock parçaları gibi Zarathustra parçasının kendi içinde bölümleri var.




İlk bölüm;

L'ultimo Uomo; Son insan (üstinsan öncesi)

Sonraki bölümleri;

Il Re Di Ieri; Dünün kralı,

Al Di Là Del Bene E Del Male, İyinin ve kötünün ötesinde

Superuomo, Üstinsan

Bitiş kısmı,

Il Tempo Delle Clessidre, Kum saati Tapınağı

İlk parçanın girişi ise şöyle başlıyor.

- Işığın yüzü, senin hakkında olanları anlattı bana.

20 dakikalık parçalık giriş parçasının ortaçağdan çıkmış sesleri, mellotron, hammond ve org sayesine tamamen anlaşılır biçimdedir. Diğer klasik progresif rock gruplarından nitelik olarak ayrılma sebebi bu enstrümanların rönesans ve öncesi italyan müziğini yansıtmasıdır. Tek albümlük progresif rock albümlerinin en göze batanıdır. Ancak grup 90 sonrası bir albüm daha yaparlar. Tek albümlük grupların arasına sokamasakta, Zarathustra albümü tek albümlük progresif rock klasik başyapıtlarına en iyi örnektir.

İlk 20 dakikalık uzun parça da, sonrasında gelen 3 parça da(Delli Uomini (İnsanlıktan) Della Natura (Doğadan) ve Dell’enterno Ritorno (Ebedi dönüş)), hem müzikal açıdan hem progresif rock yapısı açısından Genesis yada King Crimson gibi gruplarla kıyaslanacak düzeydedir. Soundu ve notaların gidişatı açısından ben bu albümü Genesis müziğine benzetirim. Peter Gabriel’li, Steve Hackett’lı 1975 öncesi. Grup üyeleri Genesis’ten etkilenmişler midir, bilemem. Ki o dönem bir çok progresif rock grubu birbirlerinden etkilenir durumdadır. Dönemin rock grupları birbirlerinin konserlerine giderler. Alman rock gruplarından Amon Düül II grubunun konserini youtube’den izlerken, seyirciler arasında David Gilmour vardı. Muhtemeldir ki, Museo Rosenbach grup üyeleri de dönemin müzikleriyle ilgiliydiler, ve etkilenmeleri de doğaldı.
Resimi büyültmek için üzerine tıklayınız.
Sonra ki 3 parçada, özellikle gitarın eşlik ettiği bölümler harika. Gitarın çalınışı bana yukarıda belirttiğim gibi Genesis’in gruptan ayrılmadan önceki Steve Hacket’ı hatırlatıyor. Genesis’ten 1976 yılında ayrılan Steve Hackett yerine Museo Rosenbach’ın gitaristi gelseydi, hiç kimse farkında bile olmazdı.


Museo Rosenbach grubu klasik solcu grubu değildir. Albüm kapağında yer alan Mussolini resmi ve Mussolini’nin parmaklıklar ardına gönderdiği mahkumların simgesi olması, grubu sol düşünceye bulaştırmaz. Museo Rosenbach üstinsan’a giden yolda Mussolini’nin yaptığı darbeyi gösteriyor.

Museo Rosenbach müzikal açıdan Genesis’e benzetiyor olsam da, grup üyeleri arasında ki ego patlamaları sebebiyle daha çok King Crimson’a benziyor. Malesef tek albümlük gruplar gibi Museo Rosenbach’ta devamını getirmiyor. 90 sonrası çıkan albümleri ‘Exit’ ve 2014 yılında çıkan ‘Barbarica’ ne kadar kaliteli bir albüm olsa da, Zarathustra albümünü arattırıyor.

Albüm Dell'eterno Ritorno (Ebedi Dönüş) ile son bulur. Parça hızlı bir biçimde girse de devamında bir dinginlik vardır.  Sözleri müziğiyle uyum içindedir.

Ve şöyle biter.

E dove regna il Ritorno Eterno.

Ve ebedi dönüş nerede hüküm sürer.

Museo Rosenbach’ın Zarahustra albümü bir başyapıt mıdır, 5 yıldız üzerinden 5 yıldız mıdır. Yoksa koleksiyonluk bir progresif rock ürünümüdür. Bunları bilemem. Ancak her kim progresif rock dinliyorum diyorsa Zarathustra albümünü kesinlikle dinlemelidir.

Grup Elemanları;

Davulda Giancarlo Golzi,

Bas Gitar ve Piyano Alberto Moreno,

Gitar ve Vokal Enzo Merogno

Mellotron, Hammond ve Org Pit Corradi

Ve bütün albüm boyunca etkileyici sesiyle Stefano Galifi.

7 Nisan 2016 Perşembe

Pink Floyd - Dark Side of the Moon

Dünya’ya en yakın gök cismi ay’dır. Daha sonra mars yada venüs gelir. Biz, insanoğlu olarak henüz, günümüzde Ay’a insan gönderebildik. Amerika ve Rusya kapışması  sayesinde , uzaya taşındık, diyebiliriz. 1960‘larda ki bu Amerika Rusya kapışmasında Amerika Apollo ile Rusya’nın önüne geçmiştir.

Ama bu İngilizce konuşulan ülkelerde farklı bir sorunu ortaya çıkarmıştır. Uzaylılar...

Dönemin Amerikasında Oscar Welles bir radyo programında H.G.Wells’in ‘Dünyalar Savaşı’ adlı bilim kurgu hikayesini okur. Bunu dinleyen Amerikalıları korku salar, dinlemeyenler arasında da yayılır bu korku. Amerikan halkının önemli bir kısmı Marslıların dünyayı işgal edeceğinden korkarlar.  Sonrasını bilmiyoruz. Amerikalılar nasıl bu korkuyu yendiler konusunu.

1960’lar da Ay’a insan gönderince de hem Amerika’da, hem İngiltere’de Ay’ın karanlık tarafıyla ilgili aynı düşünceler oluşur. Ya Ay’ın görünmeyen yerinde uzaylılar varsa?.

TV’lerde bunun tartışmaları yapılır, gazetelerde makaleler yazılır bunun üzerine. İşte tam bu dönemde Syd Barret (Roger Keith) Pink Floyd grubunun solistidir. Gitar çalar, şarkılarını söyler. Pink Floyd’un en verimli üyesidir. Ve bir şarkısında ‘Ay’ın karanlık yüzünde’ sözünü kullanır. Amacı gerçek sorunlarımızın Ay’ın görünmeyen tarafında ki uzaylılar değil, kendi toplumsal sorunlarımız olduğudur. İnsanların çarpık iktidarlarların yönetimleri sebebiyle delirmesini anlatır.

1972 yılında Roger Waters’ın şarkı sözlerini yazdığı ve bütün grup üyelerinin ortak çalışmayla ‘Dark Side of the Moon’ ortaya çıkar. 

‘Brain Damage’ adlı parça Meddle albümü kayıtları sırasında Roger Waters tarafından 1971 yılında yazıldı. Stüdyo albümü 1973 yılında yapılır. Pink Floyd 70’lerde albümlerini yapmadan önce konserlerde çaldılar. Korsan olarak çıkma ihtimallerini düşünmelerine rağmen, ürettiklerini ilk önce canlı olarak dinleyici kitlesinin önüne koydular. Diğer gruplar gibi stüdyo’ya kapanıp, albüm yaptıktan sonra, konserlerde albümlerini pazarlamaya çalışmadılar. Bilmiyorum, Pink Floyd gibi bu tarz albüm yapan başka bir grup.

2000’ler öncesi Dream Theater adlı grup tarafından önce stüdyo’da kaydedilip sonra konserlerde albümün bütününü çalındı.  (!)

Siz dinlemek isterseniz, Pink Floyd’u dinleyin. Diğer grupların yanına bile yaklaşmayın.

Roger Waters, Syd’in keskin zekasıyla bu Ay’ın karanlık yüzü sözünü kullanarak güzel bir albüm çıkardı. Albüm Pink Floyd ismi altında çıkmıştır, doğrudur ama Roger Waters’ı sadece söz yazarı yada bas gitarist olarak adlandıramayız. Syd’i en iyi anlayan kişi O’ydu. Söylenen  Pink Floyd grubunun içinde en çok okuyan kişi olmasıdır.

Albüm Amerika’da 200’lük plaklar listesinde 740 hafta kaldı. Kaç yıl olduğunu siz hesaplayın.

Pink Floyd progresif rock yapmadı, yapmaya dahi kalkışmadı. Progresif rock, bizim o dönem müzikleri için kategorilendirebileceğimiz bir söz, yada tanım. Pink Floyd kendi müziğini yaptı.

Pink Floyd Müziği...

Ama eğer zorlamaya kalkarsak, Dark side of the moon progresif rock müzik türüne en çok yaklaşan albümleridir.

Bu arada;
Pink Floyd’un iki albümü vardır ki, gerçek birer progresif rock albümüdür. Biri Animals, diğeri The Final Cut. Biri Roger Waters’ın nefretidir, diğeri ağıttır.

Roger Waters verdiği bütün röportajlarında ne Dark Side of the Moon’u tamamen açıklamaya çalıştı, ne de The Wall albümünü.

Siz de anlamak isterseniz, Pink Floyd’u, tekrar tekrar dinleyin, bütün albümlerini.

Brain Damage

Ve Eğer bulut yarılırsa, gök gürlerse kulağında

Bağırırsın ve sanki kimse duymaz sesini

Ve Eğer içinde yer aldığın orkestra farklı ezgiler çalmya başlarsa

Göreceğim seni ayın karanlık yüzünde

5 Nisan 2016 Salı

Keith Emerson 2016

Keith Emerson Geçtiğimiz mart ayının 11'inde yaşamını yitirdi. Bu yıl ölümüne üzüldüğüm 3. Progresif rock müzisyeniydi. Progresif rock tanrıları artık yavaş yavaş aramızdan ayrılıyor.